ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
AKBIYIK SULTAN
#1
ŞEMS-İ HÜDÂ HZ.

AKBIYIK SULTAN
(      -   1455            )


Mustafa CEYLAN
 
“Gavvası bahr-i vahdetim
Buldum hakikat bahrini
Deryaya saldım katremi
Dürdaneyim dürdaneyim…..”diyen AKBIYIK SILTAN, vahdet denizde yüzen çok iyi bir dalgıçtır. Nice okyanusları aşan,dünyanın azgın dalgalarını aşan muhteşem yüzücü. Okyanusların en dibine inip, mercanlardan inciler toplayan bu ulu zatın, taşıdığı oksijen tüpünü Hacı Bayram ı Veli doldurmuştur.
Şems-i Hüdâ Hazretlerinin asıl adı AKBIYIK AHMET ŞEMSETTİN’dir.
II:Murat döneminin ulularındandır. Kosova Zaferi (1448)ne katılmıştır. Kosova Zaferi’nden başak İstanbul’un Fathi’nede katılmıştır. Zaferlerin velisidir. Hacı Bayram-ı Veli’nin ünlü müridi olup, Fatih’in gönül dostudur.
Hep başı açık dolaşırdı. Başı açık dolaşmasının sebebi için derler ki: Akbıyık, sürekli zengin olmak isterdi. Mal, mülk, ve para sahibi olmak tek arzusuydu. “Ed-dünyâ mezra’atü’l-âhire” dünya ahiretin tarlasıdır. Dünyada ne ekersen, ahirette onu biçersin” diyordu. Zengin olup, fakire, fukaraya, yetime yardım etmek dilerdi. Dileğini mürşidine açtı. Açtı ya, yüzbin volt cereyâna çarpıldı. Veliler velisi Hacı Bayram-ı Veli:
El fakru fahri (fakirlik benim övüncümdür)” diyor ve “Bizim mesleğimiz fakr-ı sûrî ve manevîyi kabulden ibarettir. Mal, mülk uman bizden uzak ola!.” Deyivermiştir. Çünkü, Hacı Bayram’ın felsefesinde zenginlik, gönül çarşısında olabilirdi. Madde dünyasında değil.
İşte, bu noktada, müridle mürşidin yolları ayrılıyordu. Yolun ayrılması demek, oraya gurbetin girmesi demekti. Gurbet bir kişiyi potasına almaya görsün. Kavurur, yakar, pişirir, olgunlaştırırdı.
Akbıyık’la mürşidi arasına gurbet girivermişti.
Şeyhinin “bizim zenginliğimiz fakirliğimizdedir.” Cümlesiyle şaşkına dönen Akbıyık, huzurdan alel acele çıkarken tarikat tacını başından düşürür. Bu tacın düşmesi olsa olsa şeyhin hikmetindedir diye düşünür ve başına bundan böyle hiçbir şey almaz. Hep başı açıktır.
Arzusu olmuştu. Çok büyük zenginliğe kavuşmuştu. Ama bu arada gurbet de onu pişirmişti. Bursa’da şehrin en görkemli sarayını satın aldı. Malını ve mülkünü sayasını miktarını bilmiyordu. Fakire, fukaraya ve yetime yardıma koşuyordu. “mal ola yalan-mülke’de yalan” diyordu…
Akşemseddin’le birlikte İstanbul’un fethine katıldı. Varna seferine iştirak etti. Müslüman- Türk ordularının mânevi mimarıydı.
Bursa’da ikamet ettiği sürece, irşâd görevini mükemmel bir şekilde yürüttü. Cezbeye daldığı anda terki dünya ederdi. Hattâ Bursa’da ona “El Meczûb” adı verilmişti.
Kabri Bursa’dadır.
Akbıyık adı ile hem İstanbul’da, hemde Bursa’da iki ayrı semt bulunmaktadır.
“Yandım cemâlin şem’ine. (ışığına)
pervâneyim pervâneyim” diyerek, pervâneler gibi dönüp durduğunu anlatmak ister.
Ve şöyle seslenir:
“Şol dem gördüm didarını
Divaneyim divaneyim
Yandım cemâlin şem’ine
Pervâneyim pervâneyim
 
Ben aşk meyinde sâkiyim
Ol mâşukun müştakıyım
Gel içireyim aşktan
Meyhâneyim meyhâneyim
 
Gavvası bahr-I vahdetim
Buldum hakikat bahrini
Deryaya saldım katremi
Dürdaneyim dürdaneyim
 
Bildim seni buldum anı
Verdim bunu aldım anı
Terk eyledim cism-ü canı
Cânâneyim cânâneyim
 
Terk eyledim ben şeş cihet
Oldum anınla hem-cihet
Yâr gncini pinhân içün
Viraneyim viraneyim
 
Gel ey Hüdâ Şemsi dün
Buldum Hakk’ı oldum yakin
Söyleme sır eylem tâş
Sırhaneyim sırhaneyim”
 
 
“BİLMEK, BULMAK, OLMAK…”
 
İşte hakikat sırrının yolundaki üç basamak. Bu üç basamağın daha birincisinin üzerinde, zavallı bacaklarımızla dik bile duramıyor ve ikinci basamağa geçemiyoruz. Sonra, ikinci basamaktakilerin hallerine şu  kahrolası dünya gözlerimizle  delilik” deyip geçiyoruz. Asıl deli biziz! Kalp gözümüzle bakmadığımız görmediğimiz sürece hep böyleyiz ikinci basamağa da adım atamayacağız. Çok yazık!
Hüdâ-yı Şemsi, yâr’e yâr olmasını bilmiş, cism-ü canı terk eyliyerek O’nu bulmuş ve O’nu” emriyle olmuştur. Olmak, kemale ermektir. Hamlıktan kurtulmaktır.dünya renklerinden sıyrılmak yada dünyaya yeni bir renk vermektir.
Piri bilmek, ve ebedi sevgiliyi bulmak.”Bildim seni, buldum anı”.
Bursa’da “Mevlanâ Alâaddin Ali-yüz Arabi”nin derslerine devam etti. Kendini asla yeterli görmüyor ve her gün öğrendiklerine bir yenisini katmak için derslere devam ediyordu.
Bursa’ya Yeşil Bursa adı boşuna verilmemiştir. Yeşil Bursa adından yeşilliklerle bezenmiş bir tabiat içinde bir şehir olduğunu anlattığı gibi, yeşilin hayat, yeşilin yaşamak olduğunu da gözlerden ırak tutamayız. İnsanlara hayat veren, yaşamak muştusu veren, öldükten sonra da insanların âmel defterinin kapanmadığını, yaşamaya devam ettiğini anlatan nice veli, evliyâyı Bursa şehri bağrında taşımaktadır.
“Bir rivayette (bu) Akbıyık’tan, İsmail Hakkı’nın sözüne göre bizzat sahibi Bayram’dan, Mak’ad Hızır Dede feyiz almıştır. Hızır Dede aslen Mihaliç ahalisinden biri koyun çobanı imiş. Ayakları kötürüm olduğu (Aslında gençliğinde çobanlık yaparken soğuktan donduğu için ayakları kesilmiş olup mak’adı üzerinde yürüdüğünden kendilerine bu lâkap verilmiştir.) için Bursa’ya gelip Ulu Cami’deki eski minareye dayanmış ve zikrullahla meşgul olmaya başlamış. Çoban iken kâmil bir veli olmuş. Ona da meşhur Bursa’lı Şeyh Mehmet Üftâde Efendi (vefatı, 93 yaşında ve 988 senesinde) intisab etmiş. Bu zâtın, İsmail Hakkı’nın beyanına göre hesabdan efzundur (görülmemiş güzellikte halleri sayısızdır) evâlide kazaz (ipekçi) dükkânında otururken Hızır Dede’ye muhabbet edip ve sekiz senen hizmetinde olmuştur.”
Ayakları kötürüm bir çoban, Ulu cami’nin minaresine yaslanmış, zikir yapmakta. İşte yol. İşte tarikat. Yani yol…çobanlıktan kâmil insanlığa. Yolda İslâm tasavvufu var. Yaşanan,  yaşatılan,dipdiri, burcu burcu tasavvuf.
“İslam incelik işidir.ruh ile beden arasındaki münasebeti sezenler, şeriat ve tasavvuf arası taallûku kestirirler. Şu halde tasavvufa dinin esası bakımından esasın ruhu diyebiliriz. Dinin esası, ancak Resûl’ün tabliğ mevcut ettiğidir. Ve şeriattır. Onun içi, mahremi,ruhu, özü  tasavvuf. Tebliği mevzuu olmayan, yani bütün beşeriyete mecburi rejim ifade etmeyen hususi eriş noktası ise tasavvuftur. Dinin esasına bağlı tamamlayıcı nokta.” (7)
Tasavvuf tebliğ edilenin şeriatın, mahremi, ruhu, özü. İşte bu özü tövbe ve zikirle ulaşanlara, “Er eteği tutarak” erişenlere ne mutlu.
Akbıyık Sultan’da “Bursa’da zaman’ı nur damlaları ile yıkayan er’lerden…
Aşk mey’inin Hacı Bayram elinden içip, bir çağlayan, aşk çağlayanı olan O. Aşk. Muhabbet. Hasret tokmağıyla ezim ezim ezilmek. Muhabbet anında, kendini tavus kuşu gibi rengârenk görmek..
Bakalım Akbıyık Sultan ne demiş?
Okuyalım. Duyalım. İşitelim hele..
( AYNÎ, M. Ali; Bayram Veli, Akabe Yayınları 50, Mart 1986, Sahife: 155)
“Ezelden ben bu aşka yana geldim
kalp derdin şarabın kana geldim
 
Şu bülbülün ki gölden ayrı düştüm
Firakıyla bu haristane geldim”
 
Benim Yusuf bugün Ken’an ilinde
Mısır şehrindeki sultane geldim
 
Aşıklar dârını gördüm dikilmiş
Kararım kalmadı meydâne geldim
 
Selâdır aşk eri yoldaşlarına
Giyip tavusleyim devlâne geldim
 
Şikânım sürüyüp sahraya çektim
Av iletmek için sultâne geldim
 
Boş oynadım anın aşkı yolunda
Bu meydâne acep merdâne geldim
 
Bu zulmette kalan dertliler için
Benim Şems-i Hüdâ dermâne geldim” diyen Akbıyık Sultan, bülbülüm, lâkin gülden ayrı düştüm ve ondan ayrılmakla dikenlerle dolu şu maddesel dünyaya düştüm, ancak aşk erinin eteğini bırakmadım, sabır değirmeninden elendim ve böylece zulmette kalan dertliler için dermana geldim diye seslenmektedir.
İşte aşk aşkın adı tasavvuf…
Tasavvuf için kim ne demiş? Birkaç cümle aktaralım., istedik.
- Tasavvuf, vakitleri muhafaza etmektir. Bu da, kulun haddini bilmesi, Rabbı’na muvakat etmesi ve vaktinin gayrisi ile bulunmasıdır. (haline razı olmasıdır.)
 CÜNEYD
- Tasavvuf, Hakk’la beraber istirsâl (kulun kendisini kayıtsız ve şartsız Allah’ın irâdesine teslim etmesi) dir.
          İBN ATÂ
- Tasavvuf Birsâm (Bir Delilik Nevi) Hastalığı gibidir. Başlangıçta insan saçmalar. Fakat bu hâl kendisinde iyice yerleşince lâl olur.yani sûfî başlangıçta makâmından bahseder, hâli ile bilgiler anlatır. Fakat keşfi açılınca hayrette kalarak süküt eder. (Maksadı sözle anlatmak vuslat hâlinde olmayan sûfilerin halidir, tasavvuf son merhalesine ulaşanlar hayret içinde kalır ve süküt ederler. Süküt sözden üstündür.
EBU ABDULLAH NEBÂCΔ(8)
Akbıyık Sultan’da tasavvuf okyanusunun usta yüzücülerindendir. Okyanusun olanca derinliklerine inmiştir. Çünkü, o’nun oksijen tüpü Hacı Bayram tarafından doldurulmuştur.
(8) KELÂBÂZÎ, Ta’ruf,  Doğuş Devrinde Tasavvuf, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1979, Sahife: 132-137
Akbıyık Sultan, günümüze kadar uzanan Hacı Bayram Veli’nin CEVVETİ’likte şekillenen aşk ve iman zincirinin başıdır. Ondan Hızır Dede’ye , Hızır Dede’den Üftâde’ye , Üftade’den Aziz Mahmut Hüdâi’ye ve ondanda günümüze kadar gelen kutlu bir halka. Çağlara İslâm-Türk mührünü vuran bir büyük aksiyon.
Şimdi bu büyük aksiyonun başı Akbıyık Sultan hakkında Fuat Bayramoğlu’nun eserindeki dipnozda bir göz atalım.
Şakayık’ta 6.ncı Padişah II Murad devri şeyhlerinden olarak sayılan Akbıyık Ahmet Şemsettin Efendi, Hacı Bayram-ı Veli’nin ünlü müridlerindendir. Akbıyık’ın adı ve yaşam öyküsü üzerine bilgileri iyi bir şekilde özetlemiş olan Sadedin Nüzhet Ergun’un Türk Şairi’ne (I/394-398) bakılabilir. Yaşamının özeti: Hacı Bayram tarikatına mensuptu. Murad II.ile Kosava savaşında bulundu. (1448) Fatih Mehmed’in dostluğunu kazandı. Ak Şemsettin’le benzerlikleri İstanbul’un alınmasına katılmış olmaları yanında Hacı Bayram-I Veli tarafından deneye uğratılmış olmaları gelir. Bayramiler İstanbul’un fethinde önemli rol oynamışlardır. Bu konuya Ak Şemsettin vesilesiyle değinilmiştir. 1481 yılından sonra olduğu tahmin ediliyor. İstanbul’da ve Bursa’da Akbıyık adını taşıyan iki mahalle vardır. Mecmuatı’n –Nezih’de (bu antoloji hakkında Belgeler Bölümünde, s.234 bilgi verilmiştir.) tasavvufi bir gazeli vardır. Kimi yazmalarda Şemsi Hüda mahlâsıyla görülen tasavvufi şiirler onun olarak tahmin edilir. Akbıyık’ın yaşamında şeyhi Hacı Bayramı Veli ile ilişkin olarak yazılan ilginç bilgilerin çoğu menkıbe söylence türündendir. Kanımsa tasavvuf  tarihimiz açısından da anlamlı olan bu öykülerin bir özetini vermek yerinde olacaktır. Akbıyık zengin bir kişi olmak istiyordu. “Erenler nakde kılmıştır duayı, ayıran fetvasınca nakd ile iktifa eylemek” yanlısı id i. Oysa, Hacı Bayram mal hırsını yeğlemeyen bir mürşit idi. Hatta törenlerde çarşıda pazarda dilenerek yoksullar için para toplardı. Bir gün yine yolda konuşurken Hacı Bayram (El-fakru fahri) fakirlik benim övüncümdür. Hadisini müridlerine açıklıyordu. Akbıyık (Ed-dünyâ mezra’atü’l âhilere) dünya âhiretin ekmeğidir. Dünyada  ne ekersen, âhirette onu biçersin hadisiyle karşılık vererek, bundan dolayı zengin olmak isteğini ve yoksullara yardım etmesinin daha iyi olduğunu ileri sürer.
Bunu şeyhlerinin yaşamlarını anlatan Şeyh Mehmet Şemseddin Efendi, Tâdigâr-ı Şemsî, (Bursa-ı 1332; s.220-221) de bu konuda şöyle yazar: “Erbâb-ı tarikatın malûmudur ki şey-i şerifte bâb-ı ietihad mesdüd olduğu gibi tarikat-i aliyede de itiraz kapısını kapalıdır. Çünkü mürşit tabiptir, derviş hastadır. Gerçi hekimin ilâcı acı, perhizi güçtür. Fakat kesb-i sıhhat etmek isteyen hasta buna katlanmalıdır. Bazı kimselerin gına bazılarını da fakr yoldan çıkar. Fakr demekten maksatları fakr-ı hakikidir.
Her ne ise cenâb-ı Hacı Bayram bizim mesleğimiz fakr-ı süri ve maneviyi kabulden ibarettir, bize yakın  olma! Buyurmuş Akbıyık tarikat terbiyesine yakışmayan bir davranışından sonra şeyhinin yanından kırgınlık ve aceleyle çıkıp gider. Bur arada tarikat tacını başından düşürür. Daha sonra davranışından pişman olan Akbıyık tacının düşmesinin şeyhinin incinmesinden ve kerametinden ileri geldiğine inanarak bu olaydan sonra bir daha başına bir ey giymez, hep başı açık dolaşır. Saçlarını da uzatmıştır. Bir bir oğlunun da o şekilde başı açık gezdiğini Şakayik’ten öğreniyoruz. Akbıyık’ın dileği yerine gelmiş ve kendisi o kadar zengin olmuş ki oturduğu evin her köşesinde guya bir hazine varmış. Fakat o bu hazinenin altınlarının korumasıyla uğraşmayıp yoksullara ve ihtiyacı olanlara sarf edermiş.ilahi cezbesinin çokluğu o düzeydeymiş ki “şevk-ı mahabbetu’aılah ile sekr üzere olduğu z aman daire-i akılda  olduğu zaman efsun inmiş. Kendisinde meczupluk hali bulunduğundan Akbıyık el-mevzâb  olarak ün almıştır. Bursa’da cennet gibi bir yerde köşklerine benzer bir ev satın alıp onda yaşarken ölmüş ve orada adıyla ün alan yerde gömülmüştür. Mezarı ziyaret edilen yerlerdendir.
“Akbıyık’ın Hacı Bayram’ın halifelerinden olduğu hakkında bütün eski kaynaklardaki bilgiye, Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Lutugi Barkan’ın bir makalesinden aldığı bir siçil kaydı ile itiraz ediyor. Bu kayıt bazı çiftcileri “Mevrhum Sultan Murad-ı Hüdavendigâr temlik edip merhum Akbıyık Dede Sultan hazretlerine vakfetmiş” olduğuna dairdir. Ayverdi Akbıyık hakkındaki bilgilerden haberi olmakla birlikte sadece bu çok önemli tahrir defteri kaydına dayanarak “Her ne de olsa yukarıda Murad-ı Hudavendigâr’ın arazi temlik ettiği, Akbıyık ismindeki zatın Hacı Bayram-ı Veli  ile münasebeti pek kabi değildir. Hacı Bayram-ı Veli epeyse sonradır” demektedir. Aslında bu kayıt Hüdavendigâr ve Murad isimlerini görünce bunun Murat I. (1360-1389) zamanına ait olduğunu kesenkes ifade etmez. O  ibare Prof. Barkan tarafından doğru okunarak Murad-ı Hudavendigâr değil Murad Hüdavendigâr  şeklinde yazılmışken Ayverdi Muradr-ı Hudavendigâr şeklinde yazarak yanlış yorumlanmıştır. Ziya kayıttaki Hudavendigâr sözcüğü orada padişah anlamına kullanılmıştır. Bu tabir eski kayıtlarda yalnız Murad. I.a inhisar ettirilmemiş, padişahların bir çoğu hakkında kullanılmıştır. Örneğin Prof. Barkan’ın makalesinde 45, 54, 94, 95 numaralı kayıtlard Gazi Yıldırım Hudavendigâr, Bayezid Hudavendigâr’dan söz edilir. S. 346 daki Süleyman devri defterinden “Hüdavendigâr hazretleri Trabzon’da iken…” Belgeler Bölümündeki No. 20 de (sayfa.271-31) çeşitli cümlelerde Hüdavendigâr ve Gazi Hudavendigâr kelimeleri geçer. Belge No. 44 de (sayfa, 65) “Sultan Selim Han…zamanında berat-ı âlişan sadaka olmağın hâdavendigâr dahi mukarrer tutub…” demekle Kanuni Süleyman kast edilmiştir.
Akbıyık hakkındaki kayıtta (no. 220-sayfa.351) “Sultan Murad: Hudavendigâr edüb sonra. Sultan Mehmed nişaniyle tasarruf etmiş” denildiğine göre bu sultan Gazi Sultan Murad-ı Hüdavendigâr değil Mehmed’in babası Murad II.dir  nitekim No.221 de de” bmerhum Hüdavendigâr nişaniyle tasarruf etmiş andan sonra merhum Sultan Mehmet mukarrer tutub nişan-ı şerif vermiş” denmektedir. Adigâr-ı Şemsi’de bu konuda aynen şöyle denilerek şüphe bırakılmamaktadır”. Evasıt-ı Cumadel-ülâ sene 844 tarihlitemliknâme mucibince Sultan Murad Hanı Sâni hazretleri Yenişehir kurasından Eistos (?)………. Karyesine mumaileyle ihsan ve evail i Cümadel-ülâ 856 tarihli Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin, fermanı vechile mezkûr olan zaviye ve  türbesini bina eylemiştir. (sayfa 221) . bu itibarla da Akbıyık vakfına ait kayıttaki Murad Hüdavendigâr ibaresini I. Murad olarak kabul ederek, yalnız bu anlayışla Akbıyık  hakkındaki tüm öteki kaynakların verdiği bilgileri bir yana bırakmak yerinde olamaz.eğer kayıtların tarihinde bilmediğimiz bir sarahat yoksa bunu bir zühû saymak lazımdır. Ayverdi’nin dev eseri içinde böyle bir zühûl olması da o eserin değerini asla azaltmadığı inancındayım. Sarı Abdullah Ef. Semerat’ta. (s.145) “Şeyh Mahmud-ı Üsküdarî Hz.daki Üftade Ef. Dendir ve onlar Hızır müntesiptirler” demekle Celvetiliğin Akbıyık yoluyla Bayramiye’den çıktığını anlatmıştır.
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi