03/08/2017, 07:06
__Mazmunlara Doğru Bir Yolculuk
DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT
Mustafa CEYLAN
*********************
1-DİVAN kelimesi,
-Kayıtlar defteri,
-Danışma meclisi,
-Sultanın veya büyüklerin oturduğu sedir,
-Yüksek mahkeme,
-Büyükler huzurunda saygılı duruş,
-Mânevi yüksek huzur,
-Bir şaire ait şiirler, bir dile ait sözler topluluğu anlamlarında kullanılmaktadır.
Kitap çeşidi olarak bir konu üzerinde belirli -kurallı dizilişle oluşturulmuş kitaplara divan denilmektedir. Örnek: Divan’ı Lügat’it Türk.
Veya
Bakî Divanı, Nedim Divanı gibi.
Tam bir Divan ise
-Kasideler(Tevhit-münacaat-naat).
-Manzum tarih düşülmesi
-Kafiyeleri Arap Alfabesi harf sırasına göre düzenlenmiş Gazeller,
-Rübailer, Murabbalar,Terkip ve Terci-i Bentler vs’den meydana gelmelidir.
Ancak, bütün bu çeşitlerin her divanda bulunması şart değildir.
GÜLCE kelimesi,
-Güle benzeyen, gül gibi
-Küçük gül
-Gül, saflığın, güzelliğin, aşkın, barışın, sevginin, özlemin, Anadolu’nun, Peygamber’imizin simgesidir.
-Gül, çeşitli renkleriyle, ince ve narin yapraklarıyla, dikenli dalıyla sadece bir bitki olarak değil, asırlarca Türk Edebiyatı’nın ve şairlerinin ruh ve yürek dili olmuştur.
-Kavgalar, küslükler, ayrılıklar bir demet gül ile barışa, huzura, esenliğe, birliğe dönüşür.
-Bir şark çiçeği olan gül’ü atalarımız göçlerle gittikleri her yere, Balkanlar’a ve avrupa’ya taşımışlardır.
-Bir kitabın GÜLCE kitabı olabilmesi için, kitabın kapağında veya iç kapak arkasında mutlaka (Gülce Edebiyat Akımı)adı yer almalıdır.
-Gülce, edebiyat tarihimizin başarılarla dolu mâzisinden hız ve ilham aldığı için, hece, aruz ve serbeste karşı olmadığı gibi, bunlardan yeni tarz ve şiir teknikleri de önermektedir. Bu şekilsel önermeler asla amaç değildir, Gülce’ nin asıl amacı, has şiiri, kalıcı şiiri yakalamak, şiiri önerdiği araçları da kullanarak yükseltmek amacındadır.
2-DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
-Divan Edebiyatı, İran Edebiyatı ve Arap Edebiyatı’nın havası içinde teşekkül etmiş, zamanla da millî bir Türk Edebiyatı olmuştur.
-Kur’an ve Hadis’in, Kısas-ı Enbiya ve Evliya menkıbeleri’nin, Tasavvuf’un ve Şehname motifleri ile eski İran mitolojisinin Divan edebiyatına fikir, mecaz ve mazmun kaynaklığı ettiği bir gerçektir.
-Arap şiirinde fikir yeniliği değil, sözün bolluğu, sözün güzelliği ve sözün mecaz kudreti önemlidir. Usta şairler dahi, sıkça kullanılmış fikir ve mazmunları kullanmaktan çekinmezler, yeni buluşlara heveslenmez; şairin gücü söyleyişte belli olur.
-Arap şiirinin temeli BEYİT’ tir. Bir kişinin şair olup olmadığı da, tek beyit içinde kuvvetli bir fikri, mecazı veya nükteyi kullanıp kullanamadığından anlaşılırdı. Arap şairleri İslâmiyet öncesinde sosyal hayat içinde önemli rağbet görmekteydiler. Kabileler arası şiir savaşları yapıldığı gibi, Mekke’de yapılan şiir yarışmalarında dereceye giren şiirler Kâbe duvarına asılırdı.İslâmiyet öncesi cahiliye devrinin şairlerinin kadına, küfüre ve şarap’a meyilleri sebebiyle, Peygamberimizle beraber, Kur’an’la beraber yeni bir fikir,ilim ve şiir anlayışı dönemi açılmıştır.
-İran Edebiyatı’nın Pehlevî ve Orta İranca adını alan dili ve efsâne kültürüne dayalı edebiyatı vardır.İslâmiyet’in İran’da kabulü ve yayılmasından sonra, Arapça, Arap edebiyatı İran’da silinmez izlerle hakimiyetini kurmuştur.Aruz vezni Farsça’ya uydurulmuş, bir çok Arapça kelime, bir daha çıkmamacasına İran diline girmiştir.10 ve 15. Yüzyıllarda altın çağını yaşayan İran edebiyatı ve şairleri İslamlığın en büyük şairleri olarak dünyada ün salmışlar, böylece, bizim Türk Divan Şairlerimizi de etkilemişlerdir. İran Edebiyatı parlak döneminde Gazel, Kaside ve Mesnevi tarz şiirlerde eşsiz örnekler vermiştir.
-Özellikle Mesnevi türü ile uzun manzum hikayelerin a)Destanî(epik), b)Aşk c)Öğretici(Didaktik)Mesnevilerle kaleme aldındığı ve böylece İran tarih ve geleneğinin en nemli destanı olan Şehname ile İran Milliyetçiliği de yapılmıştır.
GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI
-Gülce Edebiyat, Orta Asya’da sözlü edebiyat döneminden bugüne gelen temeli arı, duru Türk Dili, Türk halkı ve Türk Kültürü olan Millî bir edebiyattır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılan bir sayıma göre, yeryüzünde 2796 DİL konuşulmaktadır. Dil bilginleri, diller arasında gramer yapısı ve sözlük bakımlarından bir takım benzerlikler tespit ederek dünya dillerini “AİLE” adını verdiğimiz bir takım gruplara ayırmışlardır. Bunlar:
a-HİNT-AVRUPA DİLLERİ,
b-SLAV DİLLERİ,
c-ÇİN-TİBET DİLLERİ,
d- KAFKAS DİLLERİ,
e-URAL-ALTAY DİLLERİ gibi.
TÜRKÇE, Ural - Altay Dilleri arasında yer alan büyük bir dildir. Asya ve Avrupa’da çok geniş bir alana yayılmış olan Türkçemiz, Türkmence, Tatarca, Başkurtça gibi bir takım kollara ayrılmıştır.Bu kollara dil bilimciler "LEHÇE" veya "DİYALEKT" adını vermektedirler.BU KADAR BÜYÜK BİR DİL OLMASINA RAĞMEN, TÜRK LEHÇELERİ ARASINDA ANLAŞMAYI ENGELLEYECEK KADAR DERİN FARKLILIKLAR YOKTUR.
“Dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana yayılmış başka bir dil yoktur.”(w.Radolf)
“Fransızca, İtalyanca, İngilizce DİL DEĞİLDİR. Sadece bir lehçedir. Hint –Avrupa Dillerinin birer lehçesidirler.”
AVRUPALI DİL BİLGİNLERİ, TÜRKÇE BİLEN BİRİSİNİN AVRUPANIN ORTASINDAN ÇİN’E KADAR RAHATLIKLA KONUŞUP ANLAŞARAK SEYAHAT EDEBİLECEĞİNİ VURGULAMIŞLARDIR.
TÜRK DİLİNİN EN ESKİ YAZILI METNİ OLAN ORHUN ABİDELERİNİN 1260 YILLIK MAZİSİ OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR.
DÜNYA DİLLERİ ARASINDA BU KADAR ESKİ ANITLARA SAHİP OLAN DİL AZDIR. Örnek olarak RUS DİLİNİN EN ESKİ ESERİ, 12.YÜZYILDAN KALMA BİR DESTANDIR. MACARLARIN EN ESKİ ESERİ 13.YÜZYILDA YAZILMIŞTIR.
Baş, göz, ağız, kulak, ayak, kol, burun, diş, karın,et, süt, ağaç, ot, gün, ak, kara, gök, sarı, at, sığır, inek, koyun, kuzu, kuş,kan, dağ,taş,toprak,su, göl,deniz, tuz, üç, beş, sekiz, dokuz, altmış, yetmiş gibi sözler bütün Türk lehçelerinde aynıdır. Sadece söylenişinde lehçelerde çok az fark vardır. ÖRNEK, biz GÖZ derken, köz, küz diyen lehçelerimiz de vardır.
DİLİMİZ TÜRKÇE’ DE 8 SESLİ HARF VARDIR
A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü
TÜRKÇE’MİZİN HECE YAPISINDA ÜNLÜLER ÖZEL BİR YER TUTAR. DİLİMİZDE BİR TEK ÜNLÜDEN OLUŞAN HECELER ÇOKTUR. ANCAK, ÇOKLUKLA BİR, İKİ VEYA ÜÇ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜ İLE BİRLEŞEREK BİR HECE KURARLAR
O, SU, AŞ, YOL, ALT, YURT
BU ÖRNEKLERE GÖRE, TÜRKÇE’ DE HECENİN TEMELİNİ OLUŞTURAN ÜNLÜDEN ÖNCE BİR, SONRA DA EN ÇOK İKİ ÜNSÜZ BULUNUR. DİLİMİZDE BİR VEYA İKİ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜYLE BİRLEŞEREK BİR Hece KURARLAR. ÜÇ ÜNSÜZLE BİR ÜNLÜNÜN BİRLEŞMESİNDEN OLUŞAN HECE SAYISI AZDIR. Dört, kurt, sırt, yurt gibi…
Yabancı dillerden aldığımız bazı sözcükleri, harfler arasına sesli harfler koyarak TÜRKÇELEŞTİRMİŞİZ. İTALYANCA’dan gelen İSKELE (Scala) veya Fransızca’dan alınan İSTASYON(Station) bunlara örnektir.
DİL BİLİMCİLER, DİLLER ARASINDA ÜNLÜLER VE ÜNSÜZLER BAKIMINDAN BİR TAKIM MUKAYESELER YAPMIŞLAR, BUNUN SONUCUNDA İtalyanca, Macarca, Fince ve Türkçe’ de, ALFABELERİNDE ÜNLÜ HARFLERİN çok olduğunu ortaya koymuşlardır.
Dilimizin bir ZENGİNLİĞİ de TÜRKÇE KÖKLERDEN TÜRKÇE EKLERLE BİR ÇOK YENİ TÜREV YAPMAK KOLAYLIĞI VARDIR.
Örnek: Ev’ den EVCİ, EVCİL,EVCİLLEŞMEK,EVCİLLEŞTİRMEK, EVCİMEN, EVERMEK, EVLENMEK, EVLENDİRMEK, EVLİ, EVLİLİK…
Göz’ den GÖZCÜ, GÖZCÜLÜK, GÖZDE, GÖZE, GÖZETİM, GÖZETLEMEK, GÖZETMEK, GÖZLEM, GÖZLEMCİ, GÖZLEME, GÖZLEMEK, GÖZLEMLEMEK, GÖZLÜK, GÖZLÜKÇÜ, GÖZLÜKÇÜLÜK, GÖZLÜKLÜ, GÖZLÜKSÜZ, GÖZÜKMEK,
NAZIM: BİR ŞİİRİ MEYDANA GETİREN MISRALARIN KENDİ ARALARINDA TOPLANIŞ VE KAFİYELENİŞ DÜZENİNE NAZIM ŞEKLİ denir.
2 türlü nazım şekli vardır:
1-KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ
2-KURALSIZ NAZIM ŞEKİLLERİ
TEK BİR AHENK DİZİSİ OLAN NAZIM BİRİMİNE ’MISRA’ DENİR.
İKİ MISRAIN BİRBİRİYLE İLGİLİ OLARAK TEŞKİL ETTİĞİ BÜTÜNE ’BEYİT ’ DENİR.
DÖRT MISRALIK BENTLERE DÖRTLÜK(Kıta) ,
ÜÇ, BEŞ, ALTI VE DAHA ÇOK MISRALIK BENTLER DE VARDIR.
İşte GÜLCE, KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ’ ni savunan bir edebiyat akımıdır ve şiir yapı taşı olarak mısradan başlayarak, beyit, üçlük, dörtlük, beşlik, altılık.... vb bunların kombinasyonları dahil, en son onluk bentlere kadar her yapıyı özgürce kullanmaktadır. Dolayısıyla, GÜLCE bu şekliyle, Divan edebiyatı yanında Halk Edebiyatı’ nı, hattâ Dünya Edebiyatı’nı dahi gündeminden uzak tutmamaktadır. Zira, şekli ve şiirin mimari -fiziki yapısı, yapı taşını bir araç olarak gören GÜLCE, amacını has şiir olarak ilân etmiştir.
GÜLCE, İran Edebiyatının baş yıldızı olan Firdevsi’nin anlayış ve tarih yorumuna karşıdır. Türk ve Türkçe ile mensubu olduğu Türk Milleti’nin, hiç bir şair ve edebiyat tarihçisi tarafından asla suçlu-mağlup ve aşağılayıcı şekilde gösterilemeyeceğini kendisine değişmez ve şaşmaz ilke olarak kabul eden GÜLCE, yalan söyleyen tarihi doğruya ve gerçeğe getirmekte, asıl yerine oturtmaktadır. Halkın konuştuğu ve yaşayan Türkçe’ nin Arap, İran, Avrupa, Amerika vb ülkeler dillerinin işgali altına girmemesi için, dili yoğuran şairlere önemli ve büyük görevler düştüğünü söyleyen GÜLCE, Türkçe dışındaki dillere saygılıdır ve Türkçe’ye de saygı gösterilmesini istemektedir. Dilimizi kaybettiğimizde millî kimliğimizi de kaybederiz diyen GÜLCE, kendisini Türkçe’nin hizmetinde gören bir edebiyat akımıdır.
-Kur’an, Hadis, Peygamberler tarihi, menkıbeler, efsâneler yanında Dede Korkut Hikâyeleri, Nasrettin Hoca, Karagöz-Hacivat, Öncü ve Kahraman Türk kadınları, Atatürk’ümüzün Nutku, Peygamber’imizin Veda Haccı, Tarihe Yön Veren Türkler, Erenler, Anadolu evliyâları, ozanlarımız, iz bırakan şairlerimizden de hız ve ilham alan GÜLCE; önerdiği yeni şiir türleri ile bütün bu temel -kültürel alanlarda yeni eserler vücuda getirerek, gelecek nesillere önemli eserler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir. Bu çalışma ve çabaları her yıl, ortaya attığı "Proje"lerle, geniş araştırma, inceleme ve gayretler sonunda ortaya koymaktadır. Saptırılan ve İran keserince Farsî eğrilik yapılan Şehnameye karşılık GÜLCE, Ergenekon, Şu, Yaradılış, Oğuz Kağan, Göç gibi temel Türk destanlarını Gülce’ nin 18 değişik türü ile arı-duru Türkçe ile yeniden yeni yaparak; yanına da Çanakkale, Yemen, Sarıkamış, Sakarya gibi destanları da katarak tarihimize ve kültürümüze kalıcı eserler bırakmaktadır.
Uzun soluklu şiirlerinde GÜLCE, çoğu kere, temeli olan Aruz, hece, serbest’in yanında kendi önerdiği ve yeni nefes alanları dediği 18 şiir türünü bir araya getiren BAHÇE türüyle, hece-serbest birlikteliğini oluşturan BULUŞMA veya aruz-hece birlikteliği olan GÜLİSTAN ile kendini göstermektedir.
Sözün güzelliğine evet, ama, aşırı süslenerek, fazlaya kaçan imgelerle mısraların dokunuşuna da hayır diyen Gülce, lirik olmayı ve didaktik olmayı kendine şiar edinmiştir. Mecaz kudretini başlıbaşına bir şiir tekniği içinde ele almış ve Yediveren, Dönence gibi cinas ağırlıklı şiir yapılanmalarını ortaya atmıştır.
Aruzu, bir Türk Aruzu yapabilme çalışmalarında İbrahim Alâattin Gövsa-Yahya Kemal Beyatlı çizgisinden hareket ederek, bütün kural, kusur, bahirler ve öteki kuramlarını kabul ederek, aruza Türkçenin dil gömleğini giydirerek daha bir anlaşılır ve sevilir, gençler tarafından korkulunmaz duruma getirmiştir.
Kafiye ve redif konusuna ayrı önem atfeden Gülce, kafiyenin tarihsel serüveninden istifade ederek, kafiyenin yönlendirici ve sınırlayıcı etkisini ÇAPRAZLAMA önerisiyle azaltmaya çalışmıştır. Kafiyenin mısra sonlarında kullanılmasına karşı olmayan Gülce, mısra başında, mısra ortasında, çaprazlamasına da kullanılmasını ve bunun da denenerek yeni ve tadı daha bir başka güzel şiirler kaleme alınabileceğini ortaya koymuştur. Batı ve uzak doğu edebiyatı dahil, bütün Dünya Edebiyatı ve o ülkeler edebiyatlarının şiir şekil ve yapılanmalarını da gündemine koyan Gülce, şiir iklimimizin zenginleşmesini sağlamış, şair ufuklarına derinlikler kazandırmış bir edebiyat akımıdır.
DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN
Divan Edebiyatı Süslülük’e oldukça önem veren, anlam ve söz sanatlarını fazlaca kullanan bir edebiyattır.
Gülce Edebiyat’ ta anlam ve söz sanatları oldukça önemlidir, ama, anlamın sanata veya sanatın anlama feda edilmesini Gülce düşünmez ve istemez. Bu sebeple, sadeye yakın, yeterli miktarda sanat; fakat muhakkak ki ve kesinlikle anlamlılık. Gülce, anlamsız şiire karşıdır. Anlamda, derinliği olan, okuyucuyu fazlada yormayan bir kurgu ister.
Divan Edebiyatı şairleri (servi boy, ay çehre, ok kirpik, ince bel) gibi güzellik ölçütlerini zevk düsturu edinmiştir. Divan şairleri, şiirlerinde pek az ayrıntı ile bir tek güzel tipini övmüşlerdir. Bu, tâ eski iran şairlerinden beri, bütün hatları çizilmiş, bütün boyaları vurulmuş, dekoru, arka planı, gölgeleri inceden inceye tespit edilmiş klâsik bir tabloya benzemektedir. Şairlerimiz 600 yıl bu mücerret, minyatürümsü, bu “muamma güzel”i öne sürerek esasta kendi sevgililerini, aşk ve hasret duygularını anlatmışlardır. Yaşanılan hayatta hiç rastlanılmayan bu “hayâl güzelin” özellikleri şöyledir :
-Boyu servi gibi uzun
-Çehresi ay gibi parlak
-Gözleri nergisleyin baygın,
-Kaşı yay,
-Kirpiği ok,
-Saçı uzun, siyah ve dağınık,
-Ağzı nokta kadar küçük,
-Yanakları gül pembesi,
-Beli kıldan ince,
-Teni gümüş gibi parlaktır.
Bu hayâl güzel, bir model olarak her şair tarafından evilir. Şairin sevgilisi, bu örnek’e uysun veya uymasın, isterse bambaşka olsun, Divan Edebiyatı Şairi yine de bu “model –hayâl güzeli” övmek ve sevgisini ona ait mazmunlarla göstermek zorundadır. Başka türlü bir güzel anlatmak şairlikten vaz geçmek anlamına gelir. O çağların estetik anlayışı böyleydi.
Divan şairi, “Servi boy” deyince upuzun bir servi ağacı değil de, sevgilinin düzgün vücudu, nazlı yürüyüşü, körpe hali; hasılı bütün bunları hep birlikte anlatmak isterdi. Divan Şiirinde belli bir takım anlam ve kelimeleri çağrıştıran bu sisteme “MAZMUN” adı verilirdi.
Gülce Edebiyat Akımı’ nın da hiç şüphesiz “MAZMUN” adını vereceğimiz, bir mısraın içine hünerle yerleştirilen özel mânâ, okuyanda çağrışımlar yaptıran “tip-model haline getirilmiş hayâl güzel”i yoktur. Güzellik, şaire göre değişen bir özelliktir. Divan Şiirinde Mazmun(açık veya kapalı olarak)teşbih, istiare, imâ, telmih, leffü neşir, tecahülü ârifâne, hüsn-ü tâlil vb. sanatlardan biri vasıtasıyla yapılırdı. Ayrıca, Divan Edebiyatı’nın genellikle erkek egemen bir edebiyat olduğu göz önüne alınacak olursa, bütün şairlerin odak noktasındaki “Divan Güzeli” ni anlayabilmekteyiz. Şimdi ise, Gülce Edebiyat Akımı, böyle bir ayırdıma karşı olduğu gibi, erkek egemen bir edebî topluluk değil, şairlerinin yarısının bayan olduğu gerçeğini de düşünerek; günümüzde aşkı algılamak ve yorumlamak ile Divan edebiyatı döneminde algılamak ve yorumlamak arasında müthiş farklılıklar bulunmakta olduğunun bilincindedir.
Divan Şiirinde;
Saç(Zülüf)denince; görünüşü bakımından: sünbül, perişanlık, yılan, büklüm. Rengi ile: kâfir, gece, siyah, kara, gölge. Kokusu dolayısıyla: misk, amber, duman... hatırlanırdı.(İstisna olarak mesela Nedim şiirlerinde Sarı Saç veya Sırma saç’ı da kullanmıştır.)
Göz(çeşm)denince; görünüşüyle: nerkis, badem, âhu; rengiyle:Kâfir, siyah; özellikleriylearhoş, nazlı, mahmur, hasta; eylemleriyle:büyücü, katil ... hatırlanırdı.(İstisna olarak bazı şairler mavi göz de demişlerdir.)
Yanak,yüz(ruh, ârız)denince; Sabah, güneş, nur, ayna, ateş, yasemin, lâle, erguvan, mushaf, peri... hatırlanırdı.
Ağız ve dudak (dehen ve leb)denince; Küçüklük yönünden:mim, gonca,zerre, nokta, yokluk,sır; Rengi bakımından:l’âl, kiraz, şarap, yâkut, lâle; Tadı ve zevki dolayısıyla: âb-ı hayat, Kevser, şeker... hatırlanırdı.
Boy(ka’d)denince; Servi, çınar, ar’ar(ardıç, dağ servi’si)Nihal(dal ve fidan)şimşâd(şimşir ağacı)elif, âfet, kıyamet, fıskıye...hatırlanırdı.
Sevgili(Yâr, nigâr, canan)denince; Peri, melek, hûri, şah, padişah, put, gül, nûr, Hızır, İsa, tabip, ömür, zalim, cefacı, vefasız, başkalarını seven... hatırlanırdı.
Âşık denince; Viran, harap, perişan, biçare, düşkün, gamlı, ağlayan, sabırlı... hatırlanırdı.
Bunlardan Başka;
Gamze(yan bakış):kılıç, ok, fettan, yol vurucu.
Hat(Sevgili yanağında ince tüyler):âyet, çimen, menekşe.
Bel(miyan):kıl.
Diş:inci
Gerdan:kâfur... Çağrışımları yaptırırdı.
Divan Edebiyatının timsal ve efsânelerine biraz daha yakından bakacak olur isek; karşımıza başlı başına bir “mazmun hazinesi” çıkmaktadır. Gülce Edebiyat Akımı’nın kabulleri arasında yer alan Divan Edebiyatı mazmunları şunlardır. Şairlerimiz, tıpkı Divan şairlerinin yaptığı gibi: Güzellikte, yiğitlikte, cömertlikte, iyi huyda, aşkta, feragatte ve benzeri konularda “mesel” haline gelmiş bu kahramanlar ve konulardan istifade ederek, mısra işçiliklerinde bu varlıklar, olaylar, kahramanların bizatihi kendileri veya sıfatlarına ait “sezdirmeler yapmışlar ve yapmaya da devam etmektedirler. Gülce Edebiyat’a bu bakımdan, “Türk çağdaş tasavvuf edebiyatı” diyenler olduğu gibi, “yeni divancılar” diyenler de olmuştur. Ancak, Gülceciler bu mazmun hazinesine, yeni mazmunlar ekleyerek, hazineyi daha da zenginleştirmişlerdir.
Sözü fazla uzatmadan, Divan Edebiyatı mazmun hazinesinden Gülce’ nin benimsedikleri ile Gülce Şairlerinin eklediği mazmunları teker teker sunmaya gayret edelim.
Hz. MUHAMMED(s.a.v):
Divan Edebiyatında Peygamber’imiz,” Nur-u Muhammedî ve birçok mucizelerin sahibi” olarak ele alınmıştır. Peygamber’imiz, Yüce Yaradan’ın güzel sevgilisi(Mahbûbullah)dir. O doğduğu gece olağanüstülükler meydana gelmiştir. Tak-i Kisra yıkılmış, Mecusilerin ateşi sönmüştür. Vücudunda Peygamberlik mührü vardır. Yetimler yetimidir. Gölgesi hiçbir zaman yere düşmemiş, güneşli havada gezdiği zaman başının üstünde beyaz bir bulut dolaşmıştır. Hicret esnasında mağara ve mağara kapısı önündeki örümcek ve yuva yapıp yumurtlayan bir çift güvercin... İşte Divan Edebiyatı şiirinin Peygamber’imize baktığı noktalar. Ayrıca, Bedir savaşında Yüce Yaradan’a yalvarması üzerine Cebrail’in bir avuç toprak atarak düşmanları perişan etmesi, bir işareti ile ay’ı ortadan ikiye bölmesi, yeni diktiği hurma fidanının hemen meyve vermesi, Kâbe’yi yıkmaya gelenlere “Ebabil Kuşları” nın gökten taş yağdırması gibi mucizeleri de Divan Şiirinin önemli konuları arasındaydı.
Gülce Edebiyat Peygamber’imiz konusunda bütün bunları kabul ettiği gibi, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in başta “Çöle İnen Nur” eseri olmak üzere, çoğu eserlerinde Peygamber’imizi anlatımları ve ifadelerini bir büyük tutku olarak ele almaktadır.
Gülce’nin gülü ile de Peygamber’imizi, Atatürk’ü, Dede Korkut’u ve Yunus Emre’yi görmekteyiz.
ATATÜRK(Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)
Gülce Edebiyat’da Atatürk, ayyıldızlı bayrak ve vatan ile birlikte ele alınır. Türk vatanının düşman çizmesinden kurtuluşunu sağlayan, en büyük askerî deha olarak Atatürk, önder, lider ve komutandır. Atatürk’ü çağdaş ve akılcı fikirler ve düşünüşlerin, aydınlığın; dünün, bugünün ve geleceğin bir simgesi olarak algılamaktayız. İdeal, örnek şahsiyet, aynı zamanda iyi bir insan. Tarihe yön veren üstün akıl ve yürek…Mazlum milletlere örnek…
DEDE KORKUT (Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)
Korkut Ata… Derleyen, toparlayan, birlik tesis eden, öğüt veren, sarıp sarmalayan, kara ve zor günlerde yol gösteren, dili yoğuran, genç neslin Kâmil insanı, doyumsuz sözü ve sohbeti bulunan, aydınlık yüzlü, akça sakallı, başında kalpağı, yay gibi kaşları, yüz ifadesi olarak Atatürk güzelliğinde, bilge, halk kültürü, folklor, halk sağlığı konularında bir profesör kadar bilgili, dudaklarında sihirli ve muhteşem bir tebessüm bulunan bir ulu zat.
YUNUS EMRE(Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.):
Anadolu kokulu bir yayla çiçeği, sarı çiğdem, sırtında alıç heybesi, gök yemişini halkına dağıtan, Yaradılanı Yaradandan ötürü seven muhteşem insan. Şiirimizin ve gönüllerimizin mimarı. Dergâha 40 yıl düz odun taşıyan aşk ve iman iklimi.Türkçe’mizin ses bayraklarından birisi.
ADEM :
Divan Edebiyatına gore, insanoğlunun babası. Yüce Yaradan, gökleri ve yerleri yarattıktan sonra Cebrail’e buyurmuş. O’ da, yeryüzündeki her cins toprak karışığından toplayıp getirmiş.Allah O’na en güzel şekli(Ahsen-i takvim) verdikten (kırk yıl)sonra meydana gelen kalıba ruh da üflemiş ve böylece ilk insanı(Adem’i)yaratmıştı. Melekler bu yaratığı önceden istemedikleri halde, Yüce Mevlâ’ nın “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” buyruğu üzerine ona secde etmişlerdi. Yalnız, Cennet’in hazinedârı olan İblis(Şeytan)ona secde etmemek yüzünden Cennet’ten kovuldu ve lânetlendi.
Adem, Cennet’te iken sol eğe kemiğinden Havva yaratıldı. Bunlara Cennet’teki “memnu meyva” (buğday yahut elma)dan yemeleri yasak edilmişti. Cennet’ten kovulan İblis, yılanın dişleri arasından gizlice oraya girerek Ademle Havva’yı bu meyveden yemeğe kandırmıştı. Bunun üzerine her ikisi de (İblis ve yılanla birlikte)Cennet’ten yeryüzüne kovuldular.
Adem, Hindistan’da Seylân (Serendip)adasına, Havva ise Cidde yakınlarına düştü. Uzun cefalardan sonra Havva ile buluştular. Yaradan’da onları bağışladı. Adem ilk Peygamber olarak 930 yıl yaşadı. Yirmi kızı, yirmi de oğlu oldu. Peygamberler O’ nun soyundan geldiler. Yeryüzüne ilk buğdayı ekmiş olan bu ilk insan ve ilk Peygamber, çiftçilerin de piri sayıldı.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)
DÂVUD:
Kitap sahibi, İsrailoğlu Peygamberlerindendir. Dört kutsal kitaptan biri olan “Zebur” ona gönderilmiştir. Süleyman Peygamber’in babası olan Davud, serdarlarından birinin karısına gönül verdiği için onu savaşa gönderip öldürtmüş, bu yüzden başına türlü belâlar gelmiştir. Edebiyatta güzellik timsali olarak geçer. Ayrıca mizmar çalmada ve bu alet ile “mezâmir” denilen “Zebur ilâhilerini” söylemede üstad sayılır. Demiri elinde yumuşatıp zırh yapması aynı zamanda bir kuvvet sembolüdür. Davud, Dünyada bir daha eşi görülmemiş sesi ile Zebur okuduğu zaman kuşlar toplanıp dinlermiş ve dağlar yankılanırmış. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)
---------------------DEVAMI VAR----------------------------------------
DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT
Mustafa CEYLAN
*********************
1-DİVAN kelimesi,
-Kayıtlar defteri,
-Danışma meclisi,
-Sultanın veya büyüklerin oturduğu sedir,
-Yüksek mahkeme,
-Büyükler huzurunda saygılı duruş,
-Mânevi yüksek huzur,
-Bir şaire ait şiirler, bir dile ait sözler topluluğu anlamlarında kullanılmaktadır.
Kitap çeşidi olarak bir konu üzerinde belirli -kurallı dizilişle oluşturulmuş kitaplara divan denilmektedir. Örnek: Divan’ı Lügat’it Türk.
Veya
Bakî Divanı, Nedim Divanı gibi.
Tam bir Divan ise
-Kasideler(Tevhit-münacaat-naat).
-Manzum tarih düşülmesi
-Kafiyeleri Arap Alfabesi harf sırasına göre düzenlenmiş Gazeller,
-Rübailer, Murabbalar,Terkip ve Terci-i Bentler vs’den meydana gelmelidir.
Ancak, bütün bu çeşitlerin her divanda bulunması şart değildir.
GÜLCE kelimesi,
-Güle benzeyen, gül gibi
-Küçük gül
-Gül, saflığın, güzelliğin, aşkın, barışın, sevginin, özlemin, Anadolu’nun, Peygamber’imizin simgesidir.
-Gül, çeşitli renkleriyle, ince ve narin yapraklarıyla, dikenli dalıyla sadece bir bitki olarak değil, asırlarca Türk Edebiyatı’nın ve şairlerinin ruh ve yürek dili olmuştur.
-Kavgalar, küslükler, ayrılıklar bir demet gül ile barışa, huzura, esenliğe, birliğe dönüşür.
-Bir şark çiçeği olan gül’ü atalarımız göçlerle gittikleri her yere, Balkanlar’a ve avrupa’ya taşımışlardır.
-Bir kitabın GÜLCE kitabı olabilmesi için, kitabın kapağında veya iç kapak arkasında mutlaka (Gülce Edebiyat Akımı)adı yer almalıdır.
-Gülce, edebiyat tarihimizin başarılarla dolu mâzisinden hız ve ilham aldığı için, hece, aruz ve serbeste karşı olmadığı gibi, bunlardan yeni tarz ve şiir teknikleri de önermektedir. Bu şekilsel önermeler asla amaç değildir, Gülce’ nin asıl amacı, has şiiri, kalıcı şiiri yakalamak, şiiri önerdiği araçları da kullanarak yükseltmek amacındadır.
2-DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
-Divan Edebiyatı, İran Edebiyatı ve Arap Edebiyatı’nın havası içinde teşekkül etmiş, zamanla da millî bir Türk Edebiyatı olmuştur.
-Kur’an ve Hadis’in, Kısas-ı Enbiya ve Evliya menkıbeleri’nin, Tasavvuf’un ve Şehname motifleri ile eski İran mitolojisinin Divan edebiyatına fikir, mecaz ve mazmun kaynaklığı ettiği bir gerçektir.
-Arap şiirinde fikir yeniliği değil, sözün bolluğu, sözün güzelliği ve sözün mecaz kudreti önemlidir. Usta şairler dahi, sıkça kullanılmış fikir ve mazmunları kullanmaktan çekinmezler, yeni buluşlara heveslenmez; şairin gücü söyleyişte belli olur.
-Arap şiirinin temeli BEYİT’ tir. Bir kişinin şair olup olmadığı da, tek beyit içinde kuvvetli bir fikri, mecazı veya nükteyi kullanıp kullanamadığından anlaşılırdı. Arap şairleri İslâmiyet öncesinde sosyal hayat içinde önemli rağbet görmekteydiler. Kabileler arası şiir savaşları yapıldığı gibi, Mekke’de yapılan şiir yarışmalarında dereceye giren şiirler Kâbe duvarına asılırdı.İslâmiyet öncesi cahiliye devrinin şairlerinin kadına, küfüre ve şarap’a meyilleri sebebiyle, Peygamberimizle beraber, Kur’an’la beraber yeni bir fikir,ilim ve şiir anlayışı dönemi açılmıştır.
-İran Edebiyatı’nın Pehlevî ve Orta İranca adını alan dili ve efsâne kültürüne dayalı edebiyatı vardır.İslâmiyet’in İran’da kabulü ve yayılmasından sonra, Arapça, Arap edebiyatı İran’da silinmez izlerle hakimiyetini kurmuştur.Aruz vezni Farsça’ya uydurulmuş, bir çok Arapça kelime, bir daha çıkmamacasına İran diline girmiştir.10 ve 15. Yüzyıllarda altın çağını yaşayan İran edebiyatı ve şairleri İslamlığın en büyük şairleri olarak dünyada ün salmışlar, böylece, bizim Türk Divan Şairlerimizi de etkilemişlerdir. İran Edebiyatı parlak döneminde Gazel, Kaside ve Mesnevi tarz şiirlerde eşsiz örnekler vermiştir.
-Özellikle Mesnevi türü ile uzun manzum hikayelerin a)Destanî(epik), b)Aşk c)Öğretici(Didaktik)Mesnevilerle kaleme aldındığı ve böylece İran tarih ve geleneğinin en nemli destanı olan Şehname ile İran Milliyetçiliği de yapılmıştır.
GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI
-Gülce Edebiyat, Orta Asya’da sözlü edebiyat döneminden bugüne gelen temeli arı, duru Türk Dili, Türk halkı ve Türk Kültürü olan Millî bir edebiyattır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılan bir sayıma göre, yeryüzünde 2796 DİL konuşulmaktadır. Dil bilginleri, diller arasında gramer yapısı ve sözlük bakımlarından bir takım benzerlikler tespit ederek dünya dillerini “AİLE” adını verdiğimiz bir takım gruplara ayırmışlardır. Bunlar:
a-HİNT-AVRUPA DİLLERİ,
b-SLAV DİLLERİ,
c-ÇİN-TİBET DİLLERİ,
d- KAFKAS DİLLERİ,
e-URAL-ALTAY DİLLERİ gibi.
TÜRKÇE, Ural - Altay Dilleri arasında yer alan büyük bir dildir. Asya ve Avrupa’da çok geniş bir alana yayılmış olan Türkçemiz, Türkmence, Tatarca, Başkurtça gibi bir takım kollara ayrılmıştır.Bu kollara dil bilimciler "LEHÇE" veya "DİYALEKT" adını vermektedirler.BU KADAR BÜYÜK BİR DİL OLMASINA RAĞMEN, TÜRK LEHÇELERİ ARASINDA ANLAŞMAYI ENGELLEYECEK KADAR DERİN FARKLILIKLAR YOKTUR.
“Dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana yayılmış başka bir dil yoktur.”(w.Radolf)
“Fransızca, İtalyanca, İngilizce DİL DEĞİLDİR. Sadece bir lehçedir. Hint –Avrupa Dillerinin birer lehçesidirler.”
AVRUPALI DİL BİLGİNLERİ, TÜRKÇE BİLEN BİRİSİNİN AVRUPANIN ORTASINDAN ÇİN’E KADAR RAHATLIKLA KONUŞUP ANLAŞARAK SEYAHAT EDEBİLECEĞİNİ VURGULAMIŞLARDIR.
TÜRK DİLİNİN EN ESKİ YAZILI METNİ OLAN ORHUN ABİDELERİNİN 1260 YILLIK MAZİSİ OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR.
DÜNYA DİLLERİ ARASINDA BU KADAR ESKİ ANITLARA SAHİP OLAN DİL AZDIR. Örnek olarak RUS DİLİNİN EN ESKİ ESERİ, 12.YÜZYILDAN KALMA BİR DESTANDIR. MACARLARIN EN ESKİ ESERİ 13.YÜZYILDA YAZILMIŞTIR.
Baş, göz, ağız, kulak, ayak, kol, burun, diş, karın,et, süt, ağaç, ot, gün, ak, kara, gök, sarı, at, sığır, inek, koyun, kuzu, kuş,kan, dağ,taş,toprak,su, göl,deniz, tuz, üç, beş, sekiz, dokuz, altmış, yetmiş gibi sözler bütün Türk lehçelerinde aynıdır. Sadece söylenişinde lehçelerde çok az fark vardır. ÖRNEK, biz GÖZ derken, köz, küz diyen lehçelerimiz de vardır.
DİLİMİZ TÜRKÇE’ DE 8 SESLİ HARF VARDIR
A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü
TÜRKÇE’MİZİN HECE YAPISINDA ÜNLÜLER ÖZEL BİR YER TUTAR. DİLİMİZDE BİR TEK ÜNLÜDEN OLUŞAN HECELER ÇOKTUR. ANCAK, ÇOKLUKLA BİR, İKİ VEYA ÜÇ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜ İLE BİRLEŞEREK BİR HECE KURARLAR
O, SU, AŞ, YOL, ALT, YURT
BU ÖRNEKLERE GÖRE, TÜRKÇE’ DE HECENİN TEMELİNİ OLUŞTURAN ÜNLÜDEN ÖNCE BİR, SONRA DA EN ÇOK İKİ ÜNSÜZ BULUNUR. DİLİMİZDE BİR VEYA İKİ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜYLE BİRLEŞEREK BİR Hece KURARLAR. ÜÇ ÜNSÜZLE BİR ÜNLÜNÜN BİRLEŞMESİNDEN OLUŞAN HECE SAYISI AZDIR. Dört, kurt, sırt, yurt gibi…
Yabancı dillerden aldığımız bazı sözcükleri, harfler arasına sesli harfler koyarak TÜRKÇELEŞTİRMİŞİZ. İTALYANCA’dan gelen İSKELE (Scala) veya Fransızca’dan alınan İSTASYON(Station) bunlara örnektir.
DİL BİLİMCİLER, DİLLER ARASINDA ÜNLÜLER VE ÜNSÜZLER BAKIMINDAN BİR TAKIM MUKAYESELER YAPMIŞLAR, BUNUN SONUCUNDA İtalyanca, Macarca, Fince ve Türkçe’ de, ALFABELERİNDE ÜNLÜ HARFLERİN çok olduğunu ortaya koymuşlardır.
Dilimizin bir ZENGİNLİĞİ de TÜRKÇE KÖKLERDEN TÜRKÇE EKLERLE BİR ÇOK YENİ TÜREV YAPMAK KOLAYLIĞI VARDIR.
Örnek: Ev’ den EVCİ, EVCİL,EVCİLLEŞMEK,EVCİLLEŞTİRMEK, EVCİMEN, EVERMEK, EVLENMEK, EVLENDİRMEK, EVLİ, EVLİLİK…
Göz’ den GÖZCÜ, GÖZCÜLÜK, GÖZDE, GÖZE, GÖZETİM, GÖZETLEMEK, GÖZETMEK, GÖZLEM, GÖZLEMCİ, GÖZLEME, GÖZLEMEK, GÖZLEMLEMEK, GÖZLÜK, GÖZLÜKÇÜ, GÖZLÜKÇÜLÜK, GÖZLÜKLÜ, GÖZLÜKSÜZ, GÖZÜKMEK,
NAZIM: BİR ŞİİRİ MEYDANA GETİREN MISRALARIN KENDİ ARALARINDA TOPLANIŞ VE KAFİYELENİŞ DÜZENİNE NAZIM ŞEKLİ denir.
2 türlü nazım şekli vardır:
1-KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ
2-KURALSIZ NAZIM ŞEKİLLERİ
TEK BİR AHENK DİZİSİ OLAN NAZIM BİRİMİNE ’MISRA’ DENİR.
İKİ MISRAIN BİRBİRİYLE İLGİLİ OLARAK TEŞKİL ETTİĞİ BÜTÜNE ’BEYİT ’ DENİR.
DÖRT MISRALIK BENTLERE DÖRTLÜK(Kıta) ,
ÜÇ, BEŞ, ALTI VE DAHA ÇOK MISRALIK BENTLER DE VARDIR.
İşte GÜLCE, KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ’ ni savunan bir edebiyat akımıdır ve şiir yapı taşı olarak mısradan başlayarak, beyit, üçlük, dörtlük, beşlik, altılık.... vb bunların kombinasyonları dahil, en son onluk bentlere kadar her yapıyı özgürce kullanmaktadır. Dolayısıyla, GÜLCE bu şekliyle, Divan edebiyatı yanında Halk Edebiyatı’ nı, hattâ Dünya Edebiyatı’nı dahi gündeminden uzak tutmamaktadır. Zira, şekli ve şiirin mimari -fiziki yapısı, yapı taşını bir araç olarak gören GÜLCE, amacını has şiir olarak ilân etmiştir.
GÜLCE, İran Edebiyatının baş yıldızı olan Firdevsi’nin anlayış ve tarih yorumuna karşıdır. Türk ve Türkçe ile mensubu olduğu Türk Milleti’nin, hiç bir şair ve edebiyat tarihçisi tarafından asla suçlu-mağlup ve aşağılayıcı şekilde gösterilemeyeceğini kendisine değişmez ve şaşmaz ilke olarak kabul eden GÜLCE, yalan söyleyen tarihi doğruya ve gerçeğe getirmekte, asıl yerine oturtmaktadır. Halkın konuştuğu ve yaşayan Türkçe’ nin Arap, İran, Avrupa, Amerika vb ülkeler dillerinin işgali altına girmemesi için, dili yoğuran şairlere önemli ve büyük görevler düştüğünü söyleyen GÜLCE, Türkçe dışındaki dillere saygılıdır ve Türkçe’ye de saygı gösterilmesini istemektedir. Dilimizi kaybettiğimizde millî kimliğimizi de kaybederiz diyen GÜLCE, kendisini Türkçe’nin hizmetinde gören bir edebiyat akımıdır.
-Kur’an, Hadis, Peygamberler tarihi, menkıbeler, efsâneler yanında Dede Korkut Hikâyeleri, Nasrettin Hoca, Karagöz-Hacivat, Öncü ve Kahraman Türk kadınları, Atatürk’ümüzün Nutku, Peygamber’imizin Veda Haccı, Tarihe Yön Veren Türkler, Erenler, Anadolu evliyâları, ozanlarımız, iz bırakan şairlerimizden de hız ve ilham alan GÜLCE; önerdiği yeni şiir türleri ile bütün bu temel -kültürel alanlarda yeni eserler vücuda getirerek, gelecek nesillere önemli eserler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir. Bu çalışma ve çabaları her yıl, ortaya attığı "Proje"lerle, geniş araştırma, inceleme ve gayretler sonunda ortaya koymaktadır. Saptırılan ve İran keserince Farsî eğrilik yapılan Şehnameye karşılık GÜLCE, Ergenekon, Şu, Yaradılış, Oğuz Kağan, Göç gibi temel Türk destanlarını Gülce’ nin 18 değişik türü ile arı-duru Türkçe ile yeniden yeni yaparak; yanına da Çanakkale, Yemen, Sarıkamış, Sakarya gibi destanları da katarak tarihimize ve kültürümüze kalıcı eserler bırakmaktadır.
Uzun soluklu şiirlerinde GÜLCE, çoğu kere, temeli olan Aruz, hece, serbest’in yanında kendi önerdiği ve yeni nefes alanları dediği 18 şiir türünü bir araya getiren BAHÇE türüyle, hece-serbest birlikteliğini oluşturan BULUŞMA veya aruz-hece birlikteliği olan GÜLİSTAN ile kendini göstermektedir.
Sözün güzelliğine evet, ama, aşırı süslenerek, fazlaya kaçan imgelerle mısraların dokunuşuna da hayır diyen Gülce, lirik olmayı ve didaktik olmayı kendine şiar edinmiştir. Mecaz kudretini başlıbaşına bir şiir tekniği içinde ele almış ve Yediveren, Dönence gibi cinas ağırlıklı şiir yapılanmalarını ortaya atmıştır.
Aruzu, bir Türk Aruzu yapabilme çalışmalarında İbrahim Alâattin Gövsa-Yahya Kemal Beyatlı çizgisinden hareket ederek, bütün kural, kusur, bahirler ve öteki kuramlarını kabul ederek, aruza Türkçenin dil gömleğini giydirerek daha bir anlaşılır ve sevilir, gençler tarafından korkulunmaz duruma getirmiştir.
Kafiye ve redif konusuna ayrı önem atfeden Gülce, kafiyenin tarihsel serüveninden istifade ederek, kafiyenin yönlendirici ve sınırlayıcı etkisini ÇAPRAZLAMA önerisiyle azaltmaya çalışmıştır. Kafiyenin mısra sonlarında kullanılmasına karşı olmayan Gülce, mısra başında, mısra ortasında, çaprazlamasına da kullanılmasını ve bunun da denenerek yeni ve tadı daha bir başka güzel şiirler kaleme alınabileceğini ortaya koymuştur. Batı ve uzak doğu edebiyatı dahil, bütün Dünya Edebiyatı ve o ülkeler edebiyatlarının şiir şekil ve yapılanmalarını da gündemine koyan Gülce, şiir iklimimizin zenginleşmesini sağlamış, şair ufuklarına derinlikler kazandırmış bir edebiyat akımıdır.
DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN
Divan Edebiyatı Süslülük’e oldukça önem veren, anlam ve söz sanatlarını fazlaca kullanan bir edebiyattır.
Gülce Edebiyat’ ta anlam ve söz sanatları oldukça önemlidir, ama, anlamın sanata veya sanatın anlama feda edilmesini Gülce düşünmez ve istemez. Bu sebeple, sadeye yakın, yeterli miktarda sanat; fakat muhakkak ki ve kesinlikle anlamlılık. Gülce, anlamsız şiire karşıdır. Anlamda, derinliği olan, okuyucuyu fazlada yormayan bir kurgu ister.
Divan Edebiyatı şairleri (servi boy, ay çehre, ok kirpik, ince bel) gibi güzellik ölçütlerini zevk düsturu edinmiştir. Divan şairleri, şiirlerinde pek az ayrıntı ile bir tek güzel tipini övmüşlerdir. Bu, tâ eski iran şairlerinden beri, bütün hatları çizilmiş, bütün boyaları vurulmuş, dekoru, arka planı, gölgeleri inceden inceye tespit edilmiş klâsik bir tabloya benzemektedir. Şairlerimiz 600 yıl bu mücerret, minyatürümsü, bu “muamma güzel”i öne sürerek esasta kendi sevgililerini, aşk ve hasret duygularını anlatmışlardır. Yaşanılan hayatta hiç rastlanılmayan bu “hayâl güzelin” özellikleri şöyledir :
-Boyu servi gibi uzun
-Çehresi ay gibi parlak
-Gözleri nergisleyin baygın,
-Kaşı yay,
-Kirpiği ok,
-Saçı uzun, siyah ve dağınık,
-Ağzı nokta kadar küçük,
-Yanakları gül pembesi,
-Beli kıldan ince,
-Teni gümüş gibi parlaktır.
Bu hayâl güzel, bir model olarak her şair tarafından evilir. Şairin sevgilisi, bu örnek’e uysun veya uymasın, isterse bambaşka olsun, Divan Edebiyatı Şairi yine de bu “model –hayâl güzeli” övmek ve sevgisini ona ait mazmunlarla göstermek zorundadır. Başka türlü bir güzel anlatmak şairlikten vaz geçmek anlamına gelir. O çağların estetik anlayışı böyleydi.
Divan şairi, “Servi boy” deyince upuzun bir servi ağacı değil de, sevgilinin düzgün vücudu, nazlı yürüyüşü, körpe hali; hasılı bütün bunları hep birlikte anlatmak isterdi. Divan Şiirinde belli bir takım anlam ve kelimeleri çağrıştıran bu sisteme “MAZMUN” adı verilirdi.
Gülce Edebiyat Akımı’ nın da hiç şüphesiz “MAZMUN” adını vereceğimiz, bir mısraın içine hünerle yerleştirilen özel mânâ, okuyanda çağrışımlar yaptıran “tip-model haline getirilmiş hayâl güzel”i yoktur. Güzellik, şaire göre değişen bir özelliktir. Divan Şiirinde Mazmun(açık veya kapalı olarak)teşbih, istiare, imâ, telmih, leffü neşir, tecahülü ârifâne, hüsn-ü tâlil vb. sanatlardan biri vasıtasıyla yapılırdı. Ayrıca, Divan Edebiyatı’nın genellikle erkek egemen bir edebiyat olduğu göz önüne alınacak olursa, bütün şairlerin odak noktasındaki “Divan Güzeli” ni anlayabilmekteyiz. Şimdi ise, Gülce Edebiyat Akımı, böyle bir ayırdıma karşı olduğu gibi, erkek egemen bir edebî topluluk değil, şairlerinin yarısının bayan olduğu gerçeğini de düşünerek; günümüzde aşkı algılamak ve yorumlamak ile Divan edebiyatı döneminde algılamak ve yorumlamak arasında müthiş farklılıklar bulunmakta olduğunun bilincindedir.
Divan Şiirinde;
Saç(Zülüf)denince; görünüşü bakımından: sünbül, perişanlık, yılan, büklüm. Rengi ile: kâfir, gece, siyah, kara, gölge. Kokusu dolayısıyla: misk, amber, duman... hatırlanırdı.(İstisna olarak mesela Nedim şiirlerinde Sarı Saç veya Sırma saç’ı da kullanmıştır.)
Göz(çeşm)denince; görünüşüyle: nerkis, badem, âhu; rengiyle:Kâfir, siyah; özellikleriylearhoş, nazlı, mahmur, hasta; eylemleriyle:büyücü, katil ... hatırlanırdı.(İstisna olarak bazı şairler mavi göz de demişlerdir.)
Yanak,yüz(ruh, ârız)denince; Sabah, güneş, nur, ayna, ateş, yasemin, lâle, erguvan, mushaf, peri... hatırlanırdı.
Ağız ve dudak (dehen ve leb)denince; Küçüklük yönünden:mim, gonca,zerre, nokta, yokluk,sır; Rengi bakımından:l’âl, kiraz, şarap, yâkut, lâle; Tadı ve zevki dolayısıyla: âb-ı hayat, Kevser, şeker... hatırlanırdı.
Boy(ka’d)denince; Servi, çınar, ar’ar(ardıç, dağ servi’si)Nihal(dal ve fidan)şimşâd(şimşir ağacı)elif, âfet, kıyamet, fıskıye...hatırlanırdı.
Sevgili(Yâr, nigâr, canan)denince; Peri, melek, hûri, şah, padişah, put, gül, nûr, Hızır, İsa, tabip, ömür, zalim, cefacı, vefasız, başkalarını seven... hatırlanırdı.
Âşık denince; Viran, harap, perişan, biçare, düşkün, gamlı, ağlayan, sabırlı... hatırlanırdı.
Bunlardan Başka;
Gamze(yan bakış):kılıç, ok, fettan, yol vurucu.
Hat(Sevgili yanağında ince tüyler):âyet, çimen, menekşe.
Bel(miyan):kıl.
Diş:inci
Gerdan:kâfur... Çağrışımları yaptırırdı.
Divan Edebiyatının timsal ve efsânelerine biraz daha yakından bakacak olur isek; karşımıza başlı başına bir “mazmun hazinesi” çıkmaktadır. Gülce Edebiyat Akımı’nın kabulleri arasında yer alan Divan Edebiyatı mazmunları şunlardır. Şairlerimiz, tıpkı Divan şairlerinin yaptığı gibi: Güzellikte, yiğitlikte, cömertlikte, iyi huyda, aşkta, feragatte ve benzeri konularda “mesel” haline gelmiş bu kahramanlar ve konulardan istifade ederek, mısra işçiliklerinde bu varlıklar, olaylar, kahramanların bizatihi kendileri veya sıfatlarına ait “sezdirmeler yapmışlar ve yapmaya da devam etmektedirler. Gülce Edebiyat’a bu bakımdan, “Türk çağdaş tasavvuf edebiyatı” diyenler olduğu gibi, “yeni divancılar” diyenler de olmuştur. Ancak, Gülceciler bu mazmun hazinesine, yeni mazmunlar ekleyerek, hazineyi daha da zenginleştirmişlerdir.
Sözü fazla uzatmadan, Divan Edebiyatı mazmun hazinesinden Gülce’ nin benimsedikleri ile Gülce Şairlerinin eklediği mazmunları teker teker sunmaya gayret edelim.
Hz. MUHAMMED(s.a.v):
Divan Edebiyatında Peygamber’imiz,” Nur-u Muhammedî ve birçok mucizelerin sahibi” olarak ele alınmıştır. Peygamber’imiz, Yüce Yaradan’ın güzel sevgilisi(Mahbûbullah)dir. O doğduğu gece olağanüstülükler meydana gelmiştir. Tak-i Kisra yıkılmış, Mecusilerin ateşi sönmüştür. Vücudunda Peygamberlik mührü vardır. Yetimler yetimidir. Gölgesi hiçbir zaman yere düşmemiş, güneşli havada gezdiği zaman başının üstünde beyaz bir bulut dolaşmıştır. Hicret esnasında mağara ve mağara kapısı önündeki örümcek ve yuva yapıp yumurtlayan bir çift güvercin... İşte Divan Edebiyatı şiirinin Peygamber’imize baktığı noktalar. Ayrıca, Bedir savaşında Yüce Yaradan’a yalvarması üzerine Cebrail’in bir avuç toprak atarak düşmanları perişan etmesi, bir işareti ile ay’ı ortadan ikiye bölmesi, yeni diktiği hurma fidanının hemen meyve vermesi, Kâbe’yi yıkmaya gelenlere “Ebabil Kuşları” nın gökten taş yağdırması gibi mucizeleri de Divan Şiirinin önemli konuları arasındaydı.
Gülce Edebiyat Peygamber’imiz konusunda bütün bunları kabul ettiği gibi, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in başta “Çöle İnen Nur” eseri olmak üzere, çoğu eserlerinde Peygamber’imizi anlatımları ve ifadelerini bir büyük tutku olarak ele almaktadır.
Gülce’nin gülü ile de Peygamber’imizi, Atatürk’ü, Dede Korkut’u ve Yunus Emre’yi görmekteyiz.
ATATÜRK(Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)
Gülce Edebiyat’da Atatürk, ayyıldızlı bayrak ve vatan ile birlikte ele alınır. Türk vatanının düşman çizmesinden kurtuluşunu sağlayan, en büyük askerî deha olarak Atatürk, önder, lider ve komutandır. Atatürk’ü çağdaş ve akılcı fikirler ve düşünüşlerin, aydınlığın; dünün, bugünün ve geleceğin bir simgesi olarak algılamaktayız. İdeal, örnek şahsiyet, aynı zamanda iyi bir insan. Tarihe yön veren üstün akıl ve yürek…Mazlum milletlere örnek…
DEDE KORKUT (Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)
Korkut Ata… Derleyen, toparlayan, birlik tesis eden, öğüt veren, sarıp sarmalayan, kara ve zor günlerde yol gösteren, dili yoğuran, genç neslin Kâmil insanı, doyumsuz sözü ve sohbeti bulunan, aydınlık yüzlü, akça sakallı, başında kalpağı, yay gibi kaşları, yüz ifadesi olarak Atatürk güzelliğinde, bilge, halk kültürü, folklor, halk sağlığı konularında bir profesör kadar bilgili, dudaklarında sihirli ve muhteşem bir tebessüm bulunan bir ulu zat.
YUNUS EMRE(Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.):
Anadolu kokulu bir yayla çiçeği, sarı çiğdem, sırtında alıç heybesi, gök yemişini halkına dağıtan, Yaradılanı Yaradandan ötürü seven muhteşem insan. Şiirimizin ve gönüllerimizin mimarı. Dergâha 40 yıl düz odun taşıyan aşk ve iman iklimi.Türkçe’mizin ses bayraklarından birisi.
ADEM :
Divan Edebiyatına gore, insanoğlunun babası. Yüce Yaradan, gökleri ve yerleri yarattıktan sonra Cebrail’e buyurmuş. O’ da, yeryüzündeki her cins toprak karışığından toplayıp getirmiş.Allah O’na en güzel şekli(Ahsen-i takvim) verdikten (kırk yıl)sonra meydana gelen kalıba ruh da üflemiş ve böylece ilk insanı(Adem’i)yaratmıştı. Melekler bu yaratığı önceden istemedikleri halde, Yüce Mevlâ’ nın “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” buyruğu üzerine ona secde etmişlerdi. Yalnız, Cennet’in hazinedârı olan İblis(Şeytan)ona secde etmemek yüzünden Cennet’ten kovuldu ve lânetlendi.
Adem, Cennet’te iken sol eğe kemiğinden Havva yaratıldı. Bunlara Cennet’teki “memnu meyva” (buğday yahut elma)dan yemeleri yasak edilmişti. Cennet’ten kovulan İblis, yılanın dişleri arasından gizlice oraya girerek Ademle Havva’yı bu meyveden yemeğe kandırmıştı. Bunun üzerine her ikisi de (İblis ve yılanla birlikte)Cennet’ten yeryüzüne kovuldular.
Adem, Hindistan’da Seylân (Serendip)adasına, Havva ise Cidde yakınlarına düştü. Uzun cefalardan sonra Havva ile buluştular. Yaradan’da onları bağışladı. Adem ilk Peygamber olarak 930 yıl yaşadı. Yirmi kızı, yirmi de oğlu oldu. Peygamberler O’ nun soyundan geldiler. Yeryüzüne ilk buğdayı ekmiş olan bu ilk insan ve ilk Peygamber, çiftçilerin de piri sayıldı.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)
DÂVUD:
Kitap sahibi, İsrailoğlu Peygamberlerindendir. Dört kutsal kitaptan biri olan “Zebur” ona gönderilmiştir. Süleyman Peygamber’in babası olan Davud, serdarlarından birinin karısına gönül verdiği için onu savaşa gönderip öldürtmüş, bu yüzden başına türlü belâlar gelmiştir. Edebiyatta güzellik timsali olarak geçer. Ayrıca mizmar çalmada ve bu alet ile “mezâmir” denilen “Zebur ilâhilerini” söylemede üstad sayılır. Demiri elinde yumuşatıp zırh yapması aynı zamanda bir kuvvet sembolüdür. Davud, Dünyada bir daha eşi görülmemiş sesi ile Zebur okuduğu zaman kuşlar toplanıp dinlermiş ve dağlar yankılanırmış. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)
---------------------DEVAMI VAR----------------------------------------