11/02/2015, 00:17
KAYGUSUZ RİSALESİ (5)
Mustafa CEYLAN
***************
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA :
"Pâdişâh ve vezirler bu haberi işitdiler, ta’accüb itdiler. Birbirine bakub eyitdiler:
-Ol kişi ziyâde âkil vü ârifdür yâhûd gâyetle nâ-dân vü câhildür. Ânı imtihân itmek gerekdür. Bize ânun keyfiyyet-i hâli ma’lûm ola! Fi’l-vâki ol kişi bir âkil ü dânâ olursa, müşerref kılalum ve eğer câhil olursa, hakkından gelelüm. Ve anda hâzır olanlarun her biri bir dürlü kelâm söylediler. Vezir eyitdi :
-Sultân'um, biz ol kimesneyi şöyle imtihân iderüz ki, âna bir kimesne gönderesünüz. Ânı bundan da'vet ideler, gelüb cümle oturduklarında gerekdür ki, evvelühâ selâm evsatuhâ kelâm âhiruhâ tâ'âm (kelâm) muktezâsınca (ânlar) müsâfirlerdür. Gelüb evvel selâmı verdüklerinde (izzetle 'aleyk alub, ânlara yir gösterelüm. /Geçüb oturduklarında) çeşnegirler ta'amlar getürsünler. Ammâ kırk dâne kaşık yondursunlar herbirünün sapları üçer karışdan ziyâde ola ve her biri, ol kaşıklarun yukaru başından tutub tenâvül iderler.
Eger ânlar ol tâ'âmı yirler ise, şükrin dirler ise, 'âriflerdür. Ânlarun her biri 'âkil ü kâmillerdür, dahı ma'lûm olur.
Eğer ol kaşık ile yimezlerse, şöyle hayrân (u ser-girân) olub biribirine bakışub kalurlarsa, cümlesi cahillerdür. Şonra nice bilürsen öyle idesün.
Pes ol vezirun bu sözini ma'kûl görüb, Mısr pâdişâhı buyurdı (tiz) anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dâne kaşık dahı tedârik itdiler. Fi'l-hâl hâzır (düzüldi) hâır oldı. Her bir kaşık sapı endâzeden uzunıdı. Ol dâ'vet itmege giden kimesneler geldiler. Kaygusuz Baba Sultân'ı buldılar, selâm virdiler:
-Sizi Pâdişâh da'vet eyledi buyurun gidelüm, didiler. Baba Kaygusuz eyitdi:
-N'ola, da'vete icâbet lâzımdur varalum ol padişahun mübârek cemâlün görelüm, hâk-i pâyine yüz sürelüm. Yanında olan yoldaşlarıyla pâdişâhun sarâyına vardılar, , içerü girdiler. Taht üzerinde oturur Sultânı gördiler. Kadd-ı hamîde kılub selâm verdiler. Pâdişâh bunları göricek 'izzetle' alayk alup, hoş geldinüz safâ geldinüz, kademler getirdinüz, diyüb makâm-ı 'alisinde' yir gösterdi. Her biri geçdiler âdâbıyla oturdılar.
Pâdişâh buyurdı, çeşne-girler Ta'âm getürdiler. Meydâna simât döşediler. Ol kırk dâne sapı uzun kaşıkları koydılar.
Meğer kim ol vakit pâdişâhun sarâyında ulemâ şulehâ vü 'i-bâd vü zühhâd,bunlardan ma'âda Mısr beglerinden nice begler dahı (hâzır olmuşlardı. Niceler dahı) bu ahvâle vâkıf olub, imtihân târikîyle tefferrüc itmek içün gelmişlerdi. Pes lâzım oldu ki, ol simât üzerine evvel 'ulemâ vü şulehâ varub emîr ü gedâ vü furkâra tenâvül ideler.
Ol kaşıkları görüb ta'accüb eylediler. Çün kim ellerine aldılar, yukaru başından tutup toldurdılar.
Ağızlarına iletmege kasd idicek, kulaklarına togrı giderdi. Bir çâre bulub yiyemediler. 'Ulemâ vü şülehâ vü ümerâ ol simât üzerinden kalkub, Baba Kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. (Ol) kırk kişinün yigirmisi bir tarâfa ve yirmisi karşu tarafa, karşu biribirine mukâbil oturdılar.
Ol kaşukları ellerine aldılar, başından tutub doldurdılar.
Kaygusuz Baba hemân karşusında olan yoldaşlarına Balım tolusı gibi şunuvirdi. Ol daha elindeki kaşug Kaygusuz Baba'nun ağzına virdi. Ana gördiler. bâkî yoldaşlar dahı öyle itdiler. Bu nev'ile ol ta'âmı cümle yidiler. (Şükrün didiler.)
Pâdişahıla vezirler bakışub bunlarun (ârifligün) gördiler ve ba'dehü simât götürildi şekker şerbetleri içildi. Dahı söz açıldı. Pâdişah, Kaygusuz Baba'nun keyfiyyet-i hâlinden su'âl idüb"
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Hayat, ince uzun yoldur
Dost dost diye yürünür yol.
Gönül, boynu bükük daldır
Dost dost diye açılır gül.
Yârden bir haber gelince
Zaman kayayı delince
Senlik benlik silinince
Dost dost diye tutulur el.
Hayat oyun, bir serancam
Yarı gündüz, yarı akşam
Pencerede ağlarken cam
Dost dost diye kızarır tül.
Karanlığı ışık böler
Semah döner can türküler
Dere akar, deniz güler
Dost dost diye kavuşur sel.
Siyah beyaz hepsi kardeş
Gönül kırma otur, yerleş
Aşk çatıma düşer ateş
Dost dost diye esince yel.
*
Ve Kaygusuz risalesince kelam
Bu güzel kelama devam :
Şaşırıp kaldılar oracıkta
Pâdişâh ve vezirler
Birbirine bakıp bakıp
Konuştular :
-O kişi ya çok âkil ve ârifdir
Yâhûd
Gayet nâdân ve câhildir.
İmtihân etmek gerek onu.
Bir âkildâne olursa,
Müşerref kılalım, ağırlayalım;
Eğer câhil olursa, hakkından gelelim.
Orada hazır olanların her biri
Bir çeşit kelâm etti.
Vezir :
“Bir kişi görevlendirelim
Onu davet edelim
Konuğumuz olsunlar,
Selâm verip oturduklarında,
Aşçılar ta'amlar getirsin.
Ve yanında kişi sayısınca kaşık
Ancak,
Kaşıklar ki
Herbirinin sapları üçer karıştan büyük ola
Ve her biri,
O kaşıkların yukarı başından tutub
Yemeye mecbur kalalar.
Eger onlar
Kollarınca uzun saplı kaşıklarla
O yemeği yerler, o çorbayı içerler
Ve şükederlerse, âriflerdir, kâmillerdir,
Eğer yiyemezlerse,
Şöyle biribirine bakışıp kalırlar
Üstlerine başlarına dökerlerse,
Cümlesi cahillerdir.
Sonra Padişahım
Siz nice bilürseniz
Öyle idesüniz.”
O vezirin bu sözü
Kabul gördü meclite.
Padişah emir buyurdu
Ve
Davet etmek için onları,
Adamlar gitdiler
Ve kırk tane upuzun saplı kaşık
Tedârik de etdiler.
Gidenler,
Buldular Kaygusuz Baba Sultan'ı
Selâm verdiler:
“Sizi Pâdişâh da'vet eyledi
Buyurun gidelim,” didiler.
Baba Kaygusuz :
"N'ola, da'vete icabet lâzım
Varalım padişahın mübârek cemalin görelim,
Yüz sürelim hâk-i pâyine... "
Vardılar
Yoldaşlarıyla padişahın
Sarayına vardılar,
İçeri girdiler.
Gördüler
Sultanı
Taht üzerinde oturur
Eğilip, saygı gösterip selâm verdiler.
Pâdişâh 'izzetle' ayağa kalkıp,
“Hoş geldinüz safâlar getirdiniz,
Kademler getirdiniz” deyip
Yer gösterdi.
Her biri geçtiler
Oturdular adabıyla.
Aşçılar getirdiler
Çorba ve yemekleri
Ve meydana, sofranın yanına koydular
Kırk adet sapı uzun kaşık…
Meğer ki
O vakit padişâhın sarâyında
Bilgin, sofu ve beğler
Mısır beğleri
Oradaydılar...
Kaygusuz ve yoldaşları dışındakiler
Kaşıkları görüb şaşırdılar.
Ellerine aldılar,
Yukarı başından tutup doldurdular,
Ağızlarına iletmek istediklerinde,
Gördülerki
Kaşıklar kulaklarına uzanıyor neredeyse.
Bir çare bulub yiyemediler.
Beğler, sofular, âlimler
İçemediler ya çorbayı
Yiyemediler ya yemeği
Kenara çekildiler,
Kalktılar sofradan
Ve Kaygusuz
Ve yoldaşları oturdular
Oturdular ki, ne oturma,
Kırk kişinin yirmisi sofranın bir yanına
Diğer yarısı sofranın öte yanına
Karşı tarafa…
Kaygusuz Baba hemen
Karşısında olan yoldaşına
Bal dolusu kaşık gibi
Sunuverdi.
Karşısında ki yoldaşı da,
Uzatıverdi Kaygusuz Baba'ya…
Ve ondan sonra,
Cümle yoldaşlar,
Birbirlerine kaşıklarla
Başladılar ikrama,
İçtiler çorbaları, yediler yemekleri;
Padişahla vezirler
Bakışıp kaldılar
Kaygusuz:
“Dünyayı cennet eylemek için
Paylaşmalı kardeşçesine işte böyle
Kurtulmalı insanoğlu benlikten
Kurtulmalı yönetenler kibirden
Ve
Halka uzatmalılar imkânları,
Yoksa,
Derseler “İllâ ben, ben de ben”
Dökülür sımsıcak çorba
Yanar üstleri başları, kulakları dahi
Ve döner cehenneme dünya,
Bu da ibret ola…”
Ziyafete döndü sofra
İçildi şeker – i şerbetler
Ve
En koyusundan bir sohbet başladı
Gök ile yer açtı kulağını
Tebessüm etti eşya…
*
Yâr sunduğun şerbeti
İçtim, haberin var mı?
Tırpan ile gurbeti
Biçtim, haberin var mı?
Susamıştım sevgiye,
Sensin bana hediye,
Çileyi kaymak diye
Seçtim, haberin var mı?
İki gözüm iki sel,
Yeter gayri durma gel!
Seni bulmadan evvel
Hiçtim, haberin var mı?
Buldum ya Kaygusuz’u
İbadettir uykusu...
Zaman köprü, bende su
Geçtim, haberin var mı?
Ceylan seni bulacak,
Bulup da kurtulacak...
Gönlümü köşe bucak
Açtım, haberin var mı?
Mustafa CEYLAN
***************
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA :
"Pâdişâh ve vezirler bu haberi işitdiler, ta’accüb itdiler. Birbirine bakub eyitdiler:
-Ol kişi ziyâde âkil vü ârifdür yâhûd gâyetle nâ-dân vü câhildür. Ânı imtihân itmek gerekdür. Bize ânun keyfiyyet-i hâli ma’lûm ola! Fi’l-vâki ol kişi bir âkil ü dânâ olursa, müşerref kılalum ve eğer câhil olursa, hakkından gelelüm. Ve anda hâzır olanlarun her biri bir dürlü kelâm söylediler. Vezir eyitdi :
-Sultân'um, biz ol kimesneyi şöyle imtihân iderüz ki, âna bir kimesne gönderesünüz. Ânı bundan da'vet ideler, gelüb cümle oturduklarında gerekdür ki, evvelühâ selâm evsatuhâ kelâm âhiruhâ tâ'âm (kelâm) muktezâsınca (ânlar) müsâfirlerdür. Gelüb evvel selâmı verdüklerinde (izzetle 'aleyk alub, ânlara yir gösterelüm. /Geçüb oturduklarında) çeşnegirler ta'amlar getürsünler. Ammâ kırk dâne kaşık yondursunlar herbirünün sapları üçer karışdan ziyâde ola ve her biri, ol kaşıklarun yukaru başından tutub tenâvül iderler.
Eger ânlar ol tâ'âmı yirler ise, şükrin dirler ise, 'âriflerdür. Ânlarun her biri 'âkil ü kâmillerdür, dahı ma'lûm olur.
Eğer ol kaşık ile yimezlerse, şöyle hayrân (u ser-girân) olub biribirine bakışub kalurlarsa, cümlesi cahillerdür. Şonra nice bilürsen öyle idesün.
Pes ol vezirun bu sözini ma'kûl görüb, Mısr pâdişâhı buyurdı (tiz) anları da'vet itmek içün adamlar gitdiler ve kırk dâne kaşık dahı tedârik itdiler. Fi'l-hâl hâzır (düzüldi) hâır oldı. Her bir kaşık sapı endâzeden uzunıdı. Ol dâ'vet itmege giden kimesneler geldiler. Kaygusuz Baba Sultân'ı buldılar, selâm virdiler:
-Sizi Pâdişâh da'vet eyledi buyurun gidelüm, didiler. Baba Kaygusuz eyitdi:
-N'ola, da'vete icâbet lâzımdur varalum ol padişahun mübârek cemâlün görelüm, hâk-i pâyine yüz sürelüm. Yanında olan yoldaşlarıyla pâdişâhun sarâyına vardılar, , içerü girdiler. Taht üzerinde oturur Sultânı gördiler. Kadd-ı hamîde kılub selâm verdiler. Pâdişâh bunları göricek 'izzetle' alayk alup, hoş geldinüz safâ geldinüz, kademler getirdinüz, diyüb makâm-ı 'alisinde' yir gösterdi. Her biri geçdiler âdâbıyla oturdılar.
Pâdişâh buyurdı, çeşne-girler Ta'âm getürdiler. Meydâna simât döşediler. Ol kırk dâne sapı uzun kaşıkları koydılar.
Meğer kim ol vakit pâdişâhun sarâyında ulemâ şulehâ vü 'i-bâd vü zühhâd,bunlardan ma'âda Mısr beglerinden nice begler dahı (hâzır olmuşlardı. Niceler dahı) bu ahvâle vâkıf olub, imtihân târikîyle tefferrüc itmek içün gelmişlerdi. Pes lâzım oldu ki, ol simât üzerine evvel 'ulemâ vü şulehâ varub emîr ü gedâ vü furkâra tenâvül ideler.
Ol kaşıkları görüb ta'accüb eylediler. Çün kim ellerine aldılar, yukaru başından tutup toldurdılar.
Ağızlarına iletmege kasd idicek, kulaklarına togrı giderdi. Bir çâre bulub yiyemediler. 'Ulemâ vü şülehâ vü ümerâ ol simât üzerinden kalkub, Baba Kaygusuz yoldaşlarıyla oturdılar. (Ol) kırk kişinün yigirmisi bir tarâfa ve yirmisi karşu tarafa, karşu biribirine mukâbil oturdılar.
Ol kaşukları ellerine aldılar, başından tutub doldurdılar.
Kaygusuz Baba hemân karşusında olan yoldaşlarına Balım tolusı gibi şunuvirdi. Ol daha elindeki kaşug Kaygusuz Baba'nun ağzına virdi. Ana gördiler. bâkî yoldaşlar dahı öyle itdiler. Bu nev'ile ol ta'âmı cümle yidiler. (Şükrün didiler.)
Pâdişahıla vezirler bakışub bunlarun (ârifligün) gördiler ve ba'dehü simât götürildi şekker şerbetleri içildi. Dahı söz açıldı. Pâdişah, Kaygusuz Baba'nun keyfiyyet-i hâlinden su'âl idüb"
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Hayat, ince uzun yoldur
Dost dost diye yürünür yol.
Gönül, boynu bükük daldır
Dost dost diye açılır gül.
Yârden bir haber gelince
Zaman kayayı delince
Senlik benlik silinince
Dost dost diye tutulur el.
Hayat oyun, bir serancam
Yarı gündüz, yarı akşam
Pencerede ağlarken cam
Dost dost diye kızarır tül.
Karanlığı ışık böler
Semah döner can türküler
Dere akar, deniz güler
Dost dost diye kavuşur sel.
Siyah beyaz hepsi kardeş
Gönül kırma otur, yerleş
Aşk çatıma düşer ateş
Dost dost diye esince yel.
*
Ve Kaygusuz risalesince kelam
Bu güzel kelama devam :
Şaşırıp kaldılar oracıkta
Pâdişâh ve vezirler
Birbirine bakıp bakıp
Konuştular :
-O kişi ya çok âkil ve ârifdir
Yâhûd
Gayet nâdân ve câhildir.
İmtihân etmek gerek onu.
Bir âkildâne olursa,
Müşerref kılalım, ağırlayalım;
Eğer câhil olursa, hakkından gelelim.
Orada hazır olanların her biri
Bir çeşit kelâm etti.
Vezir :
“Bir kişi görevlendirelim
Onu davet edelim
Konuğumuz olsunlar,
Selâm verip oturduklarında,
Aşçılar ta'amlar getirsin.
Ve yanında kişi sayısınca kaşık
Ancak,
Kaşıklar ki
Herbirinin sapları üçer karıştan büyük ola
Ve her biri,
O kaşıkların yukarı başından tutub
Yemeye mecbur kalalar.
Eger onlar
Kollarınca uzun saplı kaşıklarla
O yemeği yerler, o çorbayı içerler
Ve şükederlerse, âriflerdir, kâmillerdir,
Eğer yiyemezlerse,
Şöyle biribirine bakışıp kalırlar
Üstlerine başlarına dökerlerse,
Cümlesi cahillerdir.
Sonra Padişahım
Siz nice bilürseniz
Öyle idesüniz.”
O vezirin bu sözü
Kabul gördü meclite.
Padişah emir buyurdu
Ve
Davet etmek için onları,
Adamlar gitdiler
Ve kırk tane upuzun saplı kaşık
Tedârik de etdiler.
Gidenler,
Buldular Kaygusuz Baba Sultan'ı
Selâm verdiler:
“Sizi Pâdişâh da'vet eyledi
Buyurun gidelim,” didiler.
Baba Kaygusuz :
"N'ola, da'vete icabet lâzım
Varalım padişahın mübârek cemalin görelim,
Yüz sürelim hâk-i pâyine... "
Vardılar
Yoldaşlarıyla padişahın
Sarayına vardılar,
İçeri girdiler.
Gördüler
Sultanı
Taht üzerinde oturur
Eğilip, saygı gösterip selâm verdiler.
Pâdişâh 'izzetle' ayağa kalkıp,
“Hoş geldinüz safâlar getirdiniz,
Kademler getirdiniz” deyip
Yer gösterdi.
Her biri geçtiler
Oturdular adabıyla.
Aşçılar getirdiler
Çorba ve yemekleri
Ve meydana, sofranın yanına koydular
Kırk adet sapı uzun kaşık…
Meğer ki
O vakit padişâhın sarâyında
Bilgin, sofu ve beğler
Mısır beğleri
Oradaydılar...
Kaygusuz ve yoldaşları dışındakiler
Kaşıkları görüb şaşırdılar.
Ellerine aldılar,
Yukarı başından tutup doldurdular,
Ağızlarına iletmek istediklerinde,
Gördülerki
Kaşıklar kulaklarına uzanıyor neredeyse.
Bir çare bulub yiyemediler.
Beğler, sofular, âlimler
İçemediler ya çorbayı
Yiyemediler ya yemeği
Kenara çekildiler,
Kalktılar sofradan
Ve Kaygusuz
Ve yoldaşları oturdular
Oturdular ki, ne oturma,
Kırk kişinin yirmisi sofranın bir yanına
Diğer yarısı sofranın öte yanına
Karşı tarafa…
Kaygusuz Baba hemen
Karşısında olan yoldaşına
Bal dolusu kaşık gibi
Sunuverdi.
Karşısında ki yoldaşı da,
Uzatıverdi Kaygusuz Baba'ya…
Ve ondan sonra,
Cümle yoldaşlar,
Birbirlerine kaşıklarla
Başladılar ikrama,
İçtiler çorbaları, yediler yemekleri;
Padişahla vezirler
Bakışıp kaldılar
Kaygusuz:
“Dünyayı cennet eylemek için
Paylaşmalı kardeşçesine işte böyle
Kurtulmalı insanoğlu benlikten
Kurtulmalı yönetenler kibirden
Ve
Halka uzatmalılar imkânları,
Yoksa,
Derseler “İllâ ben, ben de ben”
Dökülür sımsıcak çorba
Yanar üstleri başları, kulakları dahi
Ve döner cehenneme dünya,
Bu da ibret ola…”
Ziyafete döndü sofra
İçildi şeker – i şerbetler
Ve
En koyusundan bir sohbet başladı
Gök ile yer açtı kulağını
Tebessüm etti eşya…
*
Yâr sunduğun şerbeti
İçtim, haberin var mı?
Tırpan ile gurbeti
Biçtim, haberin var mı?
Susamıştım sevgiye,
Sensin bana hediye,
Çileyi kaymak diye
Seçtim, haberin var mı?
İki gözüm iki sel,
Yeter gayri durma gel!
Seni bulmadan evvel
Hiçtim, haberin var mı?
Buldum ya Kaygusuz’u
İbadettir uykusu...
Zaman köprü, bende su
Geçtim, haberin var mı?
Ceylan seni bulacak,
Bulup da kurtulacak...
Gönlümü köşe bucak
Açtım, haberin var mı?