16/07/2017, 13:16
EŞEK YERİNE EV ALAN ŞAİR : HAKANÎ
Mustafa CEYLAN
*****************************
-"Artık ihtiyar oldum. Hergün Edirne Kapısı'ndan Paşa Kapısı'na yaya olarak gidip gelmeğe kudretim kalmadı. Müsaade buyurulsa da hayvan ile gidip gelsem! Dünyevi mükâfat istemem." diyerek kendisine sorulan soruya cevap veren şairimiz, isteği olan "eşek" yerine, Paşa Kapısı(Bab-ı âlî)na yakın bir yerden münasip bir ev ihsan olunduğunda nasıl sevinmiştir, nasıl!!!
*
Öven övülmez mi?
Övülür elbette, değil mi?
Hakanî övgü yapmakta en üst dereceye çıkınca, Mecmua-i Muallim' de Muallim Nâci de onun için:
"Gelmemiştir sana hâlâ sânî
Ümmetin mefharisin Hâkanî
Bize bir hilye-i garrâ yazdın
Nâmını cephe-i Arş'a kazdın
(Hâkanî, sen ümmetin övüncüsün, hâlâ senin gibi ikinci bir şair gelmemiştir
Bize güzel bir Hilye yazdın, imini Arş'ın cephesine kazdın)
Derhin olmakta sühan-sencânı
O mukaddes eserin hayrânı
(Zamanın şairleri o mukaddes eserin hayranı olmakta)
Başka şâirde bulunmaz bu edâ
Sâde bir beytine bin beyt fedâ
(Başka şairde bu edâ(üslup,tavır)bulunmaz.Sade bir beytine bin beyt fedâ)
.....................................................
Ne selef aldı bir şânı ne halef
Sen kazandın ne sa'âdet! Ne şeref
(Bu şanı ne öncekiler, ne sonrakiler aldı; sen kazandın? Ne saadet! Ne şeref!)
............................................................."(1)
*
Asıl adı Mehmed olan bu şairimiz, Güzelce Rüstem Paşa'nın kızının çocuğudur ve meşhur Ayaz Paşa'nın da akrabasıdır. Kabri, Edirnekapı Camiisi kabristanındadır.
Hilye yazmış olmasından dolayı bu şairimiz ödüllendirilmiştir. Peki "hilye" nedir?
Süs ve ziynet olarak karşılanan hilye, İslam sanatlarında Hz. Peygamber(S.A.V)'in fiziksel özellikleri ve güzelliğini sade bir dille detaylı biçimde anlatan eserlere verilen genel addır ki zamanla bu yazım sanatı hat sanatına dönüşmüş, Hilye-i Şerîf, Hilye-i Saâdet ya da Hilye-i Nebî, Osmanlı hattatlarınca 17. yüzyılda geliştirilen bir süsleme sanatı olmuştur. "Dört halife için yazılanları da vardır. Manzum ya da mensur olan bu eserler, bazen müstakil bir kitap halindedir, bazen de miraciyelerin, siyerlerin, mevlidlerin içinde yer alır. Müstakil olanlar mesnevi biçimindedir."(2)
Şairimiz, Hilye'nin şiirleştirilmesini tamamlayınca başta zamanın sadrazamına ve öteki devlet büyüklerine eserini takdim etmiştir. Devlet büyükleri ona, bu yüksek derecedeki eseri ne ile mükâfatlandıralım, ne istersiniz diye sorduklarında işte yukarıda belirttiğim, Edirne Kapısı'ndan Bab-ı Ali'ye gelip gitmek için hayvan(eşek)verilmesini istemiştir.
O devirde Hakânî rütbesinde bulunan kişilerin hayvana binmeleri yasaktı, daha doğrusu münasip görülmezdi. Bu isteğinin yerine getirilmesi için saraydan kendisine Bab-ı âlî civarında bir ev ihsan edilmiştir.
*
Söz konusu "Hilye" de dikkatimizi çeken bir beyit :
"Yine lütfundan umar gufrânı
Mûrdan kemter olan Hâkanî"
(Karıncadan daha aşaiğı olan Hâkanî, affı yine senin lütfundan umar)
*
"Hilye-i Hâkānî’nin İstanbul kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır (TSMK, Revan Köşkü, nr. 80, 829, Emanet Hazinesi, nr. 670, 1144; İÜ Ktp., TY, nr. 136, 279, 7217; Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 438, Fâtih, nr. 5379). Matbu nüshaları arasında en dikkat çekici olanı, 1264’te (1848) Râcih Efendi tarafından yeniden tertip edilen ta‘lik hurufatıyla Tabhâne-i Âmire’de yapılmış ilk baskısıdır (diğer baskıları için bk. Özege, II, 577). Kitabın yeni harflerle iki neşri ise Numan Külekçi (Erzurum 1988) ve İskender Pala (İstanbul 1991) tarafından gerçekleştirilmiştir."
(İslam Ansiklopedisi-Cilt:15, sayfa:168)
*
---------------------------
(1): Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, Syf:67
(2): edebiyatforum.com
Mustafa CEYLAN
*****************************
-"Artık ihtiyar oldum. Hergün Edirne Kapısı'ndan Paşa Kapısı'na yaya olarak gidip gelmeğe kudretim kalmadı. Müsaade buyurulsa da hayvan ile gidip gelsem! Dünyevi mükâfat istemem." diyerek kendisine sorulan soruya cevap veren şairimiz, isteği olan "eşek" yerine, Paşa Kapısı(Bab-ı âlî)na yakın bir yerden münasip bir ev ihsan olunduğunda nasıl sevinmiştir, nasıl!!!
*
Öven övülmez mi?
Övülür elbette, değil mi?
Hakanî övgü yapmakta en üst dereceye çıkınca, Mecmua-i Muallim' de Muallim Nâci de onun için:
"Gelmemiştir sana hâlâ sânî
Ümmetin mefharisin Hâkanî
Bize bir hilye-i garrâ yazdın
Nâmını cephe-i Arş'a kazdın
(Hâkanî, sen ümmetin övüncüsün, hâlâ senin gibi ikinci bir şair gelmemiştir
Bize güzel bir Hilye yazdın, imini Arş'ın cephesine kazdın)
Derhin olmakta sühan-sencânı
O mukaddes eserin hayrânı
(Zamanın şairleri o mukaddes eserin hayranı olmakta)
Başka şâirde bulunmaz bu edâ
Sâde bir beytine bin beyt fedâ
(Başka şairde bu edâ(üslup,tavır)bulunmaz.Sade bir beytine bin beyt fedâ)
.....................................................
Ne selef aldı bir şânı ne halef
Sen kazandın ne sa'âdet! Ne şeref
(Bu şanı ne öncekiler, ne sonrakiler aldı; sen kazandın? Ne saadet! Ne şeref!)
............................................................."(1)
*
Asıl adı Mehmed olan bu şairimiz, Güzelce Rüstem Paşa'nın kızının çocuğudur ve meşhur Ayaz Paşa'nın da akrabasıdır. Kabri, Edirnekapı Camiisi kabristanındadır.
Hilye yazmış olmasından dolayı bu şairimiz ödüllendirilmiştir. Peki "hilye" nedir?
Süs ve ziynet olarak karşılanan hilye, İslam sanatlarında Hz. Peygamber(S.A.V)'in fiziksel özellikleri ve güzelliğini sade bir dille detaylı biçimde anlatan eserlere verilen genel addır ki zamanla bu yazım sanatı hat sanatına dönüşmüş, Hilye-i Şerîf, Hilye-i Saâdet ya da Hilye-i Nebî, Osmanlı hattatlarınca 17. yüzyılda geliştirilen bir süsleme sanatı olmuştur. "Dört halife için yazılanları da vardır. Manzum ya da mensur olan bu eserler, bazen müstakil bir kitap halindedir, bazen de miraciyelerin, siyerlerin, mevlidlerin içinde yer alır. Müstakil olanlar mesnevi biçimindedir."(2)
Şairimiz, Hilye'nin şiirleştirilmesini tamamlayınca başta zamanın sadrazamına ve öteki devlet büyüklerine eserini takdim etmiştir. Devlet büyükleri ona, bu yüksek derecedeki eseri ne ile mükâfatlandıralım, ne istersiniz diye sorduklarında işte yukarıda belirttiğim, Edirne Kapısı'ndan Bab-ı Ali'ye gelip gitmek için hayvan(eşek)verilmesini istemiştir.
O devirde Hakânî rütbesinde bulunan kişilerin hayvana binmeleri yasaktı, daha doğrusu münasip görülmezdi. Bu isteğinin yerine getirilmesi için saraydan kendisine Bab-ı âlî civarında bir ev ihsan edilmiştir.
*
Söz konusu "Hilye" de dikkatimizi çeken bir beyit :
"Yine lütfundan umar gufrânı
Mûrdan kemter olan Hâkanî"
(Karıncadan daha aşaiğı olan Hâkanî, affı yine senin lütfundan umar)
*
"Hilye-i Hâkānî’nin İstanbul kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır (TSMK, Revan Köşkü, nr. 80, 829, Emanet Hazinesi, nr. 670, 1144; İÜ Ktp., TY, nr. 136, 279, 7217; Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 438, Fâtih, nr. 5379). Matbu nüshaları arasında en dikkat çekici olanı, 1264’te (1848) Râcih Efendi tarafından yeniden tertip edilen ta‘lik hurufatıyla Tabhâne-i Âmire’de yapılmış ilk baskısıdır (diğer baskıları için bk. Özege, II, 577). Kitabın yeni harflerle iki neşri ise Numan Külekçi (Erzurum 1988) ve İskender Pala (İstanbul 1991) tarafından gerçekleştirilmiştir."
(İslam Ansiklopedisi-Cilt:15, sayfa:168)
*
---------------------------
(1): Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, Syf:67
(2): edebiyatforum.com