17/06/2018, 22:36
8)ORJİNAL-BENZERSİZ SÖYLEM DİLİ
Mustafa CEYLAN
*********************************
Birbirine benzeyen, sanki biri diğerinin kopyası veya çalıntısı imiş gibi kanaat uyandıran şiirle dolu internet dünyası. Özellikle "hece" yazan şairlerde sıkça görülen bir hastalık var ki, bu hususa dikkatleri çekmek istiyorum. "Kafiye ve uyak" sabitelerine bağlılığın getirdiği aynı ses çağrışımları ile engin okyanuslar kadar derin, geniş ve haz veren söylem dili olması gereken şiirin dili, sığ, birbirinin kopyası söylem dilinde çakılı kalmakta ve çoğu kere, ay nı konuda aynı söylemle hece yazan şairlerin birbirlerini "intihal" ile suyçladıklarıan şahit olmaktayız. Hece şiirini, parmak hesabı ile geometrisini çatan küçük dünyalarında orjinal olmayı beceremeyen kelime fakiri şairlerin dünyasında önce kafiye arkası duvarlar örülmekte, sonra ustalardan "ithal" bir uyak... Oh ne âlâ!... Günde 15 şiir yazar aslanım benim... Otobüste gelirken yazar, yolda, havada, karada yazar... Nasıl olsa internet şiir çuvallı olmuş siteler ağzına kadar açık ve "yüreğine sağlıkçı" tebrikçiler hazır...
Kısaca, yeni ve benzersiz hiç bir özelliği olmayan, şiir denemeyecek, sadece "manzume" olarak nitelenebilecek sözde "şiirimsiler" ortalıkta seyyar satıcı çığırtkanlığı gibi bağıra çağıra gezinip durmaktadır.
Okumayan, tefekkür etmeyen, kendisini ve kelime hazinesini yenileyip dolduramayan, en faazla 50-100 kelime etrafında döne döne "tulumbacılık" yapan parmak hesaplamacılar, ozanlık geleneğinden dahi hız ve ilham almamakta, deh babam topal eşekleriyle çağın sanat dağlarına erişmeye çalışmaktadırlar.
Çağın yorgun kafiye hamallarının hece şiirimize en küçük katkılarının olamayacağı, soğan kabuğu-posa türü manzumeleri ile edebiyatın çöp kutusunu ağzına kadar dolduracaklarını sanıyorum.
Kendini dünyanın en iyi şairi sanan, taş yürekli, tembel-hımbıl kabuk şairinin kendi yazdıklarını veya en yakın arkadaşının yazdıklarını okumadığını da maalesef görmekteyiz. Egoları şişkin, kendini zirvede sanan bu şiir gecekonducularının şiir adına, şiire ihanetlerini yaşamaktayız hep...
Sadece "hececiler mi" böyle derseniz, "ötekilerin" de, serbest güreşçilerin de greko romencilerden geri kalır yanı yok ki. Güzel, anlamlı, âhenkli, ışıltılı bir nesir paragrafını makasla kese kese şiir diye millete yutturmaya çalışan bu "kasap şairlerin" de şiire yaptığı "ihanetleri" seyretmekte ve şaşkına dönmekteyiz.
Hangi birine, "yapma,etme!", "kafana silah mı dayıyorlar illâ şiir yazacaksın diye?!" şeklindeki sorumuzu sormaya kalksak, her iki taraftan da "Bunlar benim duygularım, sana ne? Kim ne karışır?" gibi kırık zurna cevaplarını veya"Niye kitap okumuyorsun? Niye edebiyat-şiir tarihimizi okuyup, onlardan ders almıyorsun?"diye sorduğumuzda da "Etki altında kalmayayım diye kimsenin kitabını okumuyorum" şeklindeki "düdükçü cevaplarını" duymaktayız. Bu zurnacılar ve bu düdükçülerin, şiir yazmak yerine turşu yapıp satmalarını tavsiye edeceğim, edeceğim de "Sen kim oluyorsun be?" diye saldıracaklarından korkuyorum...
Kelimeleri ve hususiyetle de "kafiyeleri-uyakları" yoran ve ustalardan "kaptı kaçtı"lık modeliyle aşıranların beceremedikleri tek şey "orjinalite"dir. Her şeyi, şekle dair her naneyi yiyorlar da, "orjinaliteyi" bir türlü yakalayamıyorlar. Ve işte tam bu noktada sıvaları dökülmekte, makyajlanmış yüzleri ortaya çıkmaktadır.
Nedir orjinalite ve nasıl sağlanır?
Evet, asıl soru bu...
Evet, asıl cevap aranacak ve yol içinden yol gösterilecek yol bu işte...
Bu yolu anlatmadan önce, Türkolog-şair Mehmet BİNBOĞA'nın "Şiirde Üst Dil Sorunsalı" başlıklı çalışmasını paylaşalım:
"Şiirde Üst Dil Sorunsalı
Şiirde üst dil, şairin günlük konuşma dilinden bağımsız olarak tasarladığı ve sözcüklere sözlük anlamları dışında işlevler yüklediği çok katmanlı göstergeler manzumesidir.Şairlerin hayallerine, imgelerine, benzetmelerine hatta betimlemelerine yetmeyen ortak dilden farklı olarak geliştirdikleri şiir diline "üst dil" denir.
İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı, özelinde Türk şiiri, halkın yaşantısına koşut olarak daha sade, daha yalın ve daha anlaşılır bir kimlikteyken İslam dairesine girildikten sonra bir "üst dil" sorunuyla baş başa kaldı..Bu sorunu salt işgallerden, topluca din değiştirmelerden kaynaklanan kültürel taravmalara bağlamak da gerçekçi olmaz.Şehirleşmenin getirdiği "dolaylı kültürlenme süreci", geniş halk yığınlarıyla entelektüel kesim arasındaki yaşam tarzı, kültürel hayat, eğitim gibi hassaların yakınlaşmasını sağlayınca, aydınlar "istemezük" mantığıyla bu duruma el koydular:
Okumuş, mektepli şairler,özellikle İslam dininin bir gereği olarak Kur'an dilini, yani Arapçayı ve şiir dili olarak da ün salmış olan Farsçayı adamakıllı öğrenip şiirlerini bu dillerle Türkçenin karışımı olan ve kimi kaynaklarca ciddi ciddi bir dil olarak algılanan "Osmanlıca"yla yazdılar.Saray ve çevresinin eğitim dili de bu dildi.Böylece, Divan Edebiyatı da denilen Osmanlı Saray Edebiyatının bizatihi kendisi bir üst dil konumuna yükselmiş oldu.
Divan şiiri Osmanlı Devleti'nin siyasi kaderiyle paralel olarak, Batı şiiri karşısında yenilgiye uğradı; Tanzimatla başlayan şiirdeki yenileşme çabaları türlü maceralar ve badirelerle günümüze kadar geldi.Şimdi ise, yine siyasi anlayışların uzantısı olarak bir bölünme,ayrışma yaşayan Türk şiiri, hâlâ "üst dil" tartışmalarının odağındadır.Bu konuyla ilgili çok başarılı örnekler veren şairlerimiz olduğu gibi, "ben yaptım oldu." babından ipe sapa gelmez, absürt örnekler de ortaya konulmadı değil.
Üst dil yaratma çabalarının mantıksal bir tutarlılığı olması için bu üretimin Türkçenin gramerine uygun bir şekilde yapılması gerekir:
Bir üst dil yaratacağız diye 'gelmekten' 'gelitmek', 'görmekten ' 'görütmek' gibi garip türetmeler yaparsak olmaz. Dilimiz zaten Arapça,Farsça ve İngilizcenin işgali altındayken hiç değilse Türkçe sözcüklerimizi koruyalım.Eğer üst dil yaratmak istiyorsanız Karac'oğlan'ın semailerine,Yunus'un ilahilerine bakıp oradan feyz alabilirisiniz. Bakın ne diyor usta:
'Karşı dağların başında
Salkım salkım duran bulut
Saçın çözüp benim gibi
Yaşın yaşın ağlar mısın'
Yunus Emre
Son dizedeki 'yaşın yaşın' zarfındaki seslere dikkat ediyor musunuz? Hem yaş sözcüğünden türemiş tertemiz Türkçe bir sözcük, hem de yağmurun yağışını andıran 'şşşşş' sesleri şiire ne güzel bir ahenk katıyor. Bakın bu ikileme ölmüş; kimsecikler kullanmıyor artık.(Gerçi bendeniz bir şiirimde kullandım,sırf sözcük yaşasın diye.)
Üst dil yaratmak için dilin kurallarını zorlayan şairler oldu:
Ece Ayhan epeyce bir denemede bulundu (cehennet) ,Cemal Süreya, Edip Cansever Phoenix şiirinde özneyi şekilden şekile sokar; bir bakarsınız birinci kişi bir bakarsınız üçüncü kişi oluverir:
'Ben orda,akşamına orospular dadanan
camlarında pis sinekler gezinen ben orda
eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana'
...............................................
Can Yücel'in 'Yeşilmişik' şiirinde geçen; 'dalmışık,yeşilmişik,içindeymişik...'türünden yerel söylemleri aslı:'dalmışız,yeşilmişiz,içindeymişiz..' şeklindeki ekeylem çekimleridir. Şair bunu yakıştırmış hakkını verelim; hele de Yeni Türkü grubunun şarkısında daha bir güzel duruyor bu şiir.
Örnekler çoğaltılabilir.
Kısacası, kulak tırmalayan zorlama üst dil çabaları yerine, memleketinizde kullanılan, yerel sözcükleri yaşatalım.Yaşar Kemal'in romanda yaptığını biz de pekâlâ şiirde yapabiliriz.
Bu arada son on beş yıllık muhafazakâr Hükümetlerin kültür ve eğitim politikalarının etkisiyle dilimize gereğinden fazla Arapça Farsça sözcük bulaştı. Bendeniz de Arapçanın hele de Farsçanın büyüsünden kurtulmak için çok uğraşıyorum; ama bir türlü eski cıncık kırığı Türkçeme ulaşamıyorum.
Her ne şart altında olursa olsun, dilimizi koruyup kollamalıyız.Bir Alman'a İngilizce bir şey sorsanız cevap alamazsınız ondan, illa da Almanca konuşacaksınız. Bu konuda Fransızlar daha katıdır, hiçbir Fransız vatandaşı kolay kolay İngilizce konuşmaz, varsa yoksa "aşkın dili" dedikleri Fransızcaları...
Ya biz ne yapıyoruz dilimiz için? Siyasi gelişmelerin etkisiyle neredeyse Türk olduğumuzdan utanıyor, Türkçenin güzelliklerine sarılmıyoruz.Hangi şehre gitseniz en güzel caddelerin ingilizce yazılarla donatılmış olduğunu görüyoruz. Üst dili geçtik, normal Türkçemizden de olmak üzereyiz. Aman dikkat, dili olmayanın ulusu olmaz. Şairin dediği gibi, bu bayrağı ölsek de yere düşürmeyelim:
"Türkçem benim ses bayrağım..."
Mehmet Binboğa
Türkolog
----------------------------------DEVAM EDECEK--------------------------------
Mustafa CEYLAN
*********************************
Birbirine benzeyen, sanki biri diğerinin kopyası veya çalıntısı imiş gibi kanaat uyandıran şiirle dolu internet dünyası. Özellikle "hece" yazan şairlerde sıkça görülen bir hastalık var ki, bu hususa dikkatleri çekmek istiyorum. "Kafiye ve uyak" sabitelerine bağlılığın getirdiği aynı ses çağrışımları ile engin okyanuslar kadar derin, geniş ve haz veren söylem dili olması gereken şiirin dili, sığ, birbirinin kopyası söylem dilinde çakılı kalmakta ve çoğu kere, ay nı konuda aynı söylemle hece yazan şairlerin birbirlerini "intihal" ile suyçladıklarıan şahit olmaktayız. Hece şiirini, parmak hesabı ile geometrisini çatan küçük dünyalarında orjinal olmayı beceremeyen kelime fakiri şairlerin dünyasında önce kafiye arkası duvarlar örülmekte, sonra ustalardan "ithal" bir uyak... Oh ne âlâ!... Günde 15 şiir yazar aslanım benim... Otobüste gelirken yazar, yolda, havada, karada yazar... Nasıl olsa internet şiir çuvallı olmuş siteler ağzına kadar açık ve "yüreğine sağlıkçı" tebrikçiler hazır...
Kısaca, yeni ve benzersiz hiç bir özelliği olmayan, şiir denemeyecek, sadece "manzume" olarak nitelenebilecek sözde "şiirimsiler" ortalıkta seyyar satıcı çığırtkanlığı gibi bağıra çağıra gezinip durmaktadır.
Okumayan, tefekkür etmeyen, kendisini ve kelime hazinesini yenileyip dolduramayan, en faazla 50-100 kelime etrafında döne döne "tulumbacılık" yapan parmak hesaplamacılar, ozanlık geleneğinden dahi hız ve ilham almamakta, deh babam topal eşekleriyle çağın sanat dağlarına erişmeye çalışmaktadırlar.
Çağın yorgun kafiye hamallarının hece şiirimize en küçük katkılarının olamayacağı, soğan kabuğu-posa türü manzumeleri ile edebiyatın çöp kutusunu ağzına kadar dolduracaklarını sanıyorum.
Kendini dünyanın en iyi şairi sanan, taş yürekli, tembel-hımbıl kabuk şairinin kendi yazdıklarını veya en yakın arkadaşının yazdıklarını okumadığını da maalesef görmekteyiz. Egoları şişkin, kendini zirvede sanan bu şiir gecekonducularının şiir adına, şiire ihanetlerini yaşamaktayız hep...
Sadece "hececiler mi" böyle derseniz, "ötekilerin" de, serbest güreşçilerin de greko romencilerden geri kalır yanı yok ki. Güzel, anlamlı, âhenkli, ışıltılı bir nesir paragrafını makasla kese kese şiir diye millete yutturmaya çalışan bu "kasap şairlerin" de şiire yaptığı "ihanetleri" seyretmekte ve şaşkına dönmekteyiz.
Hangi birine, "yapma,etme!", "kafana silah mı dayıyorlar illâ şiir yazacaksın diye?!" şeklindeki sorumuzu sormaya kalksak, her iki taraftan da "Bunlar benim duygularım, sana ne? Kim ne karışır?" gibi kırık zurna cevaplarını veya"Niye kitap okumuyorsun? Niye edebiyat-şiir tarihimizi okuyup, onlardan ders almıyorsun?"diye sorduğumuzda da "Etki altında kalmayayım diye kimsenin kitabını okumuyorum" şeklindeki "düdükçü cevaplarını" duymaktayız. Bu zurnacılar ve bu düdükçülerin, şiir yazmak yerine turşu yapıp satmalarını tavsiye edeceğim, edeceğim de "Sen kim oluyorsun be?" diye saldıracaklarından korkuyorum...
Kelimeleri ve hususiyetle de "kafiyeleri-uyakları" yoran ve ustalardan "kaptı kaçtı"lık modeliyle aşıranların beceremedikleri tek şey "orjinalite"dir. Her şeyi, şekle dair her naneyi yiyorlar da, "orjinaliteyi" bir türlü yakalayamıyorlar. Ve işte tam bu noktada sıvaları dökülmekte, makyajlanmış yüzleri ortaya çıkmaktadır.
Nedir orjinalite ve nasıl sağlanır?
Evet, asıl soru bu...
Evet, asıl cevap aranacak ve yol içinden yol gösterilecek yol bu işte...
Bu yolu anlatmadan önce, Türkolog-şair Mehmet BİNBOĞA'nın "Şiirde Üst Dil Sorunsalı" başlıklı çalışmasını paylaşalım:
"Şiirde Üst Dil Sorunsalı
Şiirde üst dil, şairin günlük konuşma dilinden bağımsız olarak tasarladığı ve sözcüklere sözlük anlamları dışında işlevler yüklediği çok katmanlı göstergeler manzumesidir.Şairlerin hayallerine, imgelerine, benzetmelerine hatta betimlemelerine yetmeyen ortak dilden farklı olarak geliştirdikleri şiir diline "üst dil" denir.
İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı, özelinde Türk şiiri, halkın yaşantısına koşut olarak daha sade, daha yalın ve daha anlaşılır bir kimlikteyken İslam dairesine girildikten sonra bir "üst dil" sorunuyla baş başa kaldı..Bu sorunu salt işgallerden, topluca din değiştirmelerden kaynaklanan kültürel taravmalara bağlamak da gerçekçi olmaz.Şehirleşmenin getirdiği "dolaylı kültürlenme süreci", geniş halk yığınlarıyla entelektüel kesim arasındaki yaşam tarzı, kültürel hayat, eğitim gibi hassaların yakınlaşmasını sağlayınca, aydınlar "istemezük" mantığıyla bu duruma el koydular:
Okumuş, mektepli şairler,özellikle İslam dininin bir gereği olarak Kur'an dilini, yani Arapçayı ve şiir dili olarak da ün salmış olan Farsçayı adamakıllı öğrenip şiirlerini bu dillerle Türkçenin karışımı olan ve kimi kaynaklarca ciddi ciddi bir dil olarak algılanan "Osmanlıca"yla yazdılar.Saray ve çevresinin eğitim dili de bu dildi.Böylece, Divan Edebiyatı da denilen Osmanlı Saray Edebiyatının bizatihi kendisi bir üst dil konumuna yükselmiş oldu.
Divan şiiri Osmanlı Devleti'nin siyasi kaderiyle paralel olarak, Batı şiiri karşısında yenilgiye uğradı; Tanzimatla başlayan şiirdeki yenileşme çabaları türlü maceralar ve badirelerle günümüze kadar geldi.Şimdi ise, yine siyasi anlayışların uzantısı olarak bir bölünme,ayrışma yaşayan Türk şiiri, hâlâ "üst dil" tartışmalarının odağındadır.Bu konuyla ilgili çok başarılı örnekler veren şairlerimiz olduğu gibi, "ben yaptım oldu." babından ipe sapa gelmez, absürt örnekler de ortaya konulmadı değil.
Üst dil yaratma çabalarının mantıksal bir tutarlılığı olması için bu üretimin Türkçenin gramerine uygun bir şekilde yapılması gerekir:
Bir üst dil yaratacağız diye 'gelmekten' 'gelitmek', 'görmekten ' 'görütmek' gibi garip türetmeler yaparsak olmaz. Dilimiz zaten Arapça,Farsça ve İngilizcenin işgali altındayken hiç değilse Türkçe sözcüklerimizi koruyalım.Eğer üst dil yaratmak istiyorsanız Karac'oğlan'ın semailerine,Yunus'un ilahilerine bakıp oradan feyz alabilirisiniz. Bakın ne diyor usta:
'Karşı dağların başında
Salkım salkım duran bulut
Saçın çözüp benim gibi
Yaşın yaşın ağlar mısın'
Yunus Emre
Son dizedeki 'yaşın yaşın' zarfındaki seslere dikkat ediyor musunuz? Hem yaş sözcüğünden türemiş tertemiz Türkçe bir sözcük, hem de yağmurun yağışını andıran 'şşşşş' sesleri şiire ne güzel bir ahenk katıyor. Bakın bu ikileme ölmüş; kimsecikler kullanmıyor artık.(Gerçi bendeniz bir şiirimde kullandım,sırf sözcük yaşasın diye.)
Üst dil yaratmak için dilin kurallarını zorlayan şairler oldu:
Ece Ayhan epeyce bir denemede bulundu (cehennet) ,Cemal Süreya, Edip Cansever Phoenix şiirinde özneyi şekilden şekile sokar; bir bakarsınız birinci kişi bir bakarsınız üçüncü kişi oluverir:
'Ben orda,akşamına orospular dadanan
camlarında pis sinekler gezinen ben orda
eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana'
...............................................
Can Yücel'in 'Yeşilmişik' şiirinde geçen; 'dalmışık,yeşilmişik,içindeymişik...'türünden yerel söylemleri aslı:'dalmışız,yeşilmişiz,içindeymişiz..' şeklindeki ekeylem çekimleridir. Şair bunu yakıştırmış hakkını verelim; hele de Yeni Türkü grubunun şarkısında daha bir güzel duruyor bu şiir.
Örnekler çoğaltılabilir.
Kısacası, kulak tırmalayan zorlama üst dil çabaları yerine, memleketinizde kullanılan, yerel sözcükleri yaşatalım.Yaşar Kemal'in romanda yaptığını biz de pekâlâ şiirde yapabiliriz.
Bu arada son on beş yıllık muhafazakâr Hükümetlerin kültür ve eğitim politikalarının etkisiyle dilimize gereğinden fazla Arapça Farsça sözcük bulaştı. Bendeniz de Arapçanın hele de Farsçanın büyüsünden kurtulmak için çok uğraşıyorum; ama bir türlü eski cıncık kırığı Türkçeme ulaşamıyorum.
Her ne şart altında olursa olsun, dilimizi koruyup kollamalıyız.Bir Alman'a İngilizce bir şey sorsanız cevap alamazsınız ondan, illa da Almanca konuşacaksınız. Bu konuda Fransızlar daha katıdır, hiçbir Fransız vatandaşı kolay kolay İngilizce konuşmaz, varsa yoksa "aşkın dili" dedikleri Fransızcaları...
Ya biz ne yapıyoruz dilimiz için? Siyasi gelişmelerin etkisiyle neredeyse Türk olduğumuzdan utanıyor, Türkçenin güzelliklerine sarılmıyoruz.Hangi şehre gitseniz en güzel caddelerin ingilizce yazılarla donatılmış olduğunu görüyoruz. Üst dili geçtik, normal Türkçemizden de olmak üzereyiz. Aman dikkat, dili olmayanın ulusu olmaz. Şairin dediği gibi, bu bayrağı ölsek de yere düşürmeyelim:
"Türkçem benim ses bayrağım..."
Mehmet Binboğa
Türkolog
----------------------------------DEVAM EDECEK--------------------------------