ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
NEY VE SEMA (1)
#1
NEY VE SEMA (1)


Mustafa CEYLAN
***************

Ah be canım efendim, gönüller sultanı, ışığım, önderim, yollar içinde yolum, parmak ucum, alın yazım cananım ey ! Ey ki ey!!! Dönüşünden aldım ilhamı, topaç gibi, un değirmenindeki mil gibi dönüşüne vurgunum ve dünyanın beline dolanmış ekvatorun dönüşünden bir başka güzel senin dönüşün… Ah be ah!!! Bir elin göğün en üst katmanında, Hak ve hakikat ikliminde, öteki elin halkta ya, biz de ya, yanışım onadır işte. Sultanlar içinde can sultanım. 

Sem, Sema, Semah, ah be ah!!!

“Halka halka, halk için sema da semah da…”

Akça öksüz çiğdemleri giyinip çıkmak yâr yoluna. Sonsuzluğun kollarında öte dünya aklığını bu dünyanın düğününe, gelince giysilere döne döne dönüştürmek ne güzeldir.

Ak… Ah eden içimin dış yüzünde doğuşta kundakta, ışıklı kabre yürürken, musalla üstünde üstümde gene ak. Bu ikisinin, kundakla musalla arasının arasında ben sefil yolcu, binlerce renkle haşır neşir, pas ve küf kokan yolcu. Sen, hayatın atom dönüşünde aşkı bilen ve bulan akça bakış, gerçeğin aynasının tebessümü; ben yorgun yüz cam kırıklarında…

*

1207 -1273 arasında 66 yıl yaşamışsın Dünyada… Sağlığında ve ışıklara yürüdüğün günde, her iki halde de peşinden sürükledin cümle insanları. Şimdi de sürüklüyorsun. Sultanım, gönlümün peşin sıra çağlayanlar içindeki kâğıt parçası gibi sürüklenişini ah bir bilsen, ah bir görseydin… 

Ney ve sema…

Sen ve ben…

Alimler alimi, gönüller mimarı sen; ham hayâl, taş katısı yürek, aciz ve gariban ben…

“Akşam, akşam akşam
Bu dem sularda bir kamış olsam “

Olabilsem, sular içinde, kamışlık içinde bir kamış. Sular içinde susamış, bağrı yanık benim ben… 

Ney…

“Yemyeşil kamışlıkta sevdikleriyle birlikte olmanın mutluluğu içindeyken bir el, onu vatanından ve dostlarından ayırır; elini, ayağını keser, vücudunu kurutur, bağrını deler… O da bu ayrılık acısından hazin hazin feryât eder.
Ney’in temsil ettiği kendisiyle sırdaş ve dert ortağı olan “İnsan-ı kâmil” de böyledir. İlâhî kudret eliyle asıl vatanından, yani ruhlar âleminden ayrılan insan da ıstıraplarla yoğrulup kemâle erdikçe vatanına, sevgilisine özlem duyar ve duyduğu hüznü, hasreti ney gibi esrarlı ve remizli bir şekilde dile getirir.” (Y.Doç.Dr.Yakup şafak, Mesnevi’den seçmeler, Syf:333)

Işığım, göz nurum, hünkârım; Horasan'ın Belh yöresindeki Vahş kasabasında (bugün Tacikistan sınırları içinde) doğmuşsun. 
Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun annen, pırlanta dualarla kucaklayıp aldığında kucağına seni ve emzirdiğinde hangi cennet kokusu ve hangi cennet gıdasını vermiş ki sana? Alimlerin Sultânı unvanı ile tanınmış olan baban Muhammed Bahâeddin Veled’in bakışları mı yoğurdu iplik iplik seni?

Anadolu’ya Diyar-ı Rum derlerdi eskiler; adına da biz bu sebeple Celaleddin-i Rumî dedik işte. Ve Mevlâna deyişimiz de (Efendimiz) anlamına geliyor ki, sana olan saygımız, sevgimiz, hürmetimizin bir işaretidir ve bu işaret 700 asra yakın söylenip geldi ki daha binler asırlar 
boyunca bu yüce millet tarafından söylenecektir de…

-------------------DEVAMI VAR------------------------


Baban Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelerek, Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl O'na hizmet etmişsin. 
Ya şimdi ben nerde bulayım Seyyid Burhaneddin’i. Ya şimdi ben, hangi taşa vurayım başımı, Elmalı Yeşilgöl’den hıçkıra hıçkıra düşüp Düden suyuna mavi Akdeniz’e mi akayım, ne yapayım? Sen üstadına, öğretmenine 9 yıl hizmet etmiş, onun rahle-i tedrisinden geçmişsin; ya bana kimler ağlasın Sultanım, şimdi, ne üstad var diz kırıp kütüphanesine dalınacak, ne de o usta-çırak, öğretmen-öğrenci sistematiği var. Geçenlerde bir gazetede okudum, bir televizyon kanalından işittim bir lise öğrencisi öğretmenini kırk yerinden bıçaklayıp öldürmüştü. Ah be özü güzel, sözü güzel, kendi güzel Sultanım, bir bilsen halimizi…

Of ki offf!!!

Ne yaman çelişkilerle dolu bir zaman içindeyiz biz. 

Diyordun ki :

“yollara sular dökün, 
bahçelere müjdeler edin, 
bahar kokuları geliyor, 
o geliyor, o 
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor. 

Yol verin, açılın, savulun. 
Beri durun, beri. 
Yüzü apaydınlık, akpak, 
bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak 
O geliyor, o. 
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor. 

Gökler yeryüzünü kapladı, örttü bir anda. 
Bir anda dört yanı misk gibi bir koku sardı. 
Bir anda bir velvele, bir kıyamet koptu cihanda. 
O geliyor, o. 
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor. 

Bir anda can geldi bağlara, bağlar ışıdı. 
Bir anda açıldı baktı bağlara gözler. 
Bir anda bizde ne gam kaldı, ne dert kaldı, ne keder. 
O geliyor, o. 
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor. 

Yayından fırladı ok. 
Hedefe ha vardı, ha varacak. 
Bahçeler selama durdu. 
Selviler ayağa kalktı. 
Çayır çimen yollara düştü. 
İşte konca, ata binmiş geliyor. 
Biz ne duruyoruz, 
O geliyor, o. 
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor. 

Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey şems, 
Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak. 
Senin güzel gözlerinçin işte canım pusuda. 
Rahatım kaçtı benim, 
geceleri uykum kalmadı gitti ama, 
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.”

[Resim: 12_d.jpg]

Evet böyle diyordun… Gelen, baştan ayağa karalar giymiş, karalar, karalar, simsiyah karalar giymiş birisiydi ve Şeker Tacirleri Hanına inmiş, konaklamıştı. 1244 dü zaman… Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi yani (Tebrizli Şems) idi. 

Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıkmıştın ve atının üstündeydin ve yanında-yörende talebelerin, danişmendlerin de vardı. Atın dizginlerini tutarak sordu ya sana Şems, dedi ya :

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"
Yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştın değil mi?
- Bu nasıl sorudur?" diye kükremiştin "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?" demiştin.

Bunun üstüne o simsiyah gece giysili gezgin, yani, Tebrizli Şems :

- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?" diye eklemişti, değil mi?

Cevaben demiştin ki: 

- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu". Demiştin…
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak seni kucaklamış ve aradığım sensin” demişti değil mi?

Şimdi ben, Merec-el Bahreyn yani iki denizin buluştuğu nokta denilen yeri nerde bulacağım ki? Seller içinde kaybolup giden toz zerreciği, solmuş pörsümüş yaprağım ki, nereye , niçin, neden akıp gittiğimin farkında bile değilim…
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi