25/11/2014, 19:49
İBRAHİM TENNURİ HZ.
ÂŞIK
(…….1482)
Mustafa CEYLAN
“Hoştur bana senden gelen
ya hil’at-ü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Gelse celâlinden cefâ
Yâhut cemâlinden cefâ
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş lütfun da hoş”
Diyen Âşıklar aşığı İbrahim Tennuri Hazretleri Amasya’da doğmuştur. Akşemseddin Hazretlerinden aldığı aşk ve iman nurunu, nice gönül dağlarından aşağılara yaylaya ve insanları aydınlatmaya gayret etmiştir.
Tahsilini Konya’da ikmal etmiştir. Fakat, müderrisliğini Kayseri’de sürdürmüştür. İlim ve iman ehlidir. Gönüllerin en ince, en hassas telini birlik sazına takar da, gögün çeşitli makamları arasında çalar dururdu.
Coşkulu romanlarında dile getirdiği duygularını şiirler halinde bidr araya getirmiştir. Çağlayanların toplandığı bu manzum esirinin adı “GÜLZAR-I MÂNEVΔ dir.
Kayseri’de müderrislik yaparken ebedi sevgilisine kavuşmuş olup, kabri Kayseri’dedir.
Yazdığı manzum eserin günümüze Türkçe’sine çevrilerek yeni nesillere sunulması gerektiğini düşünüyoruz.
Kayseri’de medrese müderristi iken, Kur’an okuyan birisini işittiğinde kendinden geçerdi. Ask ve muhabbet yüreğinden taşarak, Göynük’te Akşemseddin’i buldu. Onun irşad meclisine iştirak etti.
Göynük’te kendini aşk fırtınasına bırakıverdi. Aşk ırtınası ona, bugüne kadar öğrendiği bütün bilgilerinin cüceliğini öğretti. Akıl ve mantığını kaplumbağa hızıyla biriktirdiği bilgilerin kof olduğunu gördü.
Hacı Bayram’dan Akşemseddin’e
Akşemseddin’den İbrahim Tennu’ye
Onlardan Anadolu’ya…
Ardından, bu ruhi ihtilali gerçekleştirenlerin etrafında halka halka insanlar. Sonra, bu mânevi restorasyonların icra edilen mekânlarda, şehirlerde ilim ve irfan yuvalarının tesisi. Çeşmeler, kervansaraylar, camiler. Doğudan, batıya, güneye, kuzeye sayısız eserler…
Anadolu, var olduğu, insan ayağının ilk değdiği günlerden bu yana rahmet yüklü bir bulut gibidir. Hacı Bayram erenleri bu butları susuzluktan çatlayan dudaklara ve topraklara sicim gibi yağdırması vardır.
Vardır ya,
Anadolu hep büyük devletlere, büyük medeniyetlere beşiklik görevi yapmıştır. Büyük ülkülerin, büyük uğultuların toprağıdır. Bilinen ilk tarihten bu yana bu böyledir.
İşte bundaki sır, Hacı Bayram gibi velilerin bu toprağa şekil. İnsanlarına yol çizmelerindedir. Sır budur.
Bursa, Konya, Kayseri, Ankara, Eskişehir…
İşte merkezlerden bazıları…
Bu merkezler Anadolu’ya Türk-İslâm mührünün ebediyen, s ilinmez bir tarzda vurulmasını sağlayan merkezlerdir.
İbrahim Tennuri’de Göynük ve Kayseri arasında bayrağı taşımıştır Akşemseddin’ den aldığı bayrağı Kayseri’de gönül burçlarına dikmiştir.
Mükemmel şiirlerini “Gülzâr-ı Mânevi” adlı eserinde toplamıştır. Mânevi gül bahçesi yani..
Mânevi gül bahçesi.
İşte ondan bir gül:
“Kahrın da hoş, lûtfun da hoş” şiiri
Cana cefâ ya vefâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ya derdi gönder ya devâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Hoşdur bana senden gelen
Ya hil’at ü yahut kefen
Ve tâze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Gelse celâlünden cefâ
Yâhut cemâlünden vefâ
İkisi de cânâ safâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Gel bâğ u ger bostân da
Ger bend u ger zindân da
Ger vasl u ger hicrân da
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ey pâdişâh-ı lemyezel
Zât ebed hayı ezel
Ey luftu bol kahrı güzel
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ağlatırsan zârı zârı
Verirsin cennet ü hüri
Lâyık görür isen nârı
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt gerek öldür
Bu Âşk hem sana kuldur
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Şimdi Türkiye Gazetesi tarafından yayınlanan Evliyalar Ansiklopedisi’nden Tennuri hakkında verilen bilgilerden bir bölümü aynen aktaralım:
“İİk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Konya’ya giderek Molla Sarı Yâkûb’un ölümünden sonra1438 yılı cıvârında Kayseri’lye gelerek Hunad Hâtun Medresesine müderris oldu. Kendisi Şâfi mezhebinden olduğundan ve medresenin vasfiyesinde, gerek müderrisin ve gerekse talebelerin Hanefi mezhebinden olmaları şart koşulduğundan, bu medresenin müderrisliğinden ayrıldı.
“Efendim Hanefi mezhebine girseniz de müderrisliği bırakmasanız” diyenlere: “Bir müderrislik için mezheb değiştirilmez” cevabını vermiştir. İbrahim Tennüri bundan sonra kendi hâlinde bir kenara çekilip ibâdetle meşgül oldu. Zaman geçtikçe, Allah sevgisi ile içi yanar oldu. Kur’an- kerim güzel bir sesble okunurken dinlese ağlamaya başlar, içinden bir ah eder ve yayılırdı, ilahi cezbenin tesiri ile, tasavvufa yönelme isteği fazlalaştı. Erdebil süfilerine ulaşmayı çok arzu etti. Bu sırada Akşemseddin hazretlerinin ismini ve mehdini duyup, ona talebe olup, hizmetinde bulunmaya karar verdi.Akşemseddin hazretleri Beypazarı’nda bulunuyordu. Beypazarı’na gitti. Şeyh’in Göynük’e gittiğini öğrenince, o da Göynük’e gitti ve hizmetine tâlip oldu.
Akşemseddin hazretlerini, orada insanlara vâz ve nasihat ediyor ve onların dertlerine dermân oluyordu. İbrâhim Tennuri, bundan sonrasını şöyle anlattı: onun sohbet meclisinde, bir köşede oturup dinledim. Mecliste bulunanların her biri, bedeni bir hastalığıyla ilgili suâli sorup, suâline uygun bir cevap alıp gidiyordu herkes gitti. Akşemseddin hazretleriyle baş başa kalınca: “Ruhi hastalıklardan hiç soran yok, herkes bedeni hastalıklardan soruyor” buyurdu.kalkıp önüne diz çöktüm. Akşemseddin hazretleri bana “Sana kim derler,nerelisin ve adın nedir? Diye sorunca, ben de Kayseri’de müderris olduğumu bildirdim ve; “İçime bir ateş düştü, gizli derdime bir derman ümidiyle geldim.” Dedim, Bunun üzerine Akşemseddin hazretleri; “Bize ne hediye getirdin? Buyurunca, utandım ve terledim. “Çok fakir olduğum iç in bir şey getiremedim”. Dedim. Bunun üzerine; “Benim hediye dediğim dünya malı değildir. Allahü teâlâdan sana ulaşan haller nelerdir?” buyurunca “Kara bir yüzle size geldim” dedim.
Bu halden sonra, bana halvette kalmamı emritti. Olgunluk ve üstünlük sofrasındaki nimetlerle gönlümü doyurdu, o gece ibâdet edip uyudum. Rüyâmda dört yüz hal gördüm. Sabah olunca, bu dört yüz hâli birer birer hatırladım. H albuki daha önceki zamanlarda, namaza durduğum z aman hangi süreyi okuyacağımı unuturdum. Bu hâhim Şeyh Akşemseddin haretlerinin bereketinden olduğunu anladım. Diğer talebeleriyle birlikte geceleri ibâdet ederek geçiriyorduk. Diğer talebeler halvette, .,yemekten, içmekten ve uyumaktan kendilerini alıkoyuyorlardı. Bana ise her gece çeşutli yemekler, ektmek ve bir mikdâr su gönderiyordu. Mânevi sofradan doyurduğu gibi, zâhir halde bile doyuruyordu. Uzun bir müddetten sonra bu dereceye riyâzet çekenler aç, susuz ve uykusuz duranlar arasında, kendimde insanın hayanlık yanının ağır bastığı zannı gâlip gelip yeme ve içme, bumakâma yakışmaz diye dündüm. O gece yemek yemedim ve ibâdetle meşgül oldum. Ancak önceki gecelerde bulunan haller bu gece görülmedi. Bu durum Akşemseddin hazretlerine mâlum olunca bana, “Kendi başına iş yapmak dervişin işi değildir. Sen şeytanın vesvesesiyle hareket ettin. Hocan ve terbiye edicin, senin ahvâlini senden daha iyi bilir iken, onun murâdına, muhâlif olmak uygun değildir buyurdu.Havvete girdiğim 87 gece, Berât gecesinde, içimden biberli bir pilav yemek geçti.Akşam olunca Akşemseddin hazretleri beni dâvet etti ve istediğim pilavdan bir tabak ikrâm edip; “Beni yanında yok farzet ve benden utanma, istediğin gibi ye” dedi. Ben de emre uyarak, bir tabak gilavı yedikten sonra, Şeyh hazretlerinin emriyle halvetten çıktım.
İbrâhim Tennuri hazretleri, kendine yeni gelen talebeyi, Allahü teâlânın rızâsıya kavuşuncaya kadar gündüzleri çalıştırır, geceyi ise ibâdet etmek süretiyle ihyâ ettirirdi. Dâima nefsin istemediği şeylerle meşgül bulundururdu. Neticede o talebede tasavvufi haller görülmeye başlayınca halvet emrederdi.
İbrâhim Tennûri hazretleri hocası Akşemseddin hazretlerinden icâzet aldıktan sonra, onun izni ile, Kayseri’ye yerleşerek birteke kurdu. Talebeler yetiştirmeye ve halka islâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmeye başladı. Rivâyet edilir ki, şeyhde zaman zaman tasavvuf yolunda bulunanlarda görülen ve kabz denilen sıkıntı hâli uzun sürüp gideremeyince şeyh Akşemseddin’le görüşmek üzere yola çıktı. Rüyâsında Akşemseddin hazretleri ona emredip; “Sıcak bir tandır (tennûr) üzerine oturup terlemen gerekir” dedi. Ertesi gün İbrahim Tennûri, sıcak, bir tandır üzerine oturup, tepeden tırnağa terledikten sonra, kbz hâli, “Bast” haâli denilen tasavvuftaki rahatlama ve sevinçli olma haline d öndü ve sıkıntıdan kurtuldu. Akşşemseddin hazretleriyle karşılaşınca, rüyâsına anlattı. Şeyh Akşemseddin bunu hoş karşılayıp,kabz hâli olunca böyle yapmasını tavsiye etti. Bundan sonra İbrahim Tennûri, yetiştirdiği talebeler kabz hâline girdiklerinde sıcak tandır üzerine oturtur, çok su içmekle onu iyice terletirdi. Bu usüle bast hâline döndürüp irşâd ederdi. Bu yüzden Tenrûri diye meşhûr oldu.
İbrahim Tennüri hazretlerinin tasavvuf hal ve derecelerini bildiren Gülzâr adlı eseri çok kıymetlidir. O, bu eserini 25 Şubat 1453 tarihinde tamamlayarak, Fâtih Sultan Mehmet Hana ithâf ve takdim etmiş, pâdişâhın birçok ihsân ve iltifatlarına nâil olmuştur. İbrâhim Tennüri hazretlernin hocası Akşemseddin’le birlikte İstanbul’un fethinde de bulunduğu rivâyet edilmiştir.
İbrahim Tennûri hazretleri ilâhiler de söylemiştir.
“Sevebilmek..Karşılıksız, ihtirassız, sadece şefkat ve merhabetle anlaşılamadığı için nefretle muhabele gör düğü topluma rağmen.
Sabredebilmek ..Hayatını dramdan farksız hale getiren olayların kabuk gibi üzerine çullanmasına rağmen.
İlerleyebilcecek.yürümenin dahi zorlaştığı bundan yollarda, mrünü bile zor görebildiği zifiri karınlıkta, tpeelerin ardındaki hedefi görerek koşabilcek.
Yılmayaak. En yakın dostları tarafından dahi ihanetle suçlandığı halde, en acı yudumları bile hıçkırık hâline getirmeyecek…
Gönül enginliğine erecek. Umman,haline getirdiği gönlünde “Fâhişil fâhni olanı en aı yudumları bile hıçkırık hâline getirmeyecek.
Gönül enginliğine erecek. Umman haline getirdiği gönlünde “Faniyim, fâni olanı isçttemem. Âcizim, âciz olanı istemem..” diyerek, dünyanın bütün debdebesini ayaklar altına alacak.
Leylâ’ya hasret Mecnun gibi bu nâdide şahsiyetlerin yolunu gözleyen neslimize Mevlanâ daha fazla bekletmesin” ( )
* *
*
İşte bugünkü ihtiyacımız;
-Sevebilecek
-Sabredebilecek
-İlerliyebilecek
-Yılmayacak
-Gönül enginliğine erecek
-Bir nesil
-Asım’ın neslidir.
-Hep bunu bekliyoruz Hep onu.
( ): KARADENİZ, Sevgi Atmosferi; Adım Yayıncılık, İstanbul-1987,Sahife;38