ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
PAŞA ŞAİRLERİMİZDEN BİRİSİ : AHMET PAŞA
#1
PAŞA ŞAİRLERİMİZDEN BİRİSİ : AHMET PAŞA


Mustafa CEYLAN
**************
Demiştik ki:

İki türlü şair var. Birisi tabandan tavana hareket eder, halkın yüreği, sesi, gözü, kulağıdır. Çoğunlukla öldürülen, sürülen, ezilen şairler bu birincilerden çıkan şairlerdir. İkinci şair türü ise, hep tavanda bulunur ki “yaşa padişahım çok yaşa” deyip, makam, mevki, servet edinmeye çalışan şair türüdür ki paşadır, beğdir, yönetimin has adamıdır, zengindir.
[Resim: w2kar4.jpg]

Sizlere bu makalemizle anlatmaya çalışacağım şairimiz Osmanlı şairlerinden, paşa şairlerimizden birisi Ahmet Paşa’dır. XV. Yüzyıla damgasını vuran Şeyhî’den sonra en önemli Divan Şairimizdir. Padişaha yakınlığı sebebiyle şairlerin saraydan tahsisat alması için gayret sarfetmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Evini adeta Anadolu’dan kervanlarla gelen tüm şairlere açmış ve onlarla ilgilenmiştir. Bir çok genç şairin yetişmesini sağlamıştır.

Babası da II.Murat döneminin kazaskerlerinden birisidir.

Paşa şairimiz, Fatih Sultan Mehmet’in hem en yakın arkadaşı ve hem de öğretmenidir. Saraya en yakın kişilerden birisidir. Bu yakınlıktan istifade ederek, çok önemli makam ve mevkilere getirilmiştir. Fakat, şair gönlü bu ya, “dur-durak dinlemez gönül”, sarayda Padişahın gözdelerinden birisine âşık oluverir . Bunu duyan Padişah en yakın dostu ve öğretmenine bu davranışı yakıştıramaz ve şairi zindanlara atar. Hattâ öldürülmesi için emir vereceği sırada, şiir imdadına yetişir. 

Şiir böyledir işte, âşığı aşka aşık eder, saray duvarlarını, harem gölgelemesini bile dinlemez. Saltanatın gazabına uğrayacağını bile bile şairi sevdaya sürükler. Oysa, şiirin efsunkâr güzelliği, yönetene yakın duran şairi süslü koltuklara, önemli makamlara getirmişti. Ama aşk, ama kara sevda; şiirle el birliği etmeye görsün. Perişan eder şairini. Bizim paşa şairimizi de hiç acımadan Yedikule Zindanları’na düşürmüştür.

*
Türk edebiyatındaki "tanzir" yani nazire yazma geleneğinin önde gelen temsilcilerinden birisidir. Ahmed Paşa, Divan şiirinin bütün inceliklerini şiirlerinde ustaca kullanır. Şiirde, İran şiirinin ulaştığı ahenge Türk şiirini ulaştırmak isteyen Ahmed Paşa'nın İran şiirinin mazmunlarını Türk şiirine aktarmasını Latîfî eleştirerek; "Şiir güzeline İran elbisesi giydirdiğini" söyler. Ahmed Paşa, kasidelerinin çoğunu Fatih'e yazmıştır. Ünlü, "Güneş" ve "Kerem" kasideleri de bunlar arasındadır. II. Bayezid'e sunduğu "Ab" ve Cem Sultan'a sunduğu "Benefşe" kasideleri de Ahmed Paşa'nın tanınmış kasideleridir.
*
Ona gore şiir, ya sevgiliye yazılmalı yahut da memduha yazılmalıdır. Memduh da kim diyecek olursanız, memduh : Padişahtır, alim, sofi, yöneten veya devlet adamıdır. Ve elbette, şiirin konusu da bunların aşkı, güzelliği, hicranı, vuslatı, hasreti, iyiliği, affı, muştuları olmalıdır.

*

“Padişah bir gün Hâfız-I Şirâzî’ nin şiirlerinin belâgatinden bahsettiği sırada:

Ânân ki hâk-râ be-nazar kîmyâ konend 
(Onlar ki, bakmakla toprağı kimya yaparlar)

Mısraını okuyarak, “alt tarafı nedir” buyurdukta, hiç düşünmeden 

Kuhlü’l-cevâhir kademet tûtyâ konend
(Aslında Hâfız’ın ikinci mısraı “Ne olurdu bir kere göz ucu ile bize de baksalardı” şeklindedir. Şair, Fars dili ve edebiyatına olan vukûfunu ve şiir kudretini padişaha göstermek için bu mısraı, “Senin cevhere benzeyen ayağının tozunu gözlerine sürme yaparlar” olarak değiştirmiştir.)Cevabını vermek gibi zariflikler sayesinde teveccühe mazhar ola ola “hâce-i şehriyârî” oldu. (1)

Padişah’ın ayak tozunu gözlere sürme yapan Ahmet Paşa, II. Murat döneminde Edirne’de eğitimini yapmış, Arapça ve Farsça öğrenmiştir.

Sonra da;

1-Kadı ( Edirne Kadısı ) 
2-Kazasker (Fatih tahta geçince)
3-Fatih’in “Muhasip-sohbet arkadaşı-ve Öğretmeni”
4-Sipahi Müftüsü (İstanbul’un fethi sırasında gerek askerin maneviyatını yükseltmesi, gerekse her konuda kılı kırk yaran bir kişiliğe sahip olması sebebiyle Padişahın sürekli yakınında bulunmuştur.)
5-Vezir oldu. 
6- Hapishaneye düştü.
7-Padişaha gönderdiği şiiriyle afffedilerek Bursa’ da önce Orhan Gazi ve Muradiye medresele¬ri mütevelliliğine getirildi. 
8-Daha sonra Sultanönü, Tire ve Ankara sancakbeyliklerine atandı. 
9-II. Bâyezîd zamanında yeniden sarayın iltifatını kazanarak Bursa sancak beyliğine atandı.. 
10-1497 tarihinde Bursa’da öldü.

Padişaha bu kadar yakınken, Yedikule Zindanlarında hapse atılması meselesine gelince;
Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa'yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa'yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.


Olan biten hakkında derler ki:

a)Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkirelerine göre Fatih’in hizmetkârlarından birine lâf attığı için, 
b)Diğer kaynaklara göre padişahın bir gözdesine âşık olduğu için, 
c)Âşık Çelebi'ye göre ise birkaç fesatçının iftirasına uğradığı için padişah tarafından vezaretten azledilmiş ve hapse atılmıştır.

*

Yine kaynaklara gore :


Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada, hapis olduğu “Kapıcılar Odası”nda, affedilmesi için aklına bir kaside yazmak gelir. Zira Padişah şairdir. Şiirin gücünü kullanarak, affedilmesini sağlamak ister. Ve ünlü “kerem” kasidesini yazar. Son arzusu olarak, zindan görevlilerinden yazdığı bu kasidenin padişaha ulaştırılmasını ister. Fatih, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere "Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz" diyerek, şairi affeder. 

Bahse konu 35 beyitten meydana gelen kasideden birkaç bölümü sunalım: 

“Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem 
Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem
.......
Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat
Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem

Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud
Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem
.........
Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta'n
Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem

Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı
Tutalım iki elim kandayımış hani kerem

Ahmedim gam makası kesti dilim şem' gibi
Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem”


--------------------------------------------------
Muhit-i kerem: Cömertliği ile etrafı kuşatan
Katre: Damla
Umman-ı kerem: Cömertlik denizi
Bağ-ı cud: Cömertlik bağı
Ebr-i kef: Yağmur bulutu
Baran-ı kerem: Cömertlik yağmuru
Cevher-i iksir-i hayat: Hayat iksirinin özü
Astan: Eşik
Sürme-i ayan-ı kerem: Cömertlik meclisinin sürmesi
Hulk-ı nesim: Rüzgarın tabiatı, huyu
Gül-i gülşen-i cud: Cömertlik bahçesinin gülü
Lutf-ı zülal: Soğuk, güzel suyun lutfu
Gülistan-ı kerem: Cömertliğin gül bahçesi
Ta’n: Yerme, ayıplama
Ağsa:Yükselse, çıksa
Çü:Çünkü
Cevgan-ı kerem:Cömertlik değneği, bastonu
Kanı:Hani
Şem:Mum
Ruşen:Açıkça

*


Affa uğrayan şairimiz Ahmet Paşa bundan sonra Saray'daki eski yerini alamaz. 
Bir rivayete göre de o tarihe kadar bekâr yaşamış olan Paşa, Fatih tarafından Tuti Hatun adında biriyle evlendirilmiştir. 

*
Ahmed Paşa "Divanı" onun elde bulunan tek eseridir. 

Divanı, 40 kaside, 351 gazel, 2 tercî-i bend, 1 terkîb-i bend, 1 murabba, 48 kıt’a, 47 müfred, Arapça, Farsça, Türkçe bazen karışık, çoğunlukla ayrı yazılmış 28 tarih manzumesinden oluşmuştur. Bunlara mesnevi tarzında yazılmış toplam 154 beyti geçmeyen üç şiiri -ki bunlardan 120 beyitlik olanı dibacedir- ve ayrı bir kısım oluşturmak üzere muhtelif şekillerde 9 Arapça, 28 Farsça; kasîde ve gazel kısımlarının başında yine Arapça olmak üzere ikişer beyitlik iki şiir de ilâve edilirse, Ahmed Paşa Dîvânı’nını anlatmış oluruz.

*

MURABBA

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
*

---------------------------------------------------------------
BİR HOŞ SADA İŞTE :

---------------------------------------------------------------
Ahmet Paşa ve Necâtî Bey

Ahmet Paşa ve Necâtî Bey, Sultan Fatih devrinin iki dev şairidir.

Demiş ki Ahmet Paşa:

Destimi kessen kalır dâmân-ı lûtfunda elim
Dâmenin kessen elimde kalır lûtfun dâmeni

(Ey sevgili! Eteğini öyle kararlı tuttum ki, benden usanıp da elimi kesecek olsan gam değil, zira elim lütuf eteğinde kalacak, kârlıyım; yok eteğini kessen de gam değil, çünkü bu durumda da eteğin elimde kalacak, yine kazançlıyım.)

Necati Bey de demiş ki:

Şöyle muhkem tutayın aşk ile dildâr eteğin
Ya kat’ edeler destim ya keseler yâr eteğin


Mana aşağı yukarı aynı:
(Öyle muhkem tuttum ki yarin eteğini; elimi de kesse, eteğini de kesse fark etmez)

Ahmet Paşa vefat etmiş, Necati Bey sağ; birkaç kişi oturmuşlar edebiyat üzerine sohbet ediyorlar; mevzu bu iki beyt. Hangi şairin daha üstün olduğu konuşuluyor; eteği kesenin mi yoksa eli kesenin mi haklı olduğu tartışılıyor; belki “yazık değil mi eli kesmeye canım” deniyor.

Beklenmedik şekilde Necati Bey meclise girip selâm veriyor. Diyorlar ki; “tam biz de sizden bahsediyorduk, bir karara varamadık, hanginizin üstün olduğu hususunda; merhum Ahmet Paşa mi yoksa siz mi?”

Bu arada Necati Bey‘ in asıl adı ise Îsâ‘ dır. Necati, onun şiirde kullandığı mahlasıdır, takma ad yani.

Havadan sudan konuşulup eğlenilen bir meclis bu. Dil kolay varmıyor ama, geyik muhabbeti. Bu sorunun Necati Bey‘ e sorulmasında şöyle de bir incelik var; şair kısmı zarif bir üslûp içerisinde öğünür, ama öyle öğer ki kendini, kim duysa ya da okusa beğenip tebessüm etmekten kendini alamaz.

Acaba nasıl öğünecek? Merak edilen bu.

Diyor ki Necati Bey irticâlen (gençlerin şimdi doğaçlama dedikleri şey demek). Yani hiçbir hazırlık olmaksızın, ani soruya karşı, üstelik kendisinin san’atının söz konusu olduğu bir vaziyet.

Ne yapmalı şair dersiniz? Şöyle diyor:

Necati’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir
Ki Îsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den


Pes doğrusu! Dehaya, belagate, nezakete, zarafete pes!

Şöyle diyor yani…

Merhumun ölüsü bile benim diri hâlimden üstündür. Nitekim, diri olarak göğe kaldırılan İsa (aleyhisselâm) [tekrar kaydedelim kendi adı Îsâ' dır], vefat etmiş olan Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ e aşık, meftûn ve O’ na ümmet olma iştiyâkında değil midir?

Evet, belagat (halin icabına uygun söz söyleme kabiliyeti) karşısında ceket iliklemek kaçınılmazdır da; işbu, kendini aradan çekip, başkasını (Ahmed Paşa da olsa!) övmek, yani bu derece samimi mahviyetkârlık; üstelik bunu bu kadar sağlam bir bilgiye dayalı bir gerekçe ile ortaya koymak insanı nasıl hayrette bırakmaz?

Klasik kültürümüze karşı günümüz aydını tenkit gücüne sahip değil, takdir etmesine ihtiyaç yok (öyle ya güneşin övülmeye ne ihtiyacı var), taklit etmesi de isabetsiz (çünkü sakil durur). Tek doğru tavrı olabilir aydınımızın; anlamaya çalışmak. Bu ise aydın namusunun asgari gereği değil midir? (2)

Av. Hayati İnanç


----------------------------------------------
----------------------------------------------
SEN ÇOK YAŞA PADİŞAHIM
----------------------------------------------

Tohumu sulu bir toprağa attın mı yaşadın demektir. Bereket üstüne bereket fışkırır o topraktan. Arabanızı benzin pompasına yakın tuttuğunuzda, ilk önce sizin aracanız alır benzini. Ve yöneteni övüp, okşadığınızda; onun "bencil" duygularını pompaladığınızda nasıl kanat takar havalandırırsınız. Siz övdükçe açılır keseler ve kasalar. gelir makamlar, şanlar, süslü koltuklar. 

Tüy, en çabuk havalanan ve rüzgârı kesildiğince en çabuk düşen bir varlıktır. O zaman, tüy kadar hafif olan gönülü kazanıp havalanması için hava körüklemeye devam edeceksiniz. Havasını eksiltmeyeceksiniz ki, altındaki boşluğa daha bir yayılmalı, kök salmalısınız.

Şair Paşa' mız;

"Elâ ey şehenşâh-ı âlî-nijâd
Kerîm-i hünermend-i pâk-i'tikâd"


(Ey yüce yaratışlı padişahlar padişahı
Ey temiz inançlı, hünerli, ulu)


"Sen ol dürr-i meknûn-ı yek-dânesin
Ki pîrâye-i tâc-ı şâhânesin"


(Sen o padişah taçlarının süsü olan iri daneli
Parlak, mahfazalı incisin)


"Bulut yemînüne benzerdi olmasaydı abûs
Güneş zamîrüne benzerdi görmeseydi zevâl"


(Bulut, somurtkan olmasaydı, yüzüne benzerdi
Güneş batmasa sanin zamir(bâtın, iç, kalb, vicdan)ine benzerdi)


"Cemâlün safhasın açma rakîbe
Önünde kâfirün Kur'ân yaraşmaz"


(Güzel yüzünün sayfasını rakîbe açma;
Zira kâfirin önünde Kur'an yaraşmaz)


Haddünün cennet gibi yüz gülşen-i handânı var
Cennetün haddün gibi bir lâle-i hamrâsı yok"


(Yanağının cennet gibi yüz "gülen gülşen"i var,
Fakat, cennetin yanağın gibi bir kırmızı lâlesi yok)


demiştir. Bu övgü dolu mısraları Sultan Bâyezid'e söylemiştir.
padişahın yüzü için, evet cennetin gülşeni var ama senin yüzün gibi bir lâlesi yok diye söylemeye bakın. Kâfir önünde Kur2an açılmaz, sen de yüzünü kâfirlere gösterme diyen şair diline bakın. 

Padişah övgünamesi ancak bu kadar büyük, kutsallaştırılıp zirvelerde nakışlanabilirdi. Bunu da bizim Paşa şairimiz Ahmet paşa yapmıştır.

Şairimiz kaside ve gazellerinde İran şairlerinden bolca mânâ aktarmış, her fırsatta Hâfız-ı Şîrâzî' nin sözlerini kendince yeniden dizyn ederek, övdüğü "memduh"una yansıtmıştır. 
Bu sebeple de kimi eleştirmenlerce "intihalci" veya "iktibascı" olarak da nitelenmiştir. 

Yağ kokusu böyledir işte. Alkışlamanın sınırı yoktur. Almak için, cebini ve işgal ettiğin yeri daha bir parlatman için yağ çekmekte sınır ve kullanmak için eline geçen hiç bir fırsatı kaçırmayacaksın. Hattâ, yöneten maka sahibi karşısında kendisini "kulluk" derecesine düşürdükten sonra, af, bağışlama veya mükâfat talep edeceksin. Su yukardan aşağı akar, aşağıdan yukarı değil. O yzüden, üstten, yukarıdan, tavandan isteyeceksin. Diyeceksin ki:

"Kul hatâ itse n'ola afv-ı şehinşâh kanı
Tutalım iki elüm kanda imiş kanı kerem"


(Kul hatâ etse n'ola? Hani padişahlar padişahının affı? 
Tutalım iki elim kanda imiş, hani bağışlama?" diye haykıracaksın.)


Ve
Baktığında toprağı kimya yapan Sultan'ın kulu olan bir şair anlayışıdır Ahmet Paşa'mızın şiir anlayışı.

Mustafa CEYLAN






--------------------------------------------
(1)Muallim NACİ, Osmanlı Şairleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul-2004, Syf: 24
(2) hayatiinanc.com
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi