ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Lisede edebiyat öğretmenim rahmetli İrfan ZÜLFİKAR hakkında bir yazı :
#1
Lisede edebiyat öğretmenim rahmetli İrfan ZÜLFİKAR hakkında bir yazı :
kaynak:  http://www.osmangokce.com/ericek/107--bert-dai-ozanlari





 BERİT DAĞI OZANLARI

Prof.Dr.Osman GÖKÇE

     Gaziantep’te lisedeydim. Şiirle, siyasetle, sporla ve hemen herkesin aklına gelen o şeyle ilgileniyordum. Vilayet Durağı’ndaki Maarif Kitapevi de en sık girip çıktığım yerdi. Okul harçlığımın çoğunu burada cömertçe harcıyordum. Karşısında Halim Yağcıoğlu’nun da öğretmenlik yaptığı Öğretmen Okulu vardı, eski bir taş binada. Kitapevinden çıkışımda buraya gidiyordum. Bir taşla iki kuş vuruyordum. Burada okuyan ortaokuldan arkadaşlarımı da görüyor ve tatil günlerinin tadını çıkarıyordum. Kız Sevim şiirini o zaman ezberlemiştim. Şiirdeki “Uzak taşranın cahil delikanlısı” yerine kendimi koyuyordum. “İster misin seninle kaçalım dağlara” derken heyecanlanıyordum. Tutsak gibiydim kentte, dağları özlüyordum.Yüreğim göğsüme sığmıyordu.


Ben yatılı öğrenciydim. Öğrenciler arasında Kaf Dağı ünvanlı baş muavin ve edebiyat öğretmeni İrfan Zülfikar öğretmenimiz özellikle de yatılı öğrencilere nefes aldırmıyordu. Şapka giymedin, kravat takmadın, saçını kesmedin, etütden kaçtın gibi nedenlerle bizlere göz açtırmıyordu. İrfan Zülfikar öğretmenimiz benim dersime hiç gelmedi. Ben edebiyat derslerini iki ayrı öğretmenden aldım. Lise iki ve üçteki edebiyat öğretmenimiz Celile Göğüş’tü. Aristokrat yapılı, öğrencilere üstten baktığı ve kızı başarılı öğrenci Emine’yi göz hapsinde tuttuğu izlenimini veren ve de öğrencisi olmakla övündüğüm havalı bir bayandı.  Lise birinci sınıftaki öğretmenimizin adını ise veremem. Çünkü o evli, hamile, çok güzel ve benim de öğretmenlerine aşık olan bir çok taşra öğrencileri gibi hadsizce aşık olduğum bir öğretmenimizdi. Elbette benim kendisine aşık olduğumdan da hiç haberi yoktu. Boşa dememişler gönül ferman dinlemez diye. O yaşlar fermanlara papuç bırakacak yaşlar mı?

İrfan Zülfikar öğretmenimiz dersime hiç girmedi demiştim. Ancak, her yatılı öğrenci gibi beni de her halimle iyi tanırdı. Bugünkü tanımlama ile kendisi ileri düzeyde bir tutucu ve sağcıydı. Bense solcuydum. Kendisinin tutuculuğu ile  ilgili öğrenciler arasında ilginç öyküler anlatılırdı. Bunlardan birisi de şöyleydi :

O zamanlar çok da moda olmayan bir okul mezuniyet balosu düzenlenmiş. Balonun ortaya çıkmasını ve gerçekleştirilmesini de müzik öğretmeni Ferit Günol (Kel Ferit) yapmış. Yine o tarihlerde kadınlı erkekli toplantılar ve bu toplantılarda dans etmek de çok revaçta olmadığı için balo biraz sönük geçiyormuş. İrfan Zülfikar da balodaymış ama ne eşi, ne kendisi ve ne de ikisi birden sahneye çıkıp oynuyorlarmış. Oturdukları yerden kalkmıyorlarmış. Kel Ferit ortalığı kızıştırmak ve biraz da hareket getirmek için İrfan Zülfikar’ın masasına gitmiş ve onları dansa davet etmiş. Ret cevabı alınca da, daha büyük bir hadsizlikle, İrfan Zülfikar’ın eşini kendisi ile dansa davet etmiş. İrfan Zülfikar Kaf Dağı gibi hiddetlenmiş ve Kel Ferit’e “Bana bak Ferit” demiş “Ben teyzem kızını kendim için aldım. Yıkıl karşımdan” diye azarlamış.   

İrfan öğretmenimiz Nurullah Ataç’a ateş püskürürdü, Yahya Kemal’e hayrandı. Aziz Nesin’in kitaplarını, Cumhuriyet gazetesini ve benzeri yayınları ona göstermeden saklı gizli okurdum. Ama o yine de benim solcu olduğumu bilirdi. Ancak, herkesin gölgesinden korktuğu İrfan öğretmenimizden ben korkmazdım. Çünkü bana müsamahalı davranırdı. Beni sever gibi, över gibi azarlardı. Kulağımı sanki acıtmak için değil de okşamak için çekerdi. Tıpkı herkese çok kızan,  öğrencilerin pek sevmediği ve bu yüzden de adını “Çeyrek Müdür” koydukları, cüce denecek kadar kısa boylu olan Kütüphane Müdürümüz gibi İrfan öğretmenimiz de beni kitap okuyuculuğum nedeniyle hoş tutuyordı. İrfan öğretmenimizin Kütüphane Müdürümüzden artı bir nedeni daha vardı. İkimiz de kendimizi biraz şair görüyor ve şiir yazıyorduk. Üstelik ben hem hece ile yazıyordum ve hem de yalnızca “Kız Sevim”i ya da “Otuzbeş Yaş”ı okumuyordum. O sıralarda Vasfi Mahir Kocatürk’ün “Divan Şiiri” adlı kitabı da, Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat”ı da elimden düşmüyordu. Yani İrfan öğretmene göre sevabım günahımı dengeliyordu.

İrfan Zülfikar öğretmen daha sonraki yıllarda şiirlerini bastırdı mı bilemiyorum. İnternetten araştırdım, bir kayda rastlamadım. Yalnızca benden eski bir öğrencisi olduğu anlaşılan Cahit Saraç adında bir eli kalem tutar abimizin “Notlar 2” adlı yazmalarında adının geçtiğini gördüm (sarac.cahit.googlepages.com/notlar2) . Cahit Saraç, İrfan Zülfikar’ı “Tanzimat devrinde yaşayan Reşit Paşa’nın kalem işlerini yürüten bir zat-ı muhterem gibi kibirli emirler yağdıran ve bunların kayıtsız uygulanmasını isteyen bir yapıya sahip” bir öğretmen olarak tanımlamaktadır.

Hiç bir öğretmenime hiç bir borcumu ödeyebilecek kadar servetimin olmadığını biliyorum. Onların hakları ödenemez çünkü. İrfan Zülfikar öğretmenimizin de üzerimdeki haklarını ödeyemem. O öğretmişti bana (Dünyada iki kişinin diğerlerini kıskanmadığını ve bunlardan ilkinin anne-baba, ikincisinin de öğretmen olduğunu”. Ancak onu, 21.X11.1958 tarihinde şiir derleme defterime yazdığım kendi şiiri ile anarak ruhumu rahatlatmak isterim. İrfan zülfikar öğretmenimin defterimdeki “Anne” adlı şiirini aşağıda veriyorum ve kendisinin ışıklar içinde yatmasını diliyorum:  

ANNE

Ağrıyan başımı dindirmek için 
Hasretim çok anne senin dizine
Gözüme bir uyku indirmek için
Göresim çok geldi anne yüzüne


Saçımda gezseydi ellerin sessiz
Ne mes’ut olurdum öylece anne
İçimde kalmazdı dertlerden bir iz
Neş’emi bulurdum böylece anne


Cahit Saraç’ın bildirdiğine göre, İrfan Zülfikar öğretmenimiz, Nakip Sineması ya da daha doğrusu Nakip Ali Sineması ile aynı yerde bulunan Nakip Otel’de kalan ve bekar olan Halim Yağcıoğlu’na da takmıştı. Onun hakkında İzmir’den sürgün gelen ve şarap içen öğretmen olarak öğrencileri şikayete yönlendirmişti. Ben işin bu aşamasını bilmiyorum. Ama daha sonraki benim dönemimde Halim Yağcıoğlu Öğretmen Okulu’nda görevliydi ve fakat sataşmalar sürüyordu. Bu kez de Toprak Dergisi takmıştı Halim öğretmene. (Evlenmiyorsun o halde koministsin) demeye gelen suçlamalarda bulunuyordu. Tesadüf bu ya  o tarihlerde Behçet Kemal Çağlar da neden evlenmediğini soran  Sinyal Dergisi muhabirine “Genç alsak kıza yazık, yaşlı alsak bize yazık” diye yanıt veriyordu. Arkadaşlarla bu şairane yanıta hayran oluyor ve hep birlikte gülüşüyorduk. 

Ben Toprak okuyordum, Hakka Doğru okuyordum. Çağrı, Hayat, Sinyal okuyordum yani abur cubur elime geçen herşeyi okuyordum. Ayrıca, İrfan Zülfikar öğretmenimizi kızdıracak Varlık ve  Türk Dili dergileri ile onu memnun edecek Türk Yurdu gibi dergileri de okuyordum. Hepsini değil ama son üç derginin o günkü sayılarını hala saklarım kütüpkanemde.

Bir gün arkadaşım Metin Kutlu ile Alleben’deydik. Yani Oğuz Tümbaş’ın


“derler ki alleben can suyu
süt pınarı.. sahre şenliği
alleben antep yahu!”  diye tanımladığı Alleben’de.


Salah Birsel’in

“Yürüyün haydin delikanlılar  
Yürüyün Alleben’e gidelim
Türkü çağıralım lorke oynıyalım  

Haydin Alleben’e gidelim
Berberler bir yandan darbuka çalsın
Bir yandan kâhkeciler simitlerini uçursun 


 Bekârlar lâhmacun yesin 
Akşam oluyor kaygısızlar 
Antepliler Kilisliler Nizipliler 
Kalkın Alleben’e gidelim” diye üzerine şiir yazdığı Alleben’de.

Ülkü Tamer’in “Alleben Öyküleri” adı ile öyküleştirdiği Gaziantep’in ünlü deresi Alleben’de.
Metin de benim gibi bir şiir heveslisiydi. Şiirler üzerine konuşurduk çoğu kez. Alleben kenarında gezmeyi ikimiz de severdik. Yalnız ikimiz değil, öğrencilerin çoğunun da tatillerde ya da okulu ektiği kaçak zamanlarda sığınak yeri, eğlence yeri, özgürlük yeri Alleben kenarı yani Kavaklık’tı.

Alleben’in Arapça halip (süt) ile leben (yoğurt) sözcüklerinden kaynaklandığı söylenirdi. (Süt-yoğurt gibi beyaz köpükler çıkararak akarmış bir zamanlar ve bu ad da o nedenle verilmiş bu dereye) diye anlatılırdı Gaziantepli arkadaşlar arasında. Oysa Metin’le benim kenarlarında gezdiğimiz yıllarda bile Alleben’de sütlük de kalmamıştı yoğurtluk da. Az bir su vardı ve tembel tembel akardı. Ama ben yine de Alleben’i severdim. Bana Esendere’yi anımsatırdı.


Esendere Esendere
Sevdiğine küsen dere
Asi başını taşlara
Çarparak akışın nere   


Dörtlüğü ile başlayan şiirimi Alleben kenarında yazmıştım. Gurbette Alleben’i bir tür Esendere saymıştım, onun yerine koymuştum. Gerçekte, bağrını yerlere süre süre yorgun ve bitkin bir biçimde akan Alleben, başını taşlara çarparak ağ köpükler içinde akan Esendere’ye hiç benzemezdi. Ancak, derelerin de insanlar gibi çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemlerinin olduğunu düşünürdüm. “Alleben Esendere’nin yaşlılığıdır” derdim Metin’e. Gülüşürdük.

İşte böyle gülüşerek, elimizde birer dergi ile okuduklarımızı birbirimizle paylaşatak Alleben kenarında geziniyorduk. Elimdeki derginin sayfalarını üstünkörü karıştırırken gözüme bir tümce takıldı. Aşağı yukarı (18 yaşına basan her Avrupalı nasıl ki bir iş sahibi olursa 18 yaşına basan her Türk de şair olur) anlamında bir tümce idi. Yazarını anımsamıyorum. Önce, yapmacık büyük bir ciddiyetle Metin’i durdurdum ve elimdeki yazının bu paragrafını ona okudum. Sonra da “Metin, bu bizim köylüleri anlatıyor” diye kahkahayı bastım.

Doğru bir saptamaydı. Bu yazı ve bu ifadeler bizim köylüleri anlatıyordu. Onların işleri yoktu ama evvel Allah hepsi birer Karacaoğlan’dı. Genel olarak, yaşlı kadın ve erkekler ölülere ağıt yakıyorlardı. Delikanlılar da sevdiklerine türkü söylüyorlardı. Hiç kuşkusuz genç kızlar da sevdiği erkekler için türkü söylüyor ya da türkü yakıyorlardı. Ancak, bunlar açık edilmiyordu. Belki de erkeklere mal ediliyordu. Bilemiyorum. Ben, kızların yaktığı hiç bir türkü duymadım. Duymadım ama o gün de bu gün de erkeklerin yaktığı söylenen bir çok türkünün kızlar tarafından yakılmış olabileceğini de hep düşündüm. Öyle ya da böyle, neredeyse her delikanlının sevdiği kız için yaktığı bir türküsü vardı. Uygun yerlerde ve uygun zamanlarda çağırırlardı.

Genellikle de bu türküler her dönemin öne çıkmış bir iki güzel kızı üzerine olurdu. Yani bir kız için birden çok türkü yakılırdı. Benim yeni firiklendiğim yani aklımın karıştığı dönemde benden önceki bir çok delikanlının yaktığı türküleri kendi ağızlarından ya da başkalarından dinlemiştim. Aslında bu türküler, onları yakanlardan daha çok sesi güzel olan diğer delikanlılar tarafından söylenirdi.

Henüz yaşadığı için adını vermeyi uygun bulmadığım, benden önceki kuşaktan abimin de arkadaşı olan o günkü bir Ericek delikanlısı da, sesin güzeli ve çirkinine bakmaksızın “Erkek eşşeğin anırmayanı olmaz) derdi ve sık sık elini kulağına atarak o dönemin güzel kızlarından birisi için yaktığı türküyü çağırırdı. Türkünün tamamını daha sonra yayımlayabilmek umuduyla şimdilik iki dörtlüğünü veriyorum:


Esendere kenarında 
Yaktın beni yaktın beni
Berit Dağı yıkamazdı
Yıktın beni yıktın beni


Yeter beni Yeter beni
Yeter ettin beter beni
Kaçtın da elin oğluna
Bilesin kan tutar beni(1)


Günün sohbet konusu belirlenmişti. Ericek’teki bu yaygın şairlik konusunun bildiğim her yönünü Metin’e anlattım. Örnekler verdim. O iyi bir dinleyici idi. Ben coşku ile anlattım o da sabırla dinledi. Sonunda bana “Bunları toplayıp bir kenara yazsana. Belki daha sonra değer taşır” dedi.

Ben, Metin’in öğütlediği biçimde, derleyiciliğin çok önemli olduğunu adını vermediğim ve aşık olduğumu söylediğim bayan öğretmenimden daha önce öğrenmiştim. O öğretmenim 4C sınıfında, Abidin adında, soyadını unuttuğum ve hece ile beğendiğim şiirler yazan bir arkadaşımızla bir konu üzerinde tartışırken, bütün sınıfa Metin’in bana söylediği anlamda bir öğütte bulunmuştu ve ben de bu öğüdü önemsemiştim. O öğretmenimin ve Metin’nin öğüdünü tuttum. Epey türkü derledim köyümden. Epey yaşanmış öykü dinledim. Notlar aldım. Ömrüm yeterse, belki ilerde ve uygun bir zamanda onları da yayımlarım.

Şimdilik şiir heveslisi Berit Dağı ozanlarından bir demetcik sunuyorum. Bu ozanlarımıza, kim olursa olsun, başkalarının şiir sayıp saymadıklarına aldırmaksızın kendi şiirlerini yazmaya devam etmelerini, ömürleri boyunca şiirsel duygusallığı ve coşkuyu bırakmamalarını salık verirririm. İşte Berit Dağlı bazı ozanlarımız (2):


1. BAL, Alkan

14.01.1981 doğumludur. Baba tarafından, dedesi Kasap Halıt’ın oğlu Topal Süllü’dür. Babası köyümüzün ilk okuyanlarından, ilk öğretmenlerinden Kürt Mehmet takma adı ile bilinen  öğretmen Mehmet Bal’dır. Ana tarafından da, Hacı Resul Omar’ın torunudur. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olup izmir’de çalışmaktadır.


MARTIMAK

Ben annemin hesabıyla
Hiç onsekizine basmamış

Güneşin esmerliğinde kara kuru bir çocuktum
Bütün hayatımı

Beklenmedik bir şey yapmamı beklemekle geçiremezdim


Martıydım
Anadolu’nun ortasında
Martırdı sesim
Ve mart ayını
Bakire geçirmek zorunda bırakılmış
Bir kediydi hüznüm


Saat ondan sonra kapanan ilçelerin
Şaşkın ve yirmi metreyi aşkın 
Daracık ve kısacık tarihsel sokaklarında
Aşağı yukarı dolandım durdum



Ben annemim hesabıyla
Hiç onsekizine basmamış
Güneşin esmerliğinde kara kuru bir çocuktum
Bütün hayatımı beklenmedik bir şey yapmamı beklemekle geçiremezdim
Hoşça kal çocukluğum
Hoş geldin gençliğim





2. BALTACI, İsmail


1959 Ericek doğumludur. Berit Dağı’nın göğsüne yaslanmış olan Havcılar Obası’ndan dul kadın Uruçka’nın torunudur. Anasının adı ile anılan Uruçka Kadir’in oğludur. Yıllarca yurtiçi ve yurtdışı gurbetçiliği yapmış ve sonunda aşık olduğu köyüne ve dağına dönmüştür. Şiirler kendince ve gönlünce. Evli ve dört çocukludur.





BERİT DAĞIM





Yine yolum düşse Berit Dağı’na


Karların içine batmak isterim


Hasret kaldım yoğurduna, yağına


Kırlarında keklik tutmak isterim





Kıvrım kıvrım gider yaylanın yolu


Şifadır dertlere çiçeği balı


Ericek elması eğdirir dalı


Bütün nimetinden tatmak isterim





Kapı Kaya derler geçilmez, dardı


Karagöl altında çadırlar vardı


Yıllar ne tez geçti, göresim geldi


Kekiği togaya katmak isterim





Berit eteğinde var Karnıyarık


Mağara’nın içi yarasa doluk


Ozan bu bedenden çıkmadan soluk


Üç beş gün yaylada yatmak isterim





GAYRI





Nazlı yarim sözlerini


Tutmam gayrı, tutmam gayrı


Dertlerimi dertlerine


Katmam gayrı, katmam gayrı





Beni eyledin işimden


Hile sezdim gülüşünden


Huri olsan da peşinden


Gitmem gayrı, gitmem gayrı





O kalbini çalanları


Unut bütün olanları


Uydurduğun yalanları


Yutmam gayrı, yutmam gayrı





Güvenim kalmadı sana


Olsan da doğrudan yana


Senin aşkınla yana yana


Tütmem gayrı, tütmem gayrı





Ömrümün genç çağlarında


Geçti günüm ağlarında


Bülbül olsam bağlarında


Ötmem gayrı, ötmem gayrı





3. GÖKÇE, Ali


05.05.1964 Ericek doğumludur. Hacı Resul’ün kardeşi Kara Osman’ın ve kendilerinin Ağ Ana dedikleri Kara Elif’in torunudur. Kara Mustafa ile Melik Karı’nın kızı Eşe’nin yani Gelin Bacı’nın oğludur. Mersin’de Polis memuru olup üç çocuk babasıdır.





İKİBİNSEKİZ





Ben neler diyeyim sana


Kötü geldin obamıza


Ağır dertler verdin bana


Kasteyledin yuvamıza





Hiç dermansız bir dert verdin


Abimi yerlere serdin


Boynumuz büküldü kaldı


Sanki murada mı erdin





Çocuklarım uzaklarda


Kim bilir ne tuzaklarda


Ekmek atlı ben yayayım


Çırpınırım sazaklarda





Gidişin olsun da dönme


Kârlıyım diye sevinme


Mahşerde yüzün gülmesin


Cennet bahçesine inme 





CANIM ANAM





Dünya fani çoktur zahmet


Geldi gitti canım anam


Tanrım sana versin rahmet


Ömür bitti canım anam





Gönlü zengin boldu aşı


Eğilmedi zora başı


Kimseye boyun bükmedi


Sen de dik dur mezar taşı





Övünmezdi malla, mülkle


Ömrü geçti iyilikle


Sade bir giysisi vardı


Bir düğme bir de ilikle





Ecel sundu acı şerbet


Gideceksin sen de elbet


Bak taşına gör kendini


Ömür bir gün biter elbet





Sanma ölüm senden ırak


Bu dünyaya bir nam bırak


Ali’m anandan örnek al


Son duraktır kara toprak








4. KIZILTEPE, Ali


Namı diğer Hacı Kaye Ali. 06.07.1946 Ericek doğumludur. Baba tarafından Hacı Kaye’nin, ana tarafından Hacı Resul’ün torunu ve Hacı Kaye Ahmet ile Elif’in oğludur. Yazları Ericek’te kışları da Osmaniye’de yaşar. Evli ve 4 çocuk babasıdır.





UR KEKLİKLERİN ÖTÜŞÜR





Ur kekliklerin ötüşür


Koyun kuzuya katışır


Dört yandan sular akışır


Ben ağlarım Berit sana





Yelli Boyun’dan uçarlar


Kartal Kaya’dan geçerler


Kemer’den bir su içerler


Ben ağlarım Berit sana





İnce Bel’den beri geçtim


Kül Çukuru’nda koç seçtim


Kara Göl’den bir su içtim


Ben ağlarım Berit sana





Çadır kurar, göçer kızlar


Bahar gibi geçer yazlar


Çobanlar, kavallar, sazlar


Ben ağlarım Berit sana





Çatakta yayılır kuzu


Koca Pınar suyun gözü


Yayık yayar yayla kızı


Ben ağlarım Berit sana





Güzeller güzeli sende


Güzeller bezeli sende


Varlığım ezeli sende 


Ben ağlarım Berit sana





BERİT BAŞIN PARE PARE





Berit başın pare pare


Berit’e yakışmaz kare


Dönemezsem nazlı yare


Ağlamayın benim için





Kapı Kaya beri bakar


Baytaran sümbülü kokar


Benim derdim beni yakar


Ağlamayın benim için





Bir düş gördüm dağ yanıyor


Sarı Kaya sallanıyor


Kader bir oyun oynuyor


Ağlamayın benim için





Çavdar Gediği’nden aştım


Yelli Boyun’a ulaştım


Oğlak Kayası’nda şaştım


Ağlamayın benim için





Nerde kaldın Resul kızı


Koca Berit bekler bizi


Kim bilir ki derdimizi


Ağlamayın benim için








KARNIYARIK ŞU BERİT’İN ETEĞİ





Karnıyarık şu Berit’in eteği


Yelli Boyun çobanların yatağı


Arıları yapar balı peteği


Sen yücesin koca Berit





Ayran Pınarı’na vardım


Kavuşturana yalvardım


Yıllardır hasret duyardım


Sen yücesin koca Berit





5. Selahattin KURT


1959 Yılı Ericek doğumludur. Ortaokul mezunudur. Kahramanmaraş Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nde çalışmaktadır. Çok hoşsohbet bir adam olan babasına Kel Mitat derlerdi.





AŞKIM





Gurbet gurbet, diyar diyar gezerken


Rastladım gençliğin şaşında aşkım


Tel tel edip sırma saçın tararken


Sarı savruk gördüm başında aşkım





Nazar ettim sevgindeki usule


Sevda sürer nesillerden nesile


Kaptansız gemide kırık pusula


Yüzdüm nice yıllar peşinde aşkım





Mecnun Leyla’sını çöllerde buldu


Ferhat Şirin için dağları deldi


Kerem, Han Aslı’ya yandı kül oldu


Alamet hayır mı işinde aşkım





Günler aktı gitti ömür çağında


Bülbül öter ilkbaharda bağında


Üç ihlas okudum al yanağında


Sihir mi yazılı kaşında aşkım





Selahattin var mı bu sırra eren


Sohbet bahçesinin gülünü deren


Bin pişman oluyor gönlünü veren


Zehirler tadı var aşında aşkım





BOZULDU





Çektik vuramadık hedefimizi


Kalkan da bozuldu, yay da bozuldu


Arzumuz ulaşmak Haydarpaşa’ya


Tren de bozuldu, ray da bozuldu





Bu yol nerden gider, kamile sorak


Haydin çabuk olun, menzile varak


Denizler çekildi, çoğaldı kurak


Nehir de bozuldu, çay da bozuldu





Adem Baba’mızdan maya kalmadı


Her kapıda araç, yaya kalmadı


Utanma kalmadı, haya kalmadı


Ahlak da bozuldu, huy da bozuldu





Bu alemden tatlı dillere gidem


Firdevs’i alada güllere gidem


Başım alıp ilden illere gidem


Şehir de bozuldu, köy de bozuldu





Yapay yakıt çıktı tütmüyor ocak


Bilmem ki halimiz nasıl olacak


Kırkiki derece olur mu sıcak


Güneş de bozuldu ay da bozuldu





Selahattin, söyle anlayanlara


Herşeyden daha çok yükseldi para


Büyük hanım saza, kocası bara


Bayan da bozuldu, bay da bozuldu  


 


6. Osman TATAR


1950 Yılı Ericek doğumludur. Gürcü Mustafa ile Döndü’nün oğludur. Ticaret lisesi mezunudur. Halen Ericek’te çiftçilik yapmaktadır. Evli ve yedi çocuk babasıdır.





NE OLUR





Hani insan idik, kardeştik hani


Sen doydun neden aç bıraktın beni


Yediğimiz ekmek arpanın unu


Onu da elimden alma ne olur





İnsan için açık bizim kapımız


İnsanlığa kurban olak hepimiz


Temelsiz binamız, çürük yapımız 


Şu toprak evimi yıkma ne olur





Sefil anam gece gündüz hüzünde


Yaşı kurumadı iki gözünde


Tataroğlu hilaf yoktur sözünde 


Yavan pilavımı dökme ne olur





TANIDIĞIM AYAKLAR





Yırtık, parça parça çarığını çeker


Bağlar ayağına kıskıvrak


Dışarıyı seyreder parmakları


Çatlak çarığın yırtıklarından


Tüm günü tarlada tabanda geçer


Kopuverir bağları çarıkların


Dikenler batar ayağına


Kanatır acı acı


Elindeki kör iğneyle


Deşiverir nasırlı topuklarını





Ben bir tek ayak tanırım


Ayaklar içinde


Ömür boyu çorap yüzü görmemiş


Tüm köylünün hayat aynası olmuş


Kendi hınçlarını kendi saklar içinde








Açıklama


1. Burada “Kana susarım” anlamında kullanılmıştır

2. Mutlaka benim bilmediklerim de vardır. Bu konuda, bu yazının okuyucularından yardım bekliyorum.
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi