ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
MEHMET YAZICIOĞLU
#1
MEHMET YAZICIOĞLU




Mustafa CEYLAN

 
Gönüller sultanı Haı Bayram-ı Veli’nin “Yazıcıoğlu” adını taşıyan iki talebesi bulunmaktadır. Bunlardan birisi Mehmet, ötekisi’de Ahmet Bîcan’dır.
Yazıcıoğlu kardeşer, asırlardan beri milletimizin engin gönlünde yazdıkları dev eserlerle yer etmişlerdir. “Keşfüz-zaman” adlı eserden esinlenerek “Muhammediye” ve “Envar’ül Âşıkın” isimli iki kitabı kaleme alan yazıcıoğullarından birisi şiirle, ötekisi de nesirle aynı konuları işlemiştir.
Mehmet Yazıcıoğlu “Muhammediye” adını verdiği destan türü-nazım eserinde ağdalı bir dil kullanmıştır.muhammediye’yi Gelibolu’da inzivaya çekildiği bir sırada yazmıştır. Fatih döneminin ünlü isimlerinden olan Mehmet Yazıcıoğlu’nun Muhammedie’si başlı başına bir mevlüt sayılabilir.
Hacı Bayram-ı Veli’nin yetiştirdiği gönül erlerinden birisi olan Mehmet Yazıcıoğlu,Yazıcı Selahadd’in oğlu’dur. Hacı Bayram’ın gelibolu’dan geçişi sırasında intisap edip, dersler almıştır. Gönül makamında ilerlemesi, o büyük veliye bağlandıktan sonra gerçekleşmiştir. İçindeki aşk ateşini tutuşturmuş, geçen zamanların ortaya koyduğu ruh boşluğunu aşkın alevleriyle doldurmuştur. Yenine  yaptığı ışıklarla karanlıkları parça  parça etmiştir. Zira,daha önce bütün bilim ve fen .ilgilerine sahip olmasına rağmen, boş işlerle meşgul olurdu.zamanın tüm pozitif bilgilerine vakıf, ancak, mânevî bilgiler den olan ilâhî hazdan yoksunken, rüzgârın önündeki yaprak gibi bir meçhule sürüklenip gidiyordu.kabiliyet ve kapasitesini gündelik, gelip geçiçi  temelsiz işlere kullanıyor, adetâ kendini harcıyordu. Ondaki kabiliyet ve kapasitesini gündelik, gelip geçici, temelsiz işlere kullanıyor, adetâ kendini harcıyordu. Ondaki kalibiliyet ve kapasiteyi keşfeden Hacı Bayram, yürek teline bir  dokunuşuyla onu canevinden kendine bağlayıverdi. Rüzgârın önündeki yaprak gitmiş, yerine gönüller yapmada görevli bir “gönül eri” gelmişti.
Mahlas olarak “Daî” ünvanını kullanıyordu. Şiir yazıyor, fakat yazdıklarının hiç birisini beğenmiyordu.şöyle kalıcı asırlar sonra da okunabilecek, ellerden düşmeyecek bir eser yazmalıydı.gündelik telâşlar ve sıkıntılarla şair gönlü bir türlü derlenip, toparlanıp, o büyük arzusunu gerçekleştiremiyordu. Arzuladığı dev eseri yazamıyordu.
Gönül dili konuşmaya, parmakları yazmaya azırdı. Ama, bir türlü kendini günün kıskacından kurtarıp, kafasında tasarladığı o dev kitabı yazmaya vakfedemiyordu. Hazırdı hazır olmasına, ancak, gündelik boş telâş ve koşuşturmaları bir kenara ırlatıp,kendini o yüreğindeki yüce denizin dalgalarına bırakamıyordu. Yağmur bulutları gibi bereket yüklüydü, fakat yağamıyordu. Uzansam elimle göğe tutunacağım diye düşünüyor, lâkin elleriyle göğe değemiyordu. Dünya ağacının yaprağı gibi dala bağlanmış kopamıyordu. Vakti, saatini bekliyordu.
Nihayet, günlerden bir gün kararını verdi. Gelibolu yakınlarında sessiz, sakin tabiatın zikrini dinlerken bir kaya gördü. Kaya ki ne kaya, üç, dört adam boyutlarında.denizi seyreden bir kaya.
Gitti evinden çekiç ve çivi getirdi. Başladı kayaya vurmaya ve onun bağrında oyuk açmaya. Her çekiç  vuruşunun çıkardığı ses, ona “tak” “tak” değil “Hak”! Hak”! diyordu. Bu nasıl bir şeydi.şaşkına döndü. Evet, taşı oyacak,kendisine bir “uzlethane- çilehane” yapacaktı. Böylece  toplumdan dünyadan koparak, “ölmeden evvel ölecekti.” Taş, her bir çekiç vuruşunda zikir yapıyordu. Kendi yüreği ile taşın yüreği bir olmuş, beraber zikir yapıyorlardı. Aman Allahım!...içinde bir serinlik ,bir müjde, bir bayram havası, bir bahar iklimi oluşmuştu. Yüreğiyle taşın yüreği, “Hak!...Hak!” diye diye, çekici jet hızıyla çivinin başına indirip indirip kaldırıyordu. Taş, çekice ve çiviye adetâ yol gösteriyordu. Namaz vakitlerinde abdestini alıp taşın yanıbaşıda namazını kılıyor, namaz sonrasını ise taş adetâ yalvararak kendine çağırıyordu. Taşın seslenişini yaydığı frekansları beyin bilgisayarında hissediyordu.
Sonunda taşın bağrına bir ev yaptı. Bismillâh deyip o eve girdi. Taşın bağrında sanki bir düğün evi ortaya çıkmıştı. Girdi o düğün evine, çözdü içindeki düğümleri bir bir..
İçindeki düğümler çözüldükçe, dilinin kilidi açılmış, gönlü ile dili arasında kurduğu köprüden âlemlerin geçişini seyre dalmıştır. Her seyre dalışta öğretmeni, gönül sultanı Hacı Bayram’la bir ve beraber olduğunu hissetmiş, taşın içindeki evi bir gül bahçesine dönüştürmüştür. İşte o gül bahçesine dönüşen taştan evinde “Muhammediye” adını verdiği dev kitabını yazmaya başlamıştır.
Hayatının önemli dönüm noktaları olmuştu. İran’da Hayadr Hafi, Zeynel Arap gibi zatlardan der almış, ilmini tamamlamıştı. Fakat, Hacı Bayram’ı görüp, onu dergâhına diz çöküp ders alana kadar,kendini hep çevirdiği taşın bağrında dolu dolu yaşıyordu. Kasapoğlu Mahmut Paşa başta olmak üzere cümle halk kendisinden Peygamber’imizin hayatını da anlatan bir kitap yazmasını istemşilerdi. Ya, işte onu yazmaya başlamıştı.
Sözümüzün burasına bir ara verelim. Muhammediye isimli eserinden, ayrıca, aşağıda biraz daha detaylıca bilgi vereceğimizi belirterek, Mehmet Yazıcıoğlu hakkında ulaştığımız bilgileri aktaralım.
Babasının adı, Katip Çelebi ve Bağdatlı İsmail Paşa tarafından Salih olarak bildirilmiştir. Muhammediye’nin yeni baskısını hazırlayan Dr. Âmil Çelebioğlu tarafından da babasının adının Salih olduğu ifade edilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde  (Engürlü’de âsude olan kibar-ı evliyau’llahınmerâkıd-i pür-envâr ve ziyâretgâhlarını beyan) konusundan başka daha Engürü’de bir musannifin ve müellifin ulema, meşâyuh, subhâ kabirleri var ise de bir kaç gün misafir kaldığımızdan ancak bu kadar tahlil edebildik) diyerek baba adının Kâtib Selâhattin olduğunu bildirmektedir.
Zûgat-i Tarhiyye ne Coğrafiye, isimli 7 ciltlik kitapta “Yazıcızade kibar-ı meşeyih-i Bayramiye’den meşhur “Muhammediye” sahibi Mehmet Efendi’nin şöhreti olup mahlaları “Zat” ne irtihali 1451. Mve  855 H. Tarihindedir. Gelibolu haricinde leb-i deryaya kedi oyduğu bir taş kovuğunda köşe-nişîn-i inziva ber âbid-i bî- hemta idi. Derun-i şehirde olan hanesinin yerine muahharen bir medrese bina edilmiştir ve biraderi Ahmet Bîcan hazretlerinin dahi mahal-i mezburda yine taştan oyulmuş bir ibadethanesi vardır. Meşarünileyh hazretleri iltida-yı hâlinde eğerçi bir merd-‘i fazıl ve ulum ve fünunda nehir ve kâmil diyse de işü işarete biray münhemile olduğundan Hacı Bayramı Veli hazretleri Ankara’dan ihzaren Edirne’ye gelirken Gelibolu’ya uğradıklarında nasiyesinde esa-i isti’dât hissetmekle meşerün-ileyhi huzuruna celp ve arz-ı sahba-yı hakikatle mir’at-ı kalbinden gulâr-ı mâ-sizâ ve arzû-yı nefs-i hesâyı ref’ü self eylemişlerdir.
“Lügat-i Tarihiye ve Coğrafiye”’nin bu notuna göre Yazıcıoğlu 1457 yılında ebedi sevgilisine kavuşmuştur. Çilehanesi kendi oyduğu taştan yapılmış olup, Gelibolu’ da denize yakındır. Şehir içinde evinin bulunduğu yere bir medrese yapılmıştır. Kardeşi Ahmet Bîcan’ın d a taştan oyulmuş bir çilehanesi vardır. Yazıcıoğlu bütün ilim ve fen bilgilerinde kâmil bir insan olduğu halde (iş ü işade) düşkündü. Hacı Bayarm Gelibolu’ya uğradığında ondaki istidatı görerek kalbinden (nefs-i hevâyı) attırdı. Denilmektedir. Şimdi O’nun meşhur eseri “Muhammediye”ye bir göz atalım. Kitap “Bismillahirahmanirrahim” ile ve şu  dizelerle başlamaktadır:
“İllâhün Vâhidün Rabbün Teâlâ
Hüve’llâhü’l-Bedîü’l-a’la
 
Teâlâ zatühü lemmâ tecellâ
Min’el-gybi ile’l-ayni fecellâ
 
Ehaddır zâtına esmâsı meclâ
Tecelli-i zâtına esmâsı meclâ
 
Mukaddesdir celâl-i kibriyâsı
Kemâl-i saltanatta şânı eclâ
 
Kemâline bu mevcûdât âyât
Cemâline dü-âlemlermücellâ
 
Çün oldur Âlim-i gayb ü şehâdet
Pes oldur Kadir ü Hallâ u Mevlâ
 
Tehayyürde kamu efhâm u evhâm
Onun dergâhı izzide teâlâ
 
Cemi-i kâinâtı kıldı ibdâ
Delâil kıldı zâtına muallâ
 
Onundur nasr u izzet-i cûr-ı rahmet
Onundur gayb u ayn-ı uhrâ ve ûlâ
 
Çü ferdâniyyet onun hamd onadır
Çü vahdâniyet onun şükrü evlâ”
 
Diyerek “Muhammediye” sine başlayan Yazıcıoğlu “Na’t-i Resûlillâh-Allah Resûlüne övgü, Na’t-i Hülefair’raşidin-Yüce halifelere övgü” şiirlerinden sora “Sebeb-i Te’lif-Yazılıp sebebi” başlıklı şiiriyle, bu dev eserin yazılışını alatmıştır. İşte “Sebeb-i Te’lif” şiiri:
“Meğer günlerden bir gün emr-i takdîr
oturmuştum Gelibolu’da sırrâ
Elimi çekmiş idüm cümle halktan
Dilimle zikr idi, kalbimde zikrâ
Gelibolu’nun ol âşıklarından
Dirildiler gelip katıma turâ
Dediler kim niçin kılmazsın ey dost
Resûlün vasfını âlemde büşrâ
 
Dedim ey gözlerim nûru cemâat
Erin devletlere izzen ve narsâ
Bulun Allah Resûlüllâh katında
Yüce izzetleri mecden ve fahrâ
İşittiniz nice türlü haberler
Husûsâ sîreler oldu müserrâ
Düzülmüştür nicemevlid kitâbı
Yazılmıştır nice evsâf-ı kübrâ
 
Bilinmiştir denilmiştir okunmuş
Anılmıştırkamu kübrâ ve suğrâ
 
Dediler nakli tefsîr olsa bize
Hadis olsa kim oldur ilm-i ahrâ
 
Dedim ger ola takdîr-i ilâhî
Kayem bu yüzde bir zülf-i mutarrâ
Benâg”âh düşüm olur bir gece ben
Görürem kim Muhammedi sırr-ı esrâ
Oturmuş nûr olup ashâb içinde
Temâmet nûr olur şehr ü sahârâ
Nikab ile oturmuşlar tutup saf
Gözükmekten kamu yüzler muarrâ
Önünde çîni taslar dopdolu su
İçilmekten velî sular müberrâ
 
Dedim bir şahsa niçündür bu hâlet
Beyan et niçün ederler teberrâ
 
Dedi kim kim açsınlar nikaabı
Cemâlinden kim olurlar huyârâ
Veyâhut kime versinler şarâbı
Bu mecliste kim olurlar sükârâ
Bu sözü işiteekağlayuben
Yakamı ylemişem pâra pâra
Ne katlansın ciğerler bu firâka
Nedöysün uşbu derde seng-i hârâ
Bu kez çün zârlığım gördü ol şah
Yüreğim yarasına vurdu yara
Geri sırrımdan etti bana irşâd
Ki gönlün perdesini aç Dilârâ
Götür gönlün hicâbından nikaabı
Cemâlim nûrunu cânında ara
İçir hikmet şerâbın ümmetime
Sözümü söyle halka aşikâra
 
Temâmet dolsun iller mu’cizâtım
Yetişsin sözlerim mülk ü diyârâ
Şu resme eyle imdi beni takrîr
İşitsin Mısr u Şâm Rûm u Buhârâ
Yenile mevlidim çıksın cihâna
Eğerçi söylenirdehren fe dehrâ
 
Ki düpdüz âlemin halkı işitti
Benim evsâfımı beren ve bahrâ
Kemâlâtım yetişir  sen dahi pes
İşitsin ümmetim şehren fe şerhâ
 
 
Bana ümmet olan şoldur ki dâyim
Hakk’a hamd eyleye sabren ve şükrâ
Tuta buyruğun Allah’ın tamâmî
Simaya hükmünü farzan ve emrâ
 
Kişi kimi severse onunla kopar
Severse taş dahi haşren ve neşrâ
Beni seven benim ile kapısar
Balısar merteb fazlan ve kardâ
 
Beni seven sözüm aydan işiden
Yüzümü gözleyen iyden ve kardâ
Çü dili kulağı ola sözümde
Özü yüzü ola sadrenve bedrâ
 
Çü buyurdu bana sultân-ı kevneyn
Sözünü tuttum uş cebrenv e kahrâ
Sığındım Hakk’a sığındım elimi
Ki yazam vasfını sıran ve cehrâ
 
İlahî, Yazıcıoğlu Muhammed
Kulundur hazretinde yüzü kara
Habîbin hürmetine afret onu
Ki tâ dergâhına fazlınla vara
Hudâya bâ-cemî-i imân
Atâ kün fazl u rahmet feyz mârâ
İşte “Muhammediye” nin yazılış sebebini yazarı böyle anlatıyor. Şimdi biz, bugünkü gençler anlasın diye konuştuğumuz dile aktarmaya çalışalım.
 
Meğer günlerden bir gün Hakk’ın takdiri
Oturmuştum Gelibolu’da sesizce gizlice..
Cümle halktan elimi çekmiştim
Zikir yapıyordu dilimle kalbim…
Gelibolu’daki Hakk sever âşıklar,
Toplanıp geldiler, karşımda oturdular
Dediler ki: Ey sevgili dost,
Resûl’ün vasfını müjdelerle, anlat…
 
Dedim: Ey gözlerimin nuru olan halk
Mutlu olun, üstünlük bulun, yardım görün
Bulun Allah Peyfamb’inin huzurunda
Kıymeti, şerefi, beğeniyi, övgüyü…
İşittiniz nice türlü haberler
Özellikle “Siyer” kitapları her tarafta yayınlandı
Sıra sıra “mevlit” kitapları,
Ve nice “Peygamberimizin vasıflarını!” anlatan kitap yazıldı.
Bilinmiştir, ezberlenip okunmuştur
Peygamberimizin güzel vasıfları anılmıştır.
 
Dediler: Bize tefsîr nakli olsa
Hadis olsa ki iyi, güzel bilgiler onda…
 
Dedim ki: Allah’ın takdiri var ise
Bu yüze (güzel eserlerin yüzüne-tablosuna) bir zülüfte ben kondurayım
Görürem ki Peygamber’i manâ sırrına sahip
Oturmuş nur olup ashâbı içinde
Tamamen mur olur şehirler ve sahralar…
Saf saf olmuştu huzurda oturanlar,
Gözükmemek için bütün yüzler örtülü
Önünde çin yapısı taslar, içleri su dolu
İçilmiyor ve ellerde uzak duruyordu…
 
Dedim ki: Bir kişiye bu hâl nedendir?
Söyle niçin eller uzakta, peçe yüzdedir?
 
Dedi, Kim kime karşı açsın yüzündeki örtüyü,
O’nun yüzündeki nurdan, hepsi şaşkına döner.
Veyahut kime versinler tastaki suyu
Bu mecliste kim içse olur aşk sarhoşu…
Bu sözü işitince ağlamaya başladım
Yakam ı parça parça yparçaladım…
Nasıl katlansın ciğerler bu ayrılığa?
Katı taş nasıl katlansın, bu derdin acısına?
Bu kez O şah, ağlayıp sızladığımı gördü
Yüreğim yarası üstüne açıldı bir yara daha
Sonra, sırlarımdan beni aydınlattı:
Ki gönlün perdesini aç ey âşık!...
Götür, gönül  perdesindeki peçeyi kaldır, at!
Yüzümün nurunu kendi canında ara!...
İçir hikmet şarabını ümmetime
Sözümü söyle halka açıkca!...
 
Tamamen dolsun iller mucizelerimle
Yetişsin sözlerim kıtalara, ülkelere
Beni öyle yaz (resmet), anlat ki,
İşitsin Mısır, Şam, Anadolu, Buhara!...
Yenile (yenisini yaz) mevlidimin, çıksın cihana
Her asır yeni bir mevlit okunur, dilden dile ilden ile yazıla…
 
Ki cümle âlemin h alkı işitti:
Benim vasıflarımı karadakiler, denizdekiler…
Kemalâtımı sende yaz, sıra sende
İşitsin ümmetim şanımı, vasıflarımı ilden ile…
 
Bana ümmet olan o dur ki daima
Hakk’a hamd eyleye sabrede, şükrede
Allah’ın buyruklarının tamamını tuta
Farz ve vacip emirlerin hükmünü kırıp bozmaya
 
Kişi kimi severse onunla yaşar
Severse taş bile mahşerde onunla dirilir
Beni seven benimle yaşar, koşar
Kadri, kıymeti, değeri artar…
 
Beni seven sözlerimi düşlerinde işiten
Yüzümü gözleyen bayram eder, kadir gecesineden
Çünkü dili kulağı olur sözümde
Özü, yüzü yüzümle aydınlanır mehtaba döner…
 
Çünkü buyurdu bana iki cihan sultanı
Sözüneu tuttum, işi mecburi görev bildim
Sığındım Hakk’a kullarım ı sıvadım
Ki yazayım, gizli açık cümle vasıflarını
 
Yüce Allah’ım, Yazıcıoğlu Muhammet
Kulundur yüksek katında yüzü kara
Habibin hürmetine affet onu
Ki yüce katına üstün fazlınla vara…
Allah’ım, iman ehli olanların tamamına
İhsan eyle, rahmetini, feyzini yağdır!...
İşte böyle “Muhammediye” kitabının yazılış sebebini yazarının ağzından böyle anlatılıyor.
Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, dünya ve ahiretin durumu ve tevhid konuları eserdeki şiirlerle teker teker işlenmiştir. Kitabın içindekilerden bazı başlıklar şunlardır:
- İlle yaratılanlar, Hz.Adem ve Hz. Havva’nın yaradılışı, Cennete girişleri, Cennetten çıkışları, soyunun verdiği söz, Peygamberlerin gelişi
- Peygamber’imizin doğuşu, vahiyin gelişi; Hz. Ebubekir’in, Hz. Ali’nin, Hz. Ömer’in İslam’a girişleri.
- Peygamber’imizin sıfatı, huyu, mirası, mucizeleri, hicreti.
- Abdullah b. Selâm’ın Müslüman oluşu, Ezan ve Kıble.
- Bekir, Uhud Gazaları, Hayber Vakası, Mekke’nin fethi, Hüseyin Gayası, Veda Haccı.
- Peygamberi’imizin ana ve babasının imanı
- Kur’anın faziletleri
- Peygamberimizin vefatı ve önemli gerçekler, salâvat okumak
- Peygamberimizin yakınında bulunanlar
- Hz. Fatma’nın vefatı, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer.Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan. Ve Hz. Hüseyin’in üstünlükleri ve vefatları
- Cenneti müjdeleri en sahabe
- Ashap-ı Suffe hakkında
- Kıyamet âlemleri, Deccal’ın çıkışı, Hz. İsa’nın, Ye’cuc-Mec’uc’un çıkışı, Dobbetül Arz’ın çıkışı, güneşin batıdan doğmaıs, tövbe kapısını8n kapanması.
- Sur’a üfleme zamanı,kıyamet mahşer göklerin ve yerin bir başka şekle girmesi
- Kıyamet günü durak yerleri, Liva-i Hamd
- Cehennemin getirilişi, cehennemlikler
- Peygamberimizin huzura geliş, şefaate dair, Kâbe-i Muazzama
- Mahşerin toplantı yerleri,
1- Amel defterinin verilmesi
2- Huzura çıkmak
3- Amellerin terazide tartılması
- Kıyamet günü halk arasıda tartışmalar
- Zekâta dair
- Kıyamet günü hesabı, azabı olmayanları müminler müjdeler, Kevser Havuzu,
- Cehennem, cehennemlikler, Cehennem kapıları
- 4. Toplantı yeri: Sırat kapısı
- Cennete yollanış, Cennete giriş, Haziret’ül Kudüs Nüşur (Dağılış)
- Toplandı yeri:A’raf
- Kötülerin günahı iyilerin günahı
- 6. Toplantı yeri: Cennet ehlinin ziyafet sefraları
- Cennet makamları ve dereceleri, Vicdan ve Gılman, Cennet kısımları, Cennet elinin melikeleri, Dünya ve Ahiret, Cennet ehlinin ziyaret günleri, Cennette ziyafeteler
- Peygamberimize özgü, Allah’a görmek ziyaretlerin büyüğü, Allah’ı görmek, Nur meclisi, yüce Zat’ın açılması, irfan sahibi kullar, Yüce Yaradan’ övgüler, Nefsi bilmek-Rabb’e bilmek,
- İrfan zahiplerinin sırları Yüce Rabb’a münacat, Ruhu bilmek- Nefsi bilmek, Yüce Rabb’a övgüler
- Kitap biterken, Peygamber’imize övgüler, Zeynel Arap- Haydar Hafi
Kitabın ismi
Beyitten meydana gelen bu kitabın günümüze gelinceye kadar, defalarca baskısı yazılmıştır. İslâm-Türk’ün baş ucu kitaplarından birisi olmuştur.
“Füsus-ül H ikem Şerhi, Fatiha Tefsiri, “Mağaribüzzaman” isimli üç eseri daha vardır.
Derler ki, Hacı Bayram dergâhının gözdelerinden birsi olan Mehmet Yazıcıoğlu,
Ankara’da padişaha Hacı Bayarm müridlerinin isimlerinin bildirilmesi için “kurban edilecekler”’in gireceği çadıra ilk giren, korkusuzca kurban olmaya gelen kişidir. Hacı Bayram O’nu neden sevmesin? Onun güzelliğini mânevi iklimlere neden donatmasın?
Hacı Bayram-ı Veli Hz.833/1429’da rahmete kavuştu. “Muhammediye” kitabı ise 1449’da tamamlandı.
Yazıcıoğlu “Muhammediye”’nin “Hâtimetül’l-Kitap Biterken bölümünde Hacı Bayram-ı Veli’den şu şekilde bahsetmektedir:
“Görürem hâlde sultanü’l-meşâyih
Görürsem vakte birhânü’l-meşayih
Cihanın kutbu mâhı Hacı Bayram
Cihanın şehi şahı Hacı Bayram” dedikten sonra, kendisini bu eserden dolayı, su yoluyla gözükerek (mânen) överek, müjdeler verdiğini şu dizeleriyle anlatmaktadır.
“Gözüktü sırr ile der müjdigârî
Ki verdi Hak sana şal zindigânî
Ki sana bir kitabı kıldı ihsan
Düzüldüyse arab düzdü ya a’câm
Denildiyse biraz dendi serancâm
Eğer Türkî dilince varsa divan
Senüge düzülüptür yüce lîvan
Ayıttılarsa türlü dâsitânı
Ayıt kim yürdü bu hoş gülsitânı”
 
Bize göre bugünkü söylenişi:
 
Gözüktü sır ile müjdeleri
Ki verdi, Hakk sana manâ yaşantısını
Ki sana bi kitabı kıldı ihsan
Arap acem dilinde yazıldı
Söylenecekler söylendi, anlatılacaklar anlatıldı
Eğer Türk diliyle yazılacaksa bir divan
Senin yolunu izleyecek, meclisler kuracak,
Eğer yazılacaksa bundan sonra bir destan
Göreceklerdir hep; zira bu yazdığın gülistan…
 
Ve yazıcıoğlu şiirine şöyle devam eder:
 
“Buların sözü budur kim bir insan
Bir insânı sevip bulmuştu ihsan
Seninle de cümle âlem ilmini Hak
Sana verdi ona yazdın muhakkak
Cihan n’oldu n’olısor söyledin sen
Cihânın halkını pes toyladın sen
Meşâyih sırrını keşf eyledin sen
Temânet kıl be kıl vasf eyledin sen
Husûsâ bir aceb nazm üzre onu
Getirdin ki malır gönlü ve cânı
Hurûf üzre gelir ebyâytı mergûb
Ara yerlerde tercî-bed ile hûb
Yedi bahr üstüne nazmı musannâ
Sekiz uçmak gibi bezmi murassâ
Muattardır sözümden rûh-ı uşşâk
Mutarrâdır nevâ-yı perde uşşâk
Kopunca tâ kıyâmet bu kitâbın
Naziri gelmeye bu âfitâbın”
 
Bize göre bugünkü söylenişi:
Bunların sözü budur ki, bir insan
Bir insanı sevip bulmuştu ihsan
Senirn de, cümle âlem ilmini Hak
Sana verdi, ona yazdın muhakkak,
Cihan n’oldu, n’oluyor söyledin sen
Cihanın halkını şenledirdin sen
Meşâyih sırrını keşf eyledin sen
Tamamen önceden inceye vasfeyledin sen
Özellikle bir başka şiir ile onu
Getirdin ki okuyanın aklını gönlü, canı
(Şiirlerde) beytler, hece harfi sırasıylagözelce gelir. Ara yerlerde güzelleştirilen terci bend’dir. (bazı beyitlerin tekrarı)
 
Yedi deniz üstüne şiiri yazdın sanatkârane,
Sekiz cennet gibi okunduğu meclisi süsledin…
Yazdığın her manâdan âşıkların ruhu ıtır kokusu
Aşıkların canları neşe makamındaki nafmeden tazelendi
Kıyamet kopuncaya kadar bu kitabın
Bu kitabın benzeri yazılamaz, bu güneş bir daha doğmaz…
Hacı Bayram’ın talebeleriden birisi olan  Yazıcıoğlu Mehmet, taşın bağrını oyarak kendisbine çilehane yaparken, Hacı Bayram’ın
“Ben dahi bile yapıldım taş ve Toprak arasında” sözünü iyi biliyordu. M. Ali Aynî Hacı Bayram Veli kitabında: Bundan başka bu yolculuk, milli kütüphanemizin kıymetli iki kitabla da zenginleşmesine hizmet etmiştir. Çünkü, en ileri gelen ve ünlü yazarlarımızadan Yazıcızade Mehmet Efendi Hazret*i Pir’e Muhammediye gibi ölümsüz bir manzumeyi (1919 beyittir) yazdıran aşk ateşi onun gönlünde işte bu intisap esnasında tutuşmuştu. Mehmet Efendi’nin kardeşi Ahmet Bican’da manevi güneşin işığından hissedar olduğu için kardeşinin yazdığı “Megaribüz zamanli- Gazabuil-Eşya fit-Ayni mel-isyân”ını “Envaru’l aşıkin” ismiyle Türkçe’ye tercüme etmiştir.
Burada, nisayet kabilinden almakla beraber, irfıkrayı öneminden dolayı yazacağım. Yazıcıoğlu,”Muhammediye’yi Pirine gösterdiği vakit Hazret-i Pir ona hitaben:
- Mehmed, bunu yazacağına bir sîne hâkk etseydin daha iyiydi! Demiş. Bu fıkra, Hazret-i Pir’in iliminden ziyade ameleve ahlâk terbiyesine hakketmek (kağıt yerine insan gönlüne silinmez yazılar kazmak), yâni şimdiki ifadenize göre, insan terbiye etmek ne büyük ve önemli bir iştir.Hazret-i Pirr, bu terbiye hizmetini her vakit için ve hepimize örnek olacak bir tarzda yerine getiriyordu. Çünkü kedisine intisap edenlerin kabiliyetlerine göre, bazılarını bir sanata, bazılarını da ziraata sevk etmekte idiler. Fazla olarak kendileri de geçimini sağlamak için bizzat toprağı sürerek burçak ekerlerdi! Hasat vakti gelince hep birlikte imece ile mahsuli kaldırırlardı.
Anadolu’nun manevi koruyucusu olan kadri çok yüce bu zatın çağdaşları ve bütün halefleriiçin fiilen göstermiş olduğu bu fazilet ve faaliyet dürtüsü ne büyük inşaaddır!Ö bizzat çalımak ile iş görmek, şefkatli anamız yerinde olan toprağa müracaat etmek, el ile de bir sanat demek.”
“….Şeyh Hazretleri, bu gidiş ve dönüşlerde uğradıkları Gelibolu’da çok meşhur olan Muhammediyyeye nâzımı (şairi) ârif-i billah ve aşık-ı Resullah Yazıcızâde Mehmed Efendi’yi halifelik mertebesine nail etti.” (sayfa: 204) demektedir.
O yüce Veli’nin soyudan gelen Fuat bayramoğlu kitabında bu hususta şunları yazmıştır.
Muhammediye’ninyeni bir incelemeli baskısını hazırlamış olan Dr. Amil çelibioğlu dabu konuya değinmiş v yerinde mularak aşağıya aldığım düşünceleri belirtmiştir: “her ne kadarbu hikâye, Hacı bayram-ı Veli’nin ahlâki terbiyeye nem vermesi, en büyük eser olarak insanı yetiştirmesi ve asrının gerçekten bu yönüyle de bir manevi sultanı olmasıla onun şahsiyetine uygun d üşebilirse de, herhalde bu rivayetin gerçekte bir alakası yoktur. Bir defa, bibirini seven ves ayan iki insandan birinin, diğerine, eserini sunduğu zaman, ötekinin hele böyle hacimli ve değerli bir eseri hafife alması tahmin edilemez. En azından terbiyeci durumuda olanbir mürşid, böyle yapmaklamüridininkalbini kıracak belki de s ölenilenin aksine,menfi  bir tesir bırakacaktır ayrıca Haıbayram gibi bir Sünni ve müteşerri (şeriat işleride geniş bilisi olan) şeyhin, nelen baştan başa Hazreti Peygamber muhabbeti ve ilahî aşk ile dolu ve peygamber talimi ile  yazılan bir esiri kaçümsemesi beklenemez. Ve bilakis bizzat Yazıcıoğlu Mehmet, rüyasında veyamânada şeyhi Haı Bayram ile görüşmüş v eserinin onuntakdir vemedhine mazhariyetini (beğenisini kazandığnı) tespit etmiştir. (8790-8813b) nihayet en kat’i ve münakaşaya mahal vermeyen delil ise AHcı yaram-ı Veli’nin 833/1429 da vefat etmiş olmasıdır. Zira ona takdim edildiği uydurulan eser ise 853/1499 da tamamlanmıştır.
M. Ali Aynî söz konusu eserinde dipnot olarak Yazıcızâde Mehmet Efendi hakkında “Malkara’ya bağlı Kadıköyü’nde doğmuştur. Fakat Gelibolu’da yerleşmiş olduğu için kendisini oraya nisbet ederler. İlim tahsili için birçok yerlerdenbaşka iran’a ve mevaraünnehir’e kadar gitmiştir. Yararlandığı zatlardan başlyıcaları Haydar Hâfi il Zeyhnel- Arab ise de asıl mürşidi Bayram’ı Veli’dir. (Vefatı 855 senesindedir. Denmektedir. (Sayfa:103)
“yine Hac Bayram Veli’nin gerçekten olgun ve muktedir bir şeyh olduğunu anlarız. Zira bir insan, yaptığı eserle  belli olur. Hacı Bayram Veli’nin olgunluğunun en önemli delili, yine onun yetiştirdiği halifeleridir.”  (*)
Yazıcıoğlu Mehmet, Hacı Bayram’ın en önemli halifesidir. Sözümüzü gene ünlü eseriyle bağlayalım.
Yasıcıoğlu Muhammediye kitabını bitirirken “Hâtimetü’l Kitab”da:
“Tamâm oldu kitâb el-hamdülllillah
Hümam oldukitâb, el-hamdülllillah
 
O cümle kayînatın âitâbı
Çün emr etti bana düzdüm kitâbı
 
Yazılınca kitâb ol nur-ı Zâhir
Bana üç kez düşümde oldu zâhir “dedikten sonra, bu eserinin Türk diline çevrilmesini kardeşi Bican’dan şu mısralarla istemektedir.
“Dedim Bîcân’a imdi ben dahi gel
Çü düzdüm bu kitâbı sen dahi gel
 
Bunu Türkî diline dönder imdi
Yayılsın ile şehre gönder imdi
 
 
 
Bu söz ile onu kıldı tamâm ol
Gelibolu’da kıldı ihtimâm ol. Dedikten sonra, bu kitabının yazılış tarihini aynı bölümde şu şekilde ifade etmektedir
“Bi-hamdi’llâh bu bir iki karındaş
ki bu iki kitâbı eyledik fâş
 
Onunçün çekmişiz bu yolda zahmet
Diyeler Yazıcıoğlu’na rahmet
 
Eğer sabh etmet estersen tevârîn
Sekiz yüz elli üçündeydi târih” demektedir. (Yani M:1449) Yazıcıoğlu, Hacı Bayram-ı Veli’nin “Bilmek, bulmak, olmak” felsefesini  “Faslün Fi’l-Esrâri’l-Âriflerin Sırları) bölümünde:
“Cihâna ölmeğe geldin ölürsen
Cihâna bilmeğe geldin bilirsen
 
Bil onu, bul onu ulaş bakaaya
Kalır mı kemse fanide beka yâ” diyerek a ynen seslendirmektedir. Ve aynı bölümün sonunda alemi nasıl gördüğünü şu dizeleri ile bildirmektedir:
“Âlemin nakşını hayâl görürsem
Ol hayâl içre bir cemâl görürem
Heme âlem çü mahzar-ı Hak’tır
Onunçün kamu kemâl görürsem…”
 
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi