25/11/2014, 19:33
AKŞEMSEDDİN HZ.
ustify}�"ti�� �s� 9.0pt'>
ŞEYH MUHAMMED İBNİ HAMZA
( 1389-1458)
Mustafa CEYLAN
Şeyh Hazma (namı diğer Kurtboğan Hoca)’nın oğlu.hem öyle bir Şeyh Hazma ki dillere destan keramet ehli. Derler ki: Amasya’nın Kavalı Kasabası’nda vefat eden Şeyh Hazma, ebedî güzellikler âlemine göçünce, kasabaya uzun süredir korkunç saldırılar yapan bir kurt varmış. Yeni bir ölü kabrine gömülünce, mutlaka mezarlıkları açar cesetleri yermiş. Şeyh Hamza’nın kabrini, gömüldüğünün ertesi sabahında ziyaret edenler, Şeyh’in elinin kabrin dışında kutrun da ölü vaziyette olduğunu görürler. Kurdu boğan eli yakalandığında, el kendiliğinden toprağın içine çekiliverir. İşte bu nedenle Kurtboğan derler şeyh Hamza’ya.
Akşemseddin böyle bir babanın oğludur.
Akşemseddin. Evet Akşemseddin…
İstanbul’un İSLÂMBOL-TÜRK ŞEHRİ olmasında büyük emeği bulunan ulular ulus. Fetih ordusunun en önünde. Fethin sembolü. Fetih ki ne fetih.. İslâm Peygamber’inin övdüğü ordunun mânevî komutanı. İşte o Akşemseddin. İşte O!...
1389’da Şam’da dünyaya gelmiş. Şahabettin Sühreverdi soyundan Kurtluğan Hoca’nın oğlu küçük yaşta babasıyla birlikte Anadolu’ya gelen Akşemseddin ,Amasya ve Osmancık da yapmış, henüz yedi yaşındayken Kur’an öğrenmiştir. Daha sonra dini akli temel bilimlerin hepsinde önemli mesafeler kat ediyor. “ Beyazıt’ın kazaskerlerinden imam Ali Efendi O’nun en çok tasavvufa eğilimini tespit etmiştir. Ve onun Hacı Bayram’la tanışmasını ister. Ve işte o andan itibaren, Hacı Bayram teknesine girmiş ve yoğrulmaya başlamıştır. Yoğrulmuş ve olmuştur.
OLUŞ…
OLUŞ Kİ, NE OLUŞ…
İstanbul’un fetih muhasarasında bu oluş, fethin gününü, saatini ve sancağın dikileceği zafer burçlarından ilkini BİLİŞ…Ve devamlı Fatih’in otağında, komuta heyetiyle beraber. Ve İstanbul’a ilk gelen kahraman atlıların arasında O. Fatih’i Fatih yapan usta. Çağ açıp, çağ kapatan muzaffer orduların komutanı eğiten hattâ eriten o…Fatih Sultan Mehmet O’nun talebesi bağrında Eba EYYÛBİ ANSÂRİ (Eyüp Sultan)’nin kabrini bulan o elleriyle parmaklarıyla, bakışlarıyla davranışlarıyla, sözleriyle yol gösteren o!..O, Akşemseddin…
Fatih’den 5 yıl sonra 4458’de Göynük’te ebedî sevgilisine kavutu. Ölümsüzlüğe ulaştı…
Aynı zamanda çok iyi tıp âlimi. Lokman Hekim sanki Osmanlı Padişahı Fatih’in karşısında ayağa kalkmadan o’na iyi bir ders veren ve bu dersle, Türk’ün karşısında ayağa kalkma kuçak açma hoşgörülü olma, mağrur olmama affedici olma özelliklerini bir liderin kafasında ateşleyen gönül dinamiti..
İşte bu yüceler yücesi Akşemseddin’in Haı Bayram-ı Veli’ye intisabının öyküsü, mensubu olduğu Büyük Türk Milleti tarafından yaklaşık 600 yıldır dilden dile anlatılır durur. Bizde bindik gönül atına dört nala o günlere intisab günlerine ulaş.
Osmancık’ta gözleriyle beyni ve kalbi arasında köprüler kurmaya, kafasında nurdan bir manzume gibi inanç ve iman “abidesini örnek için, sürekli araştırma yapan Akşemseddin, aradığını bulabilmek umudu ile çırpınıp durmaktadır. Arar…Arar …Arar.
Derler O’na
- Ankara’da bir Hacı Bayram Veli var.Veliler velisi. Duyar ya bunu duramaz. Osmancık’ta Osmancık O’na gayr dar gelmektedir.ırmakların denize hasretle akışı misâlince Ankara’ya akmak ister. Varmak, büyük denize kavuşmak ister. Osmancık Medresesindeki müderrisi bırakır düşer yollara.
Ankara kara bulutların dağıldığı, umutsuzluğun bir mum gibi eridiği ulvî bir şehir. Evliyâlar diyarı bir kent. Zamanlar içinde en güzel zaman Hacı Bayram’lı Ankara zamanlarıdır. Güneş Elmadağ’ın omuz başından “Bismillâh”la gülümserdi. İşte o zamanlardan bir parça…
“Hacı Bayram Sultan tbl ve nakkare ve tuğ ve âlem ile çarşıda ve pazarda devreyleyip züll-ü süvali ihtiyar eylediklerinde maksutlarının olduğuna bir miktar inkâr üzere idi.” (1)
Evet…Manzara bu. Osmancık’ın müderrisi Akşemseddin bu manzara karşısında şaşkına dönmüştü. Umut bağladığı, kurtuluşu olarak gördüğü Hacı Bayram, bazı müridlleriyle birlikte para topluyordu. Şaşkınlığı bundandı.
Oysa Hacı Bayram-ı Veli.Şakâyık yazarının belirttiği gibi inkâr üzre değildi. Akşemseddin’ de öyle zannetmişti. İkisi de yanılıyordu.
Çünkü,
“Maddecilerin putlaştırarak, hayatın esası haline getirdiği parayı esir almak ve İslâm’a köle yapmalıydı. Müslüman ile parayı, bu ikisini yan yana getirip, gerçek Müslüman emrine paraya verdiğimiz gün bugün dahi, süper güçler bile yer değiştirecektir”.
Çünkü,
“Müslüman insan, Asr-ı Saadet’teki TOPYEKÜN KALKINMA sistemini iyi tahlil etmelidir.
(Şakâyık tercümesi s.240)
Çünkü,
Peygamberimiz fakir değildi. İyi bir ticaret erbabıydı. Tertemiz süper zengin olurdu . O hiçbir zaman zengin olmak, mal-mülk sahibi, para sahibi olmayı hedeflemedi. O ümmetiyle, devâya gönül verenlerle bütünleşmeyi hedefledi. Ekonomi sahasında bütünleşmek, top yekün kalkınmak ülküsünün altın anahtarını, ebedi reçetesini o verdi.
Dedi ki:
- Komşusu açken tok yatan bizden değildir”
Sahabed en açlık çeken birin görünce, o’da açlık acısını tadı. Acıyı gidermek için kuşağının altına taş bağladı.
Dedi ki:
- “Helal rızk aramak her müslümana farzdır”
Sormuşlar:
- Dualarımın kabul olmasını istiyorum. Ne yapmam lâzım? Ağzına haram lokma götürenin duası kırk gün kabul olmaz”
İşte böyle…
Bu konu bir okyanus. Biz de, okyanustan bir iki damla ile konumuzu, Hacı Bayram-ı Veli’nin çarşıda pazarda müridleriyle para toplaması hâdisesini açmaya izah etmeye çalışıyoruz.
Temel mi?
Temel şu: “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir!”
Temel: Topyekün kalkınma.
Bugün insanlık âleminin, onca üniversitenin, bilim-ilim adamının, insanlığın huzuru kurtuluşu ve refahı için ortaya attıkları milyonlarca ciltli tutan teori ve düşüncelerinin hiç birisi bu ölçüyü , bu temeli geçemiyor. Komşusu açken tok yatmamak. İşte özün özü. İşte milyonca cilti tutan lâf salatasını, icad edenlerin yüzlerine fırlatan tek cümle…Tek cümle bu..
Şu halde.
Şu halde idarecilere, liderlere düşen vazife, bu temel üzere hareket etmektedir. Bu temel dev binalar kurmaktır. İdareci, lider önce söylediklerini yaşamalıdır. Diliyle kalbi, kalbiyle yaşadıkları, yaptıkları uyum içinde olmalıdır.
Hacı Bayram-ı Veli bir hikmet denizidir. Osmancık müderrisi Akşemseddin’in madde gözüyle gördüğü bu para toplama hâdisesinde de muhteşem bir hikmet gizlidir. Akşemseddin o anda işte onu görememiştir. Çünkü madde gözüyle bakmış, kalp gözüyle görmemiştir. Çünkü henüz kalp gözü açılmamıştır.
Akşemseddin’e dönelim
Şaşkın müderris, özün özüne ulaşamamış, nefsi yenmenin topyekün kullanmanın bir başka ışığa ulaşmak istemiştir. Horosan’lı, Haf köyünde doğan ve şimdi kabri Herot’ta olan Şeyh Zeyneddin-i Hafi’ye intisab etmek ister. Ve düşer Arabistan yollarına. Ankaradaki arayışından geri döner.
Döner ya…
Mıknatıstan, ışıktan kaçmak mümkün mü?
Günlerden bir gün rüyâsında boynuna bağlanmış bir zincir görür. Işıl ışıl bir zincir. Zincir boynundan tutmuş ve kendisini çekmektedir.
O ne?
Zincirin öteki ucunda biri var. Mıknatıslanmış elleriyle bu madde bu metal yığını vücudu boynundan yakalamış, çekiyor. Zincirin öteki ucunda Hacı Bayram-ı Veli var.
“Derler ki:
Akşemseddin zincir rüyâsını, Zeyneddin-i Hafi’ye intisap etmek için Halep’e gittiğinde, orada görmüştür. Halep’te bu rüyâ üzerine duramamış ve hızla Ankara’ya dönmüştür”.
Akşemseddin, bir ışık hızıyla Ankara’ya dönmüştür.
Bu sefer, ne olursa olsun ,hangi manzarayı görürse görsün,ne yaparlarsa yapsınlar gitmeyecekti. Boynunda ne duran zincirin sırrını çözecekti.
Geldi..Gördü..Buldu…
Anlatıyor. Aynen şöyle:
Hacı Bayram müridleriyle birlikte tarlada çalışıyor. Ellerinde oraklarla ekin biçiyorlar. Baktı, seyretti, kimse ona bir şey söylemedi. Vardı bir orakta o aldı eline. Öyle vaktine kadar oda orak salladı. Öyle vakti gelmiş, mola verilmişti. Hacı Bayram müridleriyle kurulan sofraya oturmuştu. Ve sofraya Akşemseddin çağrılmamıştı.
“Acaba, ilk geldiğimde, kaçıp gitmemin, Osmancık’a dönmemin cezası mı veriliyor” diye düşünüyordu.
Bekledi. Bekledi. Dâvet edilmedi.
Bir müddet sonra, sofradan köpekler için ayrılan yemekleri iştahla yiyen hayvanları gördü. Köpekleri gördü, boynunda asılı duran nurdan zinciri gördü. Gönlü fırtınaya tutulmuştu. Katıldı köpeklerin arasına, yedi onların tabaklarından.
İşte, o an yenmişti nefsini. Yıkmıştı gururunu.
İşte o an, sofraya dâvet edildi. Buyur edildi.
İşte o an, zincirden kurtuldu. Zincirin halkası oldu. Akşemseddin işte o an muradına erdi. O an, aydınlığın billur damlalarıyla sarmaş- dolaş oldu. O an, “HACI BAYRAM PİRİM SULTAN” isimli şu dizeler dökülüverdi dilinden.
Aşk oldum sana candan
Hacı Bayram Pirim sultan
Gönül himmet umar senden
Hacı Bayram Pirim sultan
Irak mıdır yollarınız
Taze misdir gülleriniz
Hûb söyler bülbülleriniz
Hacı Bayram Pirim sultan
Ana varan olur hacı
Başındadır nurdan tacı
Molla hünkarın sağdıcı
Hacı Bayram Pirim sultan
Al yeşil sancağı koklar
Türbesi misk gibi kokar
Altın şem’alın yakar
Hacı Bayram Pirim sultan
Al yeşil zeynolmuş üstü
Server Muhammed’in nesli
Yaradan Allah’ın dostu
Hacı Bayram Pirim sultan
Sensin Allah’ın velisi
İki cihanın dolusu
Evliyaların ulusu
Hacı Bayram Pirim sultan
Akşemseddin der varılır
Azim tevhidler sürülür
Yılda bir cağı bulunur
Hacı Bayram Pirim sultan”
İşte Akşemseddin’in Pirim Sultan dediği Hacı Bayramı tasviri böyle. Hacı Bayramın aşk potasına girmişti. Aşk ile yanacak, tütecek, olgunlaşacak, ışık hâline dönüşecekti.
İşte 600 yıldır dilden dile, kulaktan kulağa aktarılan öykü bu.
Osmanlı Padişahı ikinci Murat, oğlu şehzade Mehmet’i yetiştirmek üzere Hacı Bayram’dan biri hoca istemişti. Hacı Bayram’da en seçtin müridi Akşemseddin’i münâsip görmüş ve saraya Edirne’ye göndermişti.
Akşemseddin memleket idare edenlerle iç içe, idare edeceklerle yüz yüzeydi. Sarayın en gözde hocasıydı.
Şehzade Mehmet, onun çizdiği ufuk, gösterdiği doruklarda, tuttuğu ışıklarda yetişti ve çağlara mührünü varan Fatih Sultan Mehmet oldu.
Fatih, İstanbul’u fethedip surlardan içeri beyaz atıyla girerken, önündeki at üzerinde Akşemseddin vardı.
İşte, bizim atalarımızın, mâzimizin bir kilometre taşında b u önde hocası, ardında komutan, lider Fatih. Hiçbir millette bir örneği daha yok.
Zafer kazanılmış, İstanbul surlarına Türk milletinin, insanlık, hoşgörü, özgürlük, sevgi, barış, huzur ve refahı simgeleyen bayrağı çekilmişti zafere vurulan mühürün daha mürekkebi kuramamıştı. İki gün geçmişti.
Muzaffer komutan Fatih, hocası Akşemseddin’i ziyaret eder. Fatih hocasından tarikata alınmasını talep eder. Kendisininde, tarikat zincirinde bir halka olmak istediğini bildirir.
Bildirir ya. Bildireceğine de pişman olmuştur.
Çünkü,
Yunus Emre’nin d ediği gibi:
“Şeriat,tarikat yoldur bilene
Hakikat meyvesi ondan içeri”
Çünkü;
Tarikat halkasında sonsuzluğu kucaklayan mânevi bir lezzet vardır. Büyük imparatorluğun lideri,başı, komutanı bu halkaya girdiğinde bu lettezi taddığında, üzerinde taşıdığı Saltanat görevini yapamazdı.
Bu nedenle Fatih’in bu talebini geri çevirdi. Ve dedi ki:
“Bu yolda mânevi lezzet vardır, bu lezzeti duyunca emri saltanat gözden düşer. Sen ise muktezasınca mesalihi devleti gereği ile ifa ve levazım ve merasimi saltanı layıkı ileicra edemezsin. Ahvali âlem muhtemel olur. Biz de gazabı ilâhiyyeye düşer oluruz.” (***)
Çünkü;
Melete hizmette ibadetlerin en büyüğüdür.
Devlet kuran devlet yöneten insanların en önemli görevleri, yönettikleri topluma saltanatları süresince adil, ölçülü, hoşgörülü, kucaklayıcı, birleştirici bir idare sunmalarıyla başlar.
“Fatih, bir müddet sonra yine karargâhında bulunan Akşemseddin’i ziyaret ederek 2000 fileri ihsan etmiş ve yine arzuyu izhar eylemiş se de, şeyh bu ihsanı reddederek Padişahın bu arzusuna yine iltifat etmemiş ve hattâ yanından ayrılırken ayağa bile kalkmamış, Fatih Mehmet bu vaziyetten çok müteesir olmuştur.
Birkaç gün sonra Fatih,Akşemseddin’i huzuruna çağırtmış, bu d avet, Padişahla Akşyemseddin’in arasında geçen hadiseye vakıf olanların endişe ve merakını tevlik etmişti. Bu mülâkatta Padişah, Akşemseddin’e çok iltifat etmekle beraber elini de öperek kendisinden özür dilemiştir. O gün sabaha kadar beraber kaldıktan ve sabah namazını da beraber kıldıktan sonra bu mülâkat sona ermiş, Padişah kendisinden (Eba Eyyûb Ansâri)’nin şehrin surlarından birisinin civarında bulunan ve meşhur kalan mezarının tayinini rica etmiştir.
Akşemseddin, yanında oğlu ve birçok zevat ile gidip Alemdarı Fahri Kâinat Eyyub’un medfun bulunduğu yeri eliyle işaret ederek göstermiş ve iki arşın açıldığında meydana çıktığı görülmüştür. Fatih buraya bir türbe v ebir de cami inşasını tasavvur ve Akşemseddin için de bir Hanigâh yapılarak istanbul’da ikametini tansip etmişse de, padişah’tan müsaade alarak (Göynük) kasabasına gitmiştir. (****)
Evet, fatihin iki mânevi mimarı vardır.
Akbıyık Hazretleri ve Akşemseddin.
Birisi Bursa’ya, öteki Göynük7e gittiler.Bursa ve Göynük’te irşaad meclisileriyle nur yağıyordu. Hem yakıyor, hem yanıyordu. Yanarken dilinden şu dizeler dökülüyordu.
“Zihi can kim münevverdür bugün nûr-u tecellâdan
Zihi dil kim muattardır heva-yı aşkı mevlâ’dan
Harabat içre uşşâkı görüp tâ’n etme ey zâhid
Ki ol rüsva-yı aşk olmuş yanar derd-i dilârâdan
Gönül dildâra verenler cihanda kılmadı ârâm
Buldur âvare sergerdan geçer dünya vü ukbâdan
Temâşâsın duyan âşık nazar kılmadı agyâre
Ki dâim aşk-u şevk ister usanmaz ol bu sevdâdan
Cihanın mâverâsında kurubdur haymeyi âşık..
Du âlemden haber bilmez dahi ol arş-ı âlâdan
Hüoâ âşıkı çoktur veli Ak Şemsiddin gibi
Kani bir gerçek âşık kim yanupdur derd-i Mevlâdan”
Hüda’ya aşık veli Akşemseddin. Aşkın alevleri arasında kavrulmada. İrşâd meclislerinde nice gönüller aşık kıvılcımlarını serpmekte usta. Ayrıca, kalemi eline almış, eserler yazmaya da başlamıştır.
Sonunda,
“Risaletün Nûriye”
“ Halli Müşkilât”
“Maddetül-l Hayat”
isimlerini taşıyan üç kitap yazmıştır.
Çok iyi bir tıp ustası olduğunu da ispatlamış olan Akşemseddin, bir çok hastayı düçar olduğu dertten kurtarmıştır. İnsanlar onun bu ününü duyduğunda, bütün hastalarına ona getirmişlerdir. Her türlü bitkiden, çeşitli ilâçlar yapmış ve bunları derdine derman arayanlara “Bismillâh” diyerek tatbik etmiş, onları iyileştirmiştir. Mânevi telkin ve tavsiyeleriyle de psikolojik rahatsızlıklara derman olmuştur. Ona, çağının Lokman Hekimi Ünvanı verilmiştir.
Göynük’te “İBRAHİM BİNSARRAF”O’nın eteğine yapışmıştı. İbrahim Bin Sarrafi” Hayatında bir an geldi ki, Kur’an okunurken duysa yahut güzel bir ses işitse, kendisinden geçecek kadar sarsılmaya başlardı. Allah muhabbeti,yüreğinde o derece de yer etmişti. Ve düştü erenlerin yoluna.
Akşemseddin’in eteğine yapışanlardan
Akşemseddin7in Göynük’te bulunduğu esnada oraya gidip onun irşad kanalları altına girmek istedi. Akşemseddin’in etrafında bir sürü insan. Herkes maddi bir derdinden bahsediyor ve Şeyhtenmaddi ızdırabına derman arıyordu.Akşemseddin, büt ün bunlara gereken öğütleri verdikten sonra halk dağıldı ve İbrahim, Akşemseddin’in yanında tek başına kaldı.
Akşemseddin dedi ki:
-Bak, herkes mide ve baş ağrısından bahsediyor da kimse “gönlüm ağrıyor ona derman nedir? Diye sormuyor. Sen kisin evlâdım?
-Kayseri’de medresede hocaydım . İçimde bir dert peydahlandı. Ben de kendime ilaç aramak için yanınıza geldim.
-Bize ne hediyen var ?
- Ben gönlü ve gözü kara bir kimseyim, hiçbir şeyim yok.
- Biz senden dünya armağanı istemedik. Gönlünde ne olduğunu anlamak istedi ve (Akşemseddin) müridine ilk iş olarak halvet emretti” (5)
İbrahim Tennuri ve İbrahim Efendi O’nun halifelerinin başında gelirler.
Sezgit, Bayram.Hacı Bayram-ı Veli, Nur yayınları No: 34, sahife: 82
(*****): a.g.e, sayfa:82-84
(5): Kısakürek, Necip Fazıl; VelilerOrdusundan 333 “Halkadan Pırıltılar”
Büyük Doğu yayınları, No: 48, Mart 1986, sahife: 305
Derler ki
“Akşemseddin’in gördügü (bu) itibar (ve) süratli yükseliş, çevredekilerin kıskançlığına yol açmıştır. Ak şeyh’in kısa sürede Halife oluşuna yadırgayanlar Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine sorarlar:
- Bazı dervişleriniz, kırk yıldır hizmetinizde olanlara hilâfet vermedinizde, kısa sürede Akşeyh’i lâyık gördünüz. Sebebi ne olabilir?
Hacı Bayram-ı Veliden aldıkları cevap şudur:
- Bu bir akıllı köse imi. Her ne kim bizde gördü, işitti, olanların aslını sormadan kendi buldu.kırk yıl hizmetimizde bulunanlar ise, duyduklarını işittiklerini aslını sorup öğrendikten sonra kabul etiler ve teslim oldular. Aralarındaki fark budur.
Akşemseddin bir süre sonra Hacı Bayram-ı Veli’den izin istemiştir. Ankara’dan ayrılıp Beypazar’na gitmiş, orada bir mescit ve değirmen yanmış un öğütmekle geçimini sağlamış..
Hacı Bayram-ı Veli den aldığı manevi bilgilerle çevresine toplananları irşad etmeye başlamıştır, bu arada şiirler yazmış ve ilâhiler söylemiştir.” (*)
Akşeyh, Şehzade Mehmet’i üç yaşında teslim alır.dahası ileridi İstanbul’un Fatih’i olarak anılacak olan şehzade Mehmet’in mürebbisi, lalası, hocası, yetiştireni,yönlendireni olur. Bir mürebbi olarak, hırçın,kabına sığmaz şehzadeye hep İstanbul’u gösterirdi. O’nu İstanbul’un fethine yönlendirirdi. Yönlendirdi, hazırladı, inandırdı. Tıpkı Sarı Hoca’nın Alpaslan’ı, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’yi yoğurup yetiştirdiği gibi” ( **)
(*) CUMBUR, Müjgün: Hacı Bayram-ı Veli Sempozyumu’ndaki konuşmasından (Tebliğinden)
(**) MERT, Hamdi,
Akşemseddin, bir çok talebe yetiştirmiştir.Bunlar arasında zâhiri ve bâtini ilimleri çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Oğulları şunlardır. Muhammed Sadullah, Muhammed Fazlullah, Mahammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Mahammed Nasrullah, Mahammed Nûr ul- Hüdrâ ve Mahammed Hamidullah, Meşhur halifeleri ise: Mahammed Fazulullah, Haziratü’ş Sâmi Mısırlıoğlu, Abdürrahim Kahisâri, Muslihuddin iskillibi ve İbrâhim Tennûri’dir.
Akşemseddin hazretleri sohbetlerinde ve vâazlarında buyururdu ki.
Her işe Besmele ile başla. Temiz ol, dâim iyiliği âdet edin, Tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükr, belâya sabr et. Dünyânın mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, eziyet ve cefâ etme. Ömrün uzun olsun istersen kimsenin nimetine hased etme, kimseye kötüleyip atıp tutma. Senden üstün kimsenin önünden yürüm. Dişin ile tırnağını kesme. Ayakta pantolon giymekten sakın. Mikvâkı başkasıyla berâber kullanmak uygun olmaz. Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilâyık kıl. Kur’an-ı kerim oku. Daima Allah’u talaya zikret. Kendini başkalarına medhetme. N3amahreme bakma,harama bakma gaffet verir. Kimsenin kalbini kırıp, virân eyleme. D üşen şeyi alıp temizleyerek yersen fakirlikten kurtulursun. Edebi mütevâzi ve cömert ol. Tırnağınla dişini kurculama. Elbiseni. Üzerinde dikmekten sakın. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.
Veli insanlardan gelen sıkıntılara katlanıp tahammül eden kimsedir. S ıkıntıları göğüsler, belâlar yüzünden şikâyetci olmaz ve adâvet beslemez, düşmanlık tavrı takınmaz. O toprak gibidir toprağa her türlü kötü şey atılır. Fakat topraktan hep güzel şeyler biter.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde meâlen buyurdu ki: O insanlar sandıklar mı ki, (sâdece) imkân ettik dem eleriyle bırakılacaklar da imtihâne çekilmeyecekler”
(Ankebût sûresi:2)
İmân takidi ile, babadan ve dededen görerek sırf imkân ettim demekle olmaz. Böyle takid ile inanarak imseler, imtihân olunması bakımından belâ ve musibetitlere düçâr olmazlar. Bekâ ve musibetler. Allah dostlarının muhabbet ve sevgisini artırır. Nitekim altın için ateş ne kadar kızgın olursa altını o derece saf ve hâlis yapar. Bu sebeple kişi mânevi mertebesinin yüksekliğine göre büyük veya küçük belâ ve musibetlere uğrar. Nitekim Ressûllah efendimiz bir hadis-şerifte buyurdu ki:
“Kişi, dinindeki sebâtına göre belâya (imtihana) mübtelâ olur. Afiyet, kıymetini bilmeyen kimse için d erd gibidir. Belâ kadrini bilen için devâ gibidir. Belânın insanınRabbine dönmesini sağlayan sıkıntıların kadrini bilen, Hakkı gerçekten sevenlerdendir. Takid ile sevenler değillerdir. Çünkü tadi ile sevmek belanın imtihanın faydasını girer. Sevilen hareketli, gerçek muhabbeti bozmaz. Nitekim Mûsâaleyhisselâm, Fir’avun’un sarayında Asiye Hâtun onu gerçekten seviyordu. Takid ederek seviyordu. Asiye Hatun gerçekten sevdiği için onun hareketlerine incinmiyordu. Musâ Aleyhisselâm Fir’avn’ın sakalını tutup çekince Fir’avn’ın sevgilisi gerçek sevgi olmadığı için hemen rahatsız oldu.
Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, belâ ve musibetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar. Bu mihnet dünyâlığın olmaması veya eksiltmesi, el den çıkması ile olur. Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri yâni sabır, tevekkül, kanâat ve bilim, yumuşaklık gibi güzel hasetleri artar. Böylece olgunlaşan insanın kalp aynasındaki kirler, cevherlerin halis getirmesi gibi temizlenir. Bela günlerinde bela geldiğinde Eyyub aleyhisselâmın kulluğu iyi bir kulluktur.
Kulluk beş kısımdır. Birincisi ten kulluğudur. Bu, allahü teâlânın emirlerine uyup,y yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. İkincisi nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek, islâh etmek mücâhede ve nefsin istemediği şeyleri yapmak, riyâzet çekip nefsin istediği şeyleri yapmamaktır. Üçüncüsü; gönül kulluğudur. Mu ise dünyadan ve dünyada bulunan şeylerden yüz çevirip âhirete yönelmektir. Ahirete yarar iş yapmaktır. Dördüncüsü, sır kulluğudur. Bu her şeyi bırakıp,tamâmen Allahü teâlaya dönüp, O’nun rızâsını kazanmaktır. Beşincisi, can kulluğu. Bu kulluk,müşâhedeye ermek için kendini Allah yoluna vermekle olur..
Manevi huzura ermek ve bu yolda ilerlemek için dört şey lâzımdır. 1.Az yemek, 2. Az uyuyumak 3. halka az karışmak. 4. Allahü teâlayı çık zikretmek.
Dedi, Kim kime karşı açsın yüzündeki örtüyü,
O’nun yüzündeki nurdan, hepsi şaşkına döner.
Veyahut kime versinler tastaki suyu
Bu mecliste kim içse olur aşk sarhoşu…
Bu sözü işitince ağlamaya başladım
Yakam ı parça parça yparçaladım…
Nasıl katlansın ciğerler bu ayrılığa?
Katı taş nasıl katlansın, bu derdin acısına?
Bu kez O şah, ağlayıp sızladığımı gördü
Yüreğim yarası üstüne açıldı bir yara daha
Sonra, sırlarımdan beni aydınlattı:
Ki gönlün perdesini aç ey âşık!...
Götür, gönül perdesindeki peçeyi kaldır, at!
Yüzümün nurunu kendi canında ara!...
İçir hikmet şarabını ümmetime
Sözümü söyle halka açıkca!...
Tamamen dolsun iller mucizelerimle
Yetişsin sözlerim kıtalara, ülkelere
Beni öyle yaz (resmet), anlat ki,
İşitsin Mısır, Şam, Anadolu, Buhara!...
Yenile (yenisini yaz) mevlidimin, çıksın cihana
Her asır yeni bir mevlit okunur, dilden dile ilden ile yazıla…
Ki cümle âlemin h alkı işitti:
Benim vasıflarımı karadakiler, denizdekiler…
Kemalâtımı sende yaz, sıra sende
İşitsin ümmetim şanımı, vasıflarımı ilden ile…
Bana ümmet olan o dur ki daima
Hakk’a hamd eyleye sabrede, şükrede
Allah’ın buyruklarının tamamını tuta
Farz ve vacip emirlerin hükmünü kırıp bozmaya
Kişi kimi severse onunla yaşar
Severse taş bile mahşerde onunla dirilir
Beni seven benimle yaşar, koşar
Kadri, kıymeti, değeri artar…
Beni seven sözlerimi düşlerinde işiten
Yüzümü gözleyen bayram eder, kadir gecesineden
Çünkü dili kulağı olur sözümde
Özü, yüzü yüzümle aydınlanır mehtaba döner…
Çünkü buyurdu bana iki cihan sultanı
Sözüneu tuttum, işi mecburi görev bildim
Sığındım Hakk’a kullarım ı sıvadım
Ki yazayım, gizli açık cümle vasıflarını
Yüce Allah’ım, Yazıcıoğlu Muhammet
Kulundur yüksek katında yüzü kara
Habibin hürmetine affet onu
Ki yüce katına üstün fazlınla vara…
Allah’ım, iman ehli olanların tamamına
İhsan eyle, rahmetini, feyzini yağdır!...
İşte böyle “Muhammediye” kitabının yazılış sebebini yazarının ağzından böyle anlatılıyor.
Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, dünya ve ahiretin durumu ve tevhid konuları eserdeki şiirlerle teker teker işlenmiştir. Kitabın içindekilerden bazı başlıklar şunlardır:
- İlle yaratılanlar, Hz.Adem ve Hz. Havva’nın yaradılışı, Cennete girişleri, Cennetten çıkışları, soyunun verdiği söz, Peygamberlerin gelişi
- Peygamber’imizin doğuşu, vahiyin gelişi; Hz. Ebubekir’in, Hz. Ali’nin, Hz. Ömer’in İslam’a girişleri.
- Peygamber’imizin sıfatı, huyu, mirası, mucizeleri, hicreti.
- Abdullah b. Selâm’ın Müslüman oluşu, Ezan ve Kıble.
- Bekir, Uhud Gazaları, Hayber Vakası, Mekke’nin fethi, Hüseyin Gayası, Veda Haccı.
- Peygamberi’imizin ana ve babasının imanı
- Kur’anın faziletleri
- Peygamberimizin vefatı ve önemli gerçekler, salâvat okumak
- Peygamberimizin yakınında bulunanlar
- Hz. Fatma’nın vefatı, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer.Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan. Ve Hz. Hüseyin’in üstünlükleri ve vefatları
- Cenneti müjdeleri en sahabe
- Ashap-ı Suffe hakkında
- Kıyamet âlemleri, Deccal’ın çıkışı, Hz. İsa’nın, Ye’cuc-Mec’uc’un çıkışı, Dobbetül Arz’ın çıkışı, güneşin batıdan doğmaıs, tövbe kapısını8n kapanması.
- Sur’a üfleme zamanı,kıyamet mahşer göklerin ve yerin bir başka şekle girmesi
- Kıyamet günü durak yerleri, Liva-i Hamd
- Cehennemin getirilişi, cehennemlikler
- Peygamberimizin huzura geliş, şefaate dair, Kâbe-i Muazzama
- Mahşerin toplantı yerleri,
1- Amel defterinin verilmesi
2- Huzura çıkmak
3- Amellerin terazide tartılması
- Kıyamet günü halk arasıda tartışmalar
- Zekâta dair
- Kıyamet günü hesabı, azabı olmayanları müminler müjdeler, Kevser Havuzu,
- Cehennem, cehennemlikler, Cehennem kapıları
- 4. Toplantı yeri: Sırat kapısı
- Cennete yollanış, Cennete giriş, Haziret’ül Kudüs Nüşur (Dağılış)
- Toplandı yeri:A’raf
- Kötülerin günahı iyilerin günahı
- 6. Toplantı yeri: Cennet ehlinin ziyafet sefraları
- Cennet makamları ve dereceleri, Vicdan ve Gılman, Cennet kısımları, Cennet elinin melikeleri, Dünya ve Ahiret, Cennet ehlinin ziyaret günleri, Cennette ziyafeteler
- Peygamberimize özgü, Allah’a görmek ziyaretlerin büyüğü, Allah’ı görmek, Nur meclisi, yüce Zat’ın açılması, irfan sahibi kullar, Yüce Yaradan’ övgüler, Nefsi bilmek-Rabb’e bilmek,
- İrfan zahiplerinin sırları Yüce Rabb’a münacat, Ruhu bilmek- Nefsi bilmek, Yüce Rabb’a övgüler
- Kitap biterken, Peygamber’imize övgüler, Zeynel Arap- Haydar Hafi
Kitabın ismi
Beyitten meydana gelen bu kitabın günümüze gelinceye kadar, defalarca baskısı yazılmıştır. İslâm-Türk’ün baş ucu kitaplarından birisi olmuştur.
“Füsus-ül H ikem Şerhi, Fatiha Tefsiri, “Mağaribüzzaman” isimli üç eseri daha vardır.
Derler ki, Hacı Bayram dergâhının gözdelerinden birsi olan Mehmet Yazıcıoğlu,
Ankara’da padişaha Hacı Bayarm müridlerinin isimlerinin bildirilmesi için “kurban edilecekler”’in gireceği çadıra ilk giren, korkusuzca kurban olmaya gelen kişidir. Hacı Bayram O’nu neden sevmesin? Onun güzelliğini mânevi iklimlere neden donatmasın?
Hacı Bayram-ı Veli Hz.833/1429’da rahmete kavuştu. “Muhammediye” kitabı ise 1449’da tamamlandı.
Yazıcıoğlu “Muhammediye”’nin “Hâtimetül’l-Kitap Biterken bölümünde Hacı Bayram-ı Veli’den şu şekilde bahsetmektedir:
“Görürem hâlde sultanü’l-meşâyih
Görürsem vakte birhânü’l-meşayih
Cihanın kutbu mâhı Hacı Bayram
Cihanın şehi şahı Hacı Bayram” dedikten sonra, kendisini bu eserden dolayı, su yoluyla gözükerek (mânen) överek, müjdeler verdiğini şu dizeleriyle anlatmaktadır.
“Gözüktü sırr ile der müjdigârî
Ki verdi Hak sana şal zindigânî
Ki sana bir kitabı kıldı ihsan
Düzüldüyse arab düzdü ya a’câm
Denildiyse biraz dendi serancâm
Eğer Türkî dilince varsa divan
Senüge düzülüptür yüce lîvan
Ayıttılarsa türlü dâsitânı
Ayıt kim yürdü bu hoş gülsitânı”
Bize göre bugünkü söylenişi:
Gözüktü sır ile müjdeleri
Ki verdi, Hakk sana manâ yaşantısını
Ki sana bi kitabı kıldı ihsan
Arap acem dilinde yazıldı
Söylenecekler söylendi, anlatılacaklar anlatıldı
Eğer Türk diliyle yazılacaksa bir divan
Senin yolunu izleyecek, meclisler kuracak,
Eğer yazılacaksa bundan sonra bir destan
Göreceklerdir hep; zira bu yazdığın gülistan…
Ve yazıcıoğlu şiirine şöyle devam eder:
“Buların sözü budur kim bir insan
Bir insânı sevip bulmuştu ihsan
Seninle de cümle âlem ilmini Hak
Sana verdi ona yazdın muhakkak
Cihan n’oldu n’olısor söyledin sen
Cihânın halkını pes toyladın sen
Meşâyih sırrını keşf eyledin sen
Temânet kıl be kıl vasf eyledin sen
Husûsâ bir aceb nazm üzre onu
Getirdin ki malır gönlü ve cânı
Hurûf üzre gelir ebyâytı mergûb
Ara yerlerde tercî-bed ile hûb
Yedi bahr üstüne nazmı musannâ
Sekiz uçmak gibi bezmi murassâ
Muattardır sözümden rûh-ı uşşâk
Mutarrâdır nevâ-yı perde uşşâk
Kopunca tâ kıyâmet bu kitâbın
Naziri gelmeye bu âfitâbın”
Bize göre bugünkü söylenişi:
Bunların sözü budur ki, bir insan
Bir insanı sevip bulmuştu ihsan
Senirn de, cümle âlem ilmini Hak
Sana verdi, ona yazdın muhakkak,
Cihan n’oldu, n’oluyor söyledin sen
Cihanın halkını şenledirdin sen
Meşâyih sırrını keşf eyledin sen
Tamamen önceden inceye vasfeyledin sen
Özellikle bir başka şiir ile onu
Getirdin ki okuyanın aklını gönlü, canı
(Şiirlerde) beytler, hece harfi sırasıylagözelce gelir. Ara yerlerde güzelleştirilen terci bend’dir. (bazı beyitlerin tekrarı)
Yedi deniz üstüne şiiri yazdın sanatkârane,
Sekiz cennet gibi okunduğu meclisi süsledin…
Yazdığın her manâdan âşıkların ruhu ıtır kokusu
Aşıkların canları neşe makamındaki nafmeden tazelendi
Kıyamet kopuncaya kadar bu kitabın
Bu kitabın benzeri yazılamaz, bu güneş bir daha doğmaz…
Hacı Bayram’ın talebeleriden birisi olan Yazıcıoğlu Mehmet, taşın bağrını oyarak kendisbine çilehane yaparken, Hacı Bayram’ın
“Ben dahi bile yapıldım taş ve Toprak arasında” sözünü iyi biliyordu. M. Ali Aynî Hacı Bayram Veli kitabında: Bundan başka bu yolculuk, milli kütüphanemizin kıymetli iki kitabla da zenginleşmesine hizmet etmiştir. Çünkü, en ileri gelen ve ünlü yazarlarımızadan Yazıcızade Mehmet Efendi Hazret*i Pir’e Muhammediye gibi ölümsüz bir manzumeyi (1919 beyittir) yazdıran aşk ateşi onun gönlünde işte bu intisap esnasında tutuşmuştu. Mehmet Efendi’nin kardeşi Ahmet Bican’da manevi güneşin işığından hissedar olduğu için kardeşinin yazdığı “Megaribüz zamanli- Gazabuil-Eşya fit-Ayni mel-isyân”ını “Envaru’l aşıkin” ismiyle Türkçe’ye tercüme etmiştir.
Burada, nisayet kabilinden almakla beraber, irfıkrayı öneminden dolayı yazacağım. Yazıcıoğlu,”Muhammediye’yi Pirine gösterdiği vakit Hazret-i Pir ona hitaben:
- Mehmed, bunu yazacağına bir sîne hâkk etseydin daha iyiydi! Demiş. Bu fıkra, Hazret-i Pir’in iliminden ziyade ameleve ahlâk terbiyesine hakketmek (kağıt yerine insan gönlüne silinmez yazılar kazmak), yâni şimdiki ifadenize göre, insan terbiye etmek ne büyük ve önemli bir iştir.Hazret-i Pirr, bu terbiye hizmetini her vakit için ve hepimize örnek olacak bir tarzda yerine getiriyordu. Çünkü kedisine intisap edenlerin kabiliyetlerine göre, bazılarını bir sanata, bazılarını da ziraata sevk etmekte idiler. Fazla olarak kendileri de geçimini sağlamak için bizzat toprağı sürerek burçak ekerlerdi! Hasat vakti gelince hep birlikte imece ile mahsuli kaldırırlardı.
Anadolu’nun manevi koruyucusu olan kadri çok yüce bu zatın çağdaşları ve bütün halefleriiçin fiilen göstermiş olduğu bu fazilet ve faaliyet dürtüsü ne büyük inşaaddır!Ö bizzat çalımak ile iş görmek, şefkatli anamız yerinde olan toprağa müracaat etmek, el ile de bir sanat demek.”
“….Şeyh Hazretleri, bu gidiş ve dönüşlerde uğradıkları Gelibolu’da çok meşhur olan Muhammediyyeye nâzımı (şairi) ârif-i billah ve aşık-ı Resullah Yazıcızâde Mehmed Efendi’yi halifelik mertebesine nail etti.” (sayfa: 204) demektedir.
O yüce Veli’nin soyudan gelen Fuat bayramoğlu kitabında bu hususta şunları yazmıştır.
Muhammediye’ninyeni bir incelemeli baskısını hazırlamış olan Dr. Amil çelibioğlu dabu konuya değinmiş v yerinde mularak aşağıya aldığım düşünceleri belirtmiştir: “her ne kadarbu hikâye, Hacı bayram-ı Veli’nin ahlâki terbiyeye nem vermesi, en büyük eser olarak insanı yetiştirmesi ve asrının gerçekten bu yönüyle de bir manevi sultanı olmasıla onun şahsiyetine uygun d üşebilirse de, herhalde bu rivayetin gerçekte bir alakası yoktur. Bir defa, bibirini seven ves ayan iki insandan birinin, diğerine, eserini sunduğu zaman, ötekinin hele böyle hacimli ve değerli bir eseri hafife alması tahmin edilemez. En azından terbiyeci durumuda olanbir mürşid, böyle yapmaklamüridininkalbini kıracak belki de s ölenilenin aksine,menfi bir tesir bırakacaktır ayrıca Haıbayram gibi bir Sünni ve müteşerri (şeriat işleride geniş bilisi olan) şeyhin, nelen baştan başa Hazreti Peygamber muhabbeti ve ilahî aşk ile dolu ve peygamber talimi ile yazılan bir esiri kaçümsemesi beklenemez. Ve bilakis bizzat Yazıcıoğlu Mehmet, rüyasında veyamânada şeyhi Haı Bayram ile görüşmüş v eserinin onuntakdir vemedhine mazhariyetini (beğenisini kazandığnı) tespit etmiştir. (8790-8813b) nihayet en kat’i ve münakaşaya mahal vermeyen delil ise AHcı yaram-ı Veli’nin 833/1429 da vefat etmiş olmasıdır. Zira ona takdim edildiği uydurulan eser ise 853/1499 da tamamlanmıştır.
M. Ali Aynî söz konusu eserinde dipnot olarak Yazıcızâde Mehmet Efendi hakkında “Malkara’ya bağlı Kadıköyü’nde doğmuştur. Fakat Gelibolu’da yerleşmiş olduğu için kendisini oraya nisbet ederler. İlim tahsili için birçok yerlerdenbaşka iran’a ve mevaraünnehir’e kadar gitmiştir. Yararlandığı zatlardan başlyıcaları Haydar Hâfi il Zeyhnel- Arab ise de asıl mürşidi Bayram’ı Veli’dir. (Vefatı 855 senesindedir. Denmektedir. (Sayfa:103)
“yine Hac Bayram Veli’nin gerçekten olgun ve muktedir bir şeyh olduğunu anlarız. Zira bir insan, yaptığı eserle belli olur. Hacı Bayram Veli’nin olgunluğunun en önemli delili, yine onun yetiştirdiği halifeleridir.” (*)
Yazıcıoğlu Mehmet, Hacı Bayram’ın en önemli halifesidir. Sözümüzü gene ünlü eseriyle bağlayalım.
Yasıcıoğlu Muhammediye kitabını bitirirken “Hâtimetü’l Kitab”da:
“Tamâm oldu kitâb el-hamdülllillah
Hümam oldukitâb, el-hamdülllillah
O cümle kayînatın âitâbı
Çün emr etti bana düzdüm kitâbı
Yazılınca kitâb ol nur-ı Zâhir
Bana üç kez düşümde oldu zâhir “dedikten sonra, bu eserinin Türk diline çevrilmesini kardeşi Bican’dan şu mısralarla istemektedir.
“Dedim Bîcân’a imdi ben dahi gel
Çü düzdüm bu kitâbı sen dahi gel
Bunu Türkî diline dönder imdi
Yayılsın ile şehre gönder imdi
Bu söz ile onu kıldı tamâm ol
Gelibolu’da kıldı ihtimâm ol. Dedikten sonra, bu kitabının yazılış tarihini aynı bölümde şu şekilde ifade etmektedir
“Bi-hamdi’llâh bu bir iki karındaş
ki bu iki kitâbı eyledik fâş
Onunçün çekmişiz bu yolda zahmet
Diyeler Yazıcıoğlu’na rahmet
Eğer sabh etmet estersen tevârîn
Sekiz yüz elli üçündeydi târih” demektedir. (Yani M:1449) Yazıcıoğlu, Hacı Bayram-ı Veli’nin “Bilmek, bulmak, olmak” felsefesini “Faslün Fi’l-Esrâri’l-Âriflerin Sırları) bölümünde:
“Cihâna ölmeğe geldin ölürsen
Cihâna bilmeğe geldin bilirsen
Bil onu, bul onu ulaş bakaaya
Kalır mı kemse fanide beka yâ” diyerek a ynen seslendirmektedir. Ve aynı bölümün sonunda alemi nasıl gördüğünü şu dizeleri ile bildirmektedir:
“Âlemin nakşını hayâl görürsem
Ol hayâl içre bir cemâl görürem
Heme âlem çü mahzar-ı Hak’tır
Onunçün kamu kemâl görürsem…”