13/11/2014, 03:20
Arif Nihat Asya ve Çok Özel
Mustafa CEYLAN
*************************
Her şairin kendine has, normal insanlardan ayrı bir dünyası vardır. Bu şair dünyasını ancak, en yakınları, aile fertleri ve ona çok yakın olmuş talebeleri bilebilirler. Çoğu da, şiirlerinin ruh kökünün ilham kılcallarının indiği dehlizlerdir bunlar ve zamanla sararan birer fotoğraf gibi hafızalarımızda birer hatıra olarak kalırlar.
Benim hatırlayabildiğim ve vefatından sonra da eş-dost-akraba ve yakınlarıyla, kimi üstadlardan duyduğum, yayınlardan tespit edip derlediğim Arif Nihat Asya Çok Özel maddeler halinde anlatacak olur isek şöyleydi :
-Yurt gezilerinde, konferanlarda konaklanacak otelin yıldızlı olup olmadığına bakmaz, mevcudla yetinir, tek dikkat ettiği "sabah kahvesi ve sabah gazetesinin hazır edilmesi"dir, çünkü bulmaca çözecek ve beyin jimnastiği yapacaktır.
-Sabah kahvaltısında yanında kim varsa, günün ilk nüktesini ona yapacak ve pratik zekâsını, yanındakinin şaşkınlığına tebessüm ederek gösterecektir.
-Yanında, cebinde sürekli küçük boy bir not defteri taşır; gençlere de sakın ola not deftersiz dolaşmayınız,söz uçar yazı kalır, bu size önemli bir öğüttür derdi.
-Tabiata ve özellikle de çiçeklere âşıktı. Konaklanan bir otelde daha önce görmediği bir çiçek mi gördü, ne eder eder, o çiçek hakkında bilgiler edinirdi.
-Sigarasını ağızlıkla içer, az sigara içmek için de, ağızlığına yarıya böldüğü sigara takardı.(Bugün aynı şeyi H.Rıdvan Çongur yapmakta)
-"Hocayı, en günlük konulardan tarihin derinliklerine kadar ne varsa herşey ilgilendirirdi. Ne bileyim, söz gelimi Adana'da öğretmen bulunduğu günlerde, bisiklete binmiş bol bol.Çamurlukları yokmuş bisikletinin. Adana'nın yağmuru-çamuru mâlum. Yağmurlu bir günmüş, paçalarına, sırtına sıçramış çamurlarla bir caddeden geçiyormuş Hoca. Halk iki yana çekilmiş, cadde bomboş. Bir alkış kopmuş birden. Hoca "Ne oluyor yahu?" demeğe kalmamış, kalabalık şampiyonu kucaklar gibi kucaklamış O'nu. Meğer o gün bisiklet yarışı varmış. Hoca dar bir sokaktan kayıvermiş ana caddeye herşeyden habersiz.. Onu bisikletiyle görenler sanmışlar ki Arif Nihat Asya yarışa girmiş ve birinci gelmiştir..." (Töre Dergisi / Şubat-1975, sayı:45,Aclan Sayılgan)
-7 Şubat 1904 günü İstanbul-Çatalca İlçesi'nin İnceğiz Köyü'nde dünyaya gelmiştir.Asıl adı mehmet Arif'tir, babasının adı Ziver, annesinin adı da Zehra'dır. Henüz yedi günlükken babası hakk'a yürümüştür.5 Ocak 1975 günü tedavi edilmekte olduğu Ankara Numüne Hastahanesi' nde dünyaya gözlerini yummuştur.
-İlk şiiri Kastamonu Sultanîsi'nde öğrenci iken Hocası Enver Kemal Bey'in çıkardığı "GENÇLİK MECMUASI" nda yayınlanmıştır. İlk yayınlanan şiir kitabı ise, arapça-eski harflerle yayınlanmış olan "HEYKELTRAŞ" olup, İstanbul'da Yüksek Öğretmen Okulu'nda okuduğu sırada yayınlanmıştır.
-Diyordu ki:
"Ben ASYA soyadımın imza olarak bulunduğu kitapları KABUL EDİYORUM. ÖBÜRLERİNİ BAŞKASININ SAYIYORUM, REDDEDİYORUM. Bu arada epey İMZA değiştirdim: Bir aralık Çatalcalı Arif dedim, Kesriyeli Sıtkı, Florinalı Nazım gibi...İnceyizli Arif dediğim de olmuştur. Sonra Mehmet Arif dedim. Mehmet Akif varken mehmet Arif'e kim bakardı? Bir aralık baktım ki, piyasada Halil Nihat'lar, Mustafa Nihat'lar var, ben de Arif Nihat oldum. Birinci askerliğimde Asya'yı soyadı aldım ve Arif Nihat Asyalığa terfi ettim."
-Ülkenin en şahane tespih ve antika eser kolleksiyoncusuydu.Özellikle tespihsiz duramadığı gibi çoğu tespihe gülümseyerek baktığını gözbebeklerinden anlardınız.
-Eserlerinin çoğu "kafiyeli serbest" olması sebebiyle, bugün bizim GÜLCE diye ortaya yeni nazım önerileri atmamıza ilham teşkil etmiştir. Ayrıca, BATI yi değil DOĞU'yu, özellikle de ANADOLU'yu; marksizmi-materyalist-maddeci bir inanışı ve bakışı değil de, mâneviyatçı ve millî bir inanış ve bakışı temel alması nedeniyle bizlere ışık vermeye devam etmektedir.
-O'na göre ARUZ:
"Biz Araplardan aruzu değil, aruzun bugünkü Türkçe'de dünkü Türkçe'de çok azı kullanılmış olan kalıplarını aldık. Türk diline daha yatkın olan Acem Aruzu daha çok kullanılmıştır. Fakat bu aruzu Acemlerden aldık manâsına gelmez. Aruz endişemizi İran'dan alıp beğendiğimiz kalıplara döktük manâsına gelir."
-O'na göre SERBEST:
"Serbest vezin, adından anlaşıldığı gibi vezindir. Vezinsizlik değildir. Bilinen vezin kalıplarında başka türlü vezin kalıpları icad etmek demektir. Bunu düşünmeyen ve dikkate almayan, nesri pastırma doğrar gibi doğramış olur; şiir yazmış olmaz. Bu itibarla serbest vezin bir ahenk kalıbı ortaya koymayı gerektirir. Bu da herkesin harcı değildir.Aruzdan, heceden alacağını aldıktan sonra serbeste geçenler başarırlar. Aksi takdirde mahçup olurlar."
-Anadolu'nun neresinden bir davet gelirse gelsin, en küçük bir menfaat düşünmeden konferans vermeye, geniş kitlelere hitap etmeye koşan mükemmel üstü bir hatipti. Kürsüde mikrofonu eline aldığı andan itibaren, bir-iki dakikada onu dinleyen tüm salondaki insanları sarar, sarmalar, bir mıknatıs gibi yakalar, bırakmazdı. Mütevaziliği, beyefendiliği, hoş sohbet ve nüktedan bilge diliyle kendisine has bir söylem biçimi kullanmıştır.
-Anılarından:
"İstanbul'da Haseki semti ile Altımermer karakolu arasına rastlayan bir çıkmaz sokakta oturuyorduk... Karşı evde serbestçe ve güzel bir kız vardı. Akşam üstleri bazı gençler evin önünde manâlı türkülerle şarkılar söyliyerek, ağır ağır geçerler, adetâ seranad yaparlardı. Delikdeşik olduğunu hatırladığım bizim duvarın dibinde duraklayarak, onun pencerelerini de gözetledikleri olurdu. Üçüne de "abla" dediğim, bizim evin kızları, bir gün bana "Sen şairsin, şunlara birşeyler yazsana dediler. Dört beş kıtalık bir manzum yazı yazdım. Dikkati çeksin diye renkli bir şeritle bağlayıp yanında duraklayacakları duvarın bir kovuğuna koydum.Gittikleri zaman baktım, şiir yerinde yoktu... Bu olaydan sonra gençlerin daha seyrek geldiklerini, daha ihtiyatlı davrandıklarını gördük."
-Anılarından:
"Bir tarihte Adana yolundayım. Adana, gitgide yaklaşmakta, kompartıman tenhaca... Vakit akşam... Işıkları iyi yanmıyor... Karşımda bir genç var. ben onun Adanalı olduğunu öğrendim. O benim, Adana'da hoca olduğumu öğrendi. Birbirimize isimlerimizi vermedik. Genç, benim bir meslek arkadaşımı iyi hatırlayacağımı tahmin ederek "Bir Arif Nihat hoca varmış.. Nasıl adam?" diye sordu.. "Eşşeğin biridir diye söze başladım.. Arif Nihat'ı o öğdükçe ben batırdım. istasyona geldiğimiz zaman, bir tanıyan çıkar da yol arkadaşım gerçeği anlarsa, beni döver diye korktum.Onun indiği kapıdan inmedim. Sonra eve gelince aynanın karşısına geçtim : "Oh olsun! dedim. senden öcümü aldım oh ya!..."
Mustafa CEYLAN
*************************
Her şairin kendine has, normal insanlardan ayrı bir dünyası vardır. Bu şair dünyasını ancak, en yakınları, aile fertleri ve ona çok yakın olmuş talebeleri bilebilirler. Çoğu da, şiirlerinin ruh kökünün ilham kılcallarının indiği dehlizlerdir bunlar ve zamanla sararan birer fotoğraf gibi hafızalarımızda birer hatıra olarak kalırlar.
Benim hatırlayabildiğim ve vefatından sonra da eş-dost-akraba ve yakınlarıyla, kimi üstadlardan duyduğum, yayınlardan tespit edip derlediğim Arif Nihat Asya Çok Özel maddeler halinde anlatacak olur isek şöyleydi :
-Yurt gezilerinde, konferanlarda konaklanacak otelin yıldızlı olup olmadığına bakmaz, mevcudla yetinir, tek dikkat ettiği "sabah kahvesi ve sabah gazetesinin hazır edilmesi"dir, çünkü bulmaca çözecek ve beyin jimnastiği yapacaktır.
-Sabah kahvaltısında yanında kim varsa, günün ilk nüktesini ona yapacak ve pratik zekâsını, yanındakinin şaşkınlığına tebessüm ederek gösterecektir.
-Yanında, cebinde sürekli küçük boy bir not defteri taşır; gençlere de sakın ola not deftersiz dolaşmayınız,söz uçar yazı kalır, bu size önemli bir öğüttür derdi.
-Tabiata ve özellikle de çiçeklere âşıktı. Konaklanan bir otelde daha önce görmediği bir çiçek mi gördü, ne eder eder, o çiçek hakkında bilgiler edinirdi.
-Sigarasını ağızlıkla içer, az sigara içmek için de, ağızlığına yarıya böldüğü sigara takardı.(Bugün aynı şeyi H.Rıdvan Çongur yapmakta)
-"Hocayı, en günlük konulardan tarihin derinliklerine kadar ne varsa herşey ilgilendirirdi. Ne bileyim, söz gelimi Adana'da öğretmen bulunduğu günlerde, bisiklete binmiş bol bol.Çamurlukları yokmuş bisikletinin. Adana'nın yağmuru-çamuru mâlum. Yağmurlu bir günmüş, paçalarına, sırtına sıçramış çamurlarla bir caddeden geçiyormuş Hoca. Halk iki yana çekilmiş, cadde bomboş. Bir alkış kopmuş birden. Hoca "Ne oluyor yahu?" demeğe kalmamış, kalabalık şampiyonu kucaklar gibi kucaklamış O'nu. Meğer o gün bisiklet yarışı varmış. Hoca dar bir sokaktan kayıvermiş ana caddeye herşeyden habersiz.. Onu bisikletiyle görenler sanmışlar ki Arif Nihat Asya yarışa girmiş ve birinci gelmiştir..." (Töre Dergisi / Şubat-1975, sayı:45,Aclan Sayılgan)
-7 Şubat 1904 günü İstanbul-Çatalca İlçesi'nin İnceğiz Köyü'nde dünyaya gelmiştir.Asıl adı mehmet Arif'tir, babasının adı Ziver, annesinin adı da Zehra'dır. Henüz yedi günlükken babası hakk'a yürümüştür.5 Ocak 1975 günü tedavi edilmekte olduğu Ankara Numüne Hastahanesi' nde dünyaya gözlerini yummuştur.
-İlk şiiri Kastamonu Sultanîsi'nde öğrenci iken Hocası Enver Kemal Bey'in çıkardığı "GENÇLİK MECMUASI" nda yayınlanmıştır. İlk yayınlanan şiir kitabı ise, arapça-eski harflerle yayınlanmış olan "HEYKELTRAŞ" olup, İstanbul'da Yüksek Öğretmen Okulu'nda okuduğu sırada yayınlanmıştır.
-Diyordu ki:
"Ben ASYA soyadımın imza olarak bulunduğu kitapları KABUL EDİYORUM. ÖBÜRLERİNİ BAŞKASININ SAYIYORUM, REDDEDİYORUM. Bu arada epey İMZA değiştirdim: Bir aralık Çatalcalı Arif dedim, Kesriyeli Sıtkı, Florinalı Nazım gibi...İnceyizli Arif dediğim de olmuştur. Sonra Mehmet Arif dedim. Mehmet Akif varken mehmet Arif'e kim bakardı? Bir aralık baktım ki, piyasada Halil Nihat'lar, Mustafa Nihat'lar var, ben de Arif Nihat oldum. Birinci askerliğimde Asya'yı soyadı aldım ve Arif Nihat Asyalığa terfi ettim."
-Ülkenin en şahane tespih ve antika eser kolleksiyoncusuydu.Özellikle tespihsiz duramadığı gibi çoğu tespihe gülümseyerek baktığını gözbebeklerinden anlardınız.
-Eserlerinin çoğu "kafiyeli serbest" olması sebebiyle, bugün bizim GÜLCE diye ortaya yeni nazım önerileri atmamıza ilham teşkil etmiştir. Ayrıca, BATI yi değil DOĞU'yu, özellikle de ANADOLU'yu; marksizmi-materyalist-maddeci bir inanışı ve bakışı değil de, mâneviyatçı ve millî bir inanış ve bakışı temel alması nedeniyle bizlere ışık vermeye devam etmektedir.
-O'na göre ARUZ:
"Biz Araplardan aruzu değil, aruzun bugünkü Türkçe'de dünkü Türkçe'de çok azı kullanılmış olan kalıplarını aldık. Türk diline daha yatkın olan Acem Aruzu daha çok kullanılmıştır. Fakat bu aruzu Acemlerden aldık manâsına gelmez. Aruz endişemizi İran'dan alıp beğendiğimiz kalıplara döktük manâsına gelir."
-O'na göre SERBEST:
"Serbest vezin, adından anlaşıldığı gibi vezindir. Vezinsizlik değildir. Bilinen vezin kalıplarında başka türlü vezin kalıpları icad etmek demektir. Bunu düşünmeyen ve dikkate almayan, nesri pastırma doğrar gibi doğramış olur; şiir yazmış olmaz. Bu itibarla serbest vezin bir ahenk kalıbı ortaya koymayı gerektirir. Bu da herkesin harcı değildir.Aruzdan, heceden alacağını aldıktan sonra serbeste geçenler başarırlar. Aksi takdirde mahçup olurlar."
-Anadolu'nun neresinden bir davet gelirse gelsin, en küçük bir menfaat düşünmeden konferans vermeye, geniş kitlelere hitap etmeye koşan mükemmel üstü bir hatipti. Kürsüde mikrofonu eline aldığı andan itibaren, bir-iki dakikada onu dinleyen tüm salondaki insanları sarar, sarmalar, bir mıknatıs gibi yakalar, bırakmazdı. Mütevaziliği, beyefendiliği, hoş sohbet ve nüktedan bilge diliyle kendisine has bir söylem biçimi kullanmıştır.
-Anılarından:
"İstanbul'da Haseki semti ile Altımermer karakolu arasına rastlayan bir çıkmaz sokakta oturuyorduk... Karşı evde serbestçe ve güzel bir kız vardı. Akşam üstleri bazı gençler evin önünde manâlı türkülerle şarkılar söyliyerek, ağır ağır geçerler, adetâ seranad yaparlardı. Delikdeşik olduğunu hatırladığım bizim duvarın dibinde duraklayarak, onun pencerelerini de gözetledikleri olurdu. Üçüne de "abla" dediğim, bizim evin kızları, bir gün bana "Sen şairsin, şunlara birşeyler yazsana dediler. Dört beş kıtalık bir manzum yazı yazdım. Dikkati çeksin diye renkli bir şeritle bağlayıp yanında duraklayacakları duvarın bir kovuğuna koydum.Gittikleri zaman baktım, şiir yerinde yoktu... Bu olaydan sonra gençlerin daha seyrek geldiklerini, daha ihtiyatlı davrandıklarını gördük."
-Anılarından:
"Bir tarihte Adana yolundayım. Adana, gitgide yaklaşmakta, kompartıman tenhaca... Vakit akşam... Işıkları iyi yanmıyor... Karşımda bir genç var. ben onun Adanalı olduğunu öğrendim. O benim, Adana'da hoca olduğumu öğrendi. Birbirimize isimlerimizi vermedik. Genç, benim bir meslek arkadaşımı iyi hatırlayacağımı tahmin ederek "Bir Arif Nihat hoca varmış.. Nasıl adam?" diye sordu.. "Eşşeğin biridir diye söze başladım.. Arif Nihat'ı o öğdükçe ben batırdım. istasyona geldiğimiz zaman, bir tanıyan çıkar da yol arkadaşım gerçeği anlarsa, beni döver diye korktum.Onun indiği kapıdan inmedim. Sonra eve gelince aynanın karşısına geçtim : "Oh olsun! dedim. senden öcümü aldım oh ya!..."