HACI BAYRAM’IN ADI
DOĞDUĞU YER VE ÇOCUKLUĞU
Mustafa CEYLAN
DOĞDUĞU YER VE ÇOCUKLUĞU
Mustafa CEYLAN
Hacı Bayram-ı Veli, Ankara’nın Solfasol Köyü’nde 1352 yılında dünyaya gelmiştir. Asıl adı Numan’dır.
Bugün, Başkent’in bir mahallesi durumunda olan, Solfasol olarak anılan köyün adının eskiden Zül-Fazl veya Zû Fazl, olduğu ve Arapça’da “Erdemli” anlamına geldiği çeşitli kaynaklarda bildirilmiştir.
Babasının adı Koyunluca Ahmet, dedesinin adı Mahmut’tur. Babası adından da anlaşılacağı gibi, geçimini, çiftçilik ve hayvancılıktan sağlamaktadır.
Annesi, hakkında mevcut kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Solfasol köyündeki mezarının kitabesinde “Umm-i Hacı Bayram – Veli, yani “Hacı Bayram-ı Veli’nin annesi, ibâresi yazılıdır. Dört duvarla çevrili olan mezarı köylüleri, bir yapı içerisine almak istemişlerse de, mezar bunu kabul etmemiş ve yıkmıştır. Köylülerin anlattığı budur. Bir söylenceye göre annesinin adı Ümmü Gülsüm’ dür.
Asırlardan beri anlatılana göre, Hacı Bayram, daha annesinin karnında iken konuşmuş, “Açça” dercesinde çamaşır yıkarken annesine saldırmak isteyen eşkiyâlara;
- Dokunmayın o hatuna! O bir veli anasıdır! diye seslenmiş ve eşkiyâların korkup oradan kaçmalarına sağlamıştır.
Hacı bayram-ı Veli’nin doğum tarihi ihtilaflıdır. Kaynaklar 1257, 1339, 1350, 1352, 1353 gibi tarihleri vermişlerdir. Biz, 1352 tarihini kabul ediyoruz.
Hacı Bayram’ın kızkardeşi yoktur. Hacı Bayram, ailesinin büyük oğludur. Ortancasının adı Safiyüddin ve küçüğünün adı ise Murat’tır. Ve ona Abdal Murad’ da denir.
Hacı Bayram yolunun erenlerinden Himmet Efendi O anadan doğma yetişkin ve olgun kişi, yedi yaşındayken erip erişmişti der. Annesi de onun, daha karnındayken, kimi zaman “Allah! Dediğini işitirdim. Karnımın içinde sanki yetişkin bir insan görürdüm derdi.(1)
Ve Bunu (Der beyan- ı silsile-i Bayramiyye) bölümünde şöyle yazmaktadır.
(1) BAYRAMOĞLU, Fuat: Hacı Bayram- ı Veli kitabı)
O mâder- zade şeyh ü pir – i kâmil
Yedi yaşında derler oldu vâsıl
Dahi der mâderi hakkında Pirin
Ki yani hazret – isahib- serinin
Benim bahtımda iken pîr – i agâh
İşidirdim gehi der idi Allah
Benim bahtımda iken pîr ümmü bilgil
İşidirdim gehi der idi Allah
Dahi derdi bu kavli ümmü bilgil
Görürdüm batnım içre pir-i kâmil.
Her velinin her evliyânın dünyâya gelişinde, gökte yer adeta bütünleşir, bambaşka aleme bürünür.
Bu güzel tabloyla, hızla akıp giden zaman durmadan dönüp duran dünya yerinde durarak müjdelerken, insanların yüreklerine, gözlerine müjdeler serper.
Gök yüzünün ancak ehlince bilinen ve ancak ehline görülebilen “hacet kapıları” ardına kadar açılıverir. Yerin, arzın merkezinden bolluk, bereket, feyz, mutluluk, kardeşlik fışkırıverir.
Maddenin sonsuz alanında top oynayan atomlar atomların içindeki elektronlar, protonlar, nötronlar ve onlardan daha öteleri sınırsız bir “haz” içinde “zikir” yapıp şevk içinde dönerler, dönerler.
Yüzseksen bin âlem diye ölçülerimizle keşfedebildiğimiz, en büyük gezegenler denizi... En iri gezegenler, yıldızlar, uydular, güneşler ve keşfedemediğimiz ötekilerle sınırsız bir “haz” içinde “zikir” yapıp huşu içinde dönerler.
Bir sevinç dalgası, bir bereket yağmuru insanı ve dünyasını yeniden nizama sokar.
Her “ufuk” insan’ın, her “veli”nin, her “evliyâ’nın doğumunda bu hep böyle olmuştur.
Böylesine muhteşem tablonun yaşandığı zamanda dünyayı şereflendiren koyunluca ailesinin ilk oğlunun adını Numan koydular.
Numan’ın doğumu ile, Solfasol (Zulfadil) köyü’nde, bir bolluk, berekettir başlamış kuşlar sürüler halinde köyün üzerinden alçaktan uçarak adeta bu mutluluğa ortak olurmuş. Dargınlar barışmış, kavgalar durmuş. Alın teriz, göz nuru, el emeği kıymet ölçülerine en başına geçmiştir. Çalışmak, didinmek, yılmadan korkmadan emek sarf etmek gönüllere ferahlık verirken mutluluk abidesi haline gelmiştir. Köyü, bir sevinç dalgası, bir bereket yağmuru çevrelemiş ki bunu anlatmak, bu duyguları kâğıt üzerine dökmek mümkün değildir.
Numan, köydeki diğer çocuklardan bir başkaydı. Her halinden her davranışından çevresindekiler ister istemez etkileniyordu. Büyüyüp serpilirken, çevresinde gönül radarlarını gezdiriyor. İçinin dağlarında biriken kan ve efkârı, yüreğine yığılan soruları, araştırmacı ve gözlemci kanâatiyle cevaplandırıyordu.
Alnı bulutların üstündeydi. Butların ötesindeki, ötelerdeki âlemi, Halk vergisi aklı ve lisânıyla bulabiliyordu.
Gözü, oyunda ve oynaşan uzak, Hak’kı ve Hakikat’ı arar durumdaydı. Saman âlevi gibi parlayan sonra, birdenbire sönüveren neşe’lerde tat bulmuyor, köyün kırlarında, tepelerinde dolaşıyor, hudutsuz “hazlar” veren, bitimsiz bir sıcak sevgiliyi arıyor arıyordu.
Anası ve babasından aldığı ALLAH sevgisini işte bu hür kırların havasında karıncalarda, kuşlarda böceklerde, çiçeklerin renklerinde otların yeşilliklerinde buluyor bundan da büyük “haz” ve “mutluluk” buluyordu.
Kardeşi, Murad şairdi. Onun şiirlerini dinler, onun türkülerini dinlerken kendinden geçerdi. Çimenler üzerine bağdaş kurup oturduğunda, insan dilinin ve kelimelerin şiir kuşunun kanatlarında ne güzel bir kıvama kavuştuğuna şahit olurdu.
Düşünceliydi, bakışları dağların sert bağlarını deler, ötekilerin ötesine varırdı.
Ankara ve Sulfasol (Zulfadil) köyünün ve öteki köylerin insanların düşünür, mutlulukları ve sıkıntılarıyla kalbi bağ kurardı”.(2)
Numan’ın Arapça dersi öğretmeni Şeyh İzzettin’dir. İzzettin Ankara’nın meşhur hocalarından birisidir.
(2) UYDUM, Remzi, Sayfa 21- Ankara Evliyaları