11/02/2015, 00:18
KAYGUSUZ RİSALESİ (4)
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA :
Mustafa CEYLAN
**************
"Meğer kim ol vakt (Mısır pâdişâhınun hâs kullarından bir Hâcib) Mısr’dan çıkub Bulâk nâm iskeleye togrı azm idüb gelürken yolda gördi kim, bir alay adam, turna katarı olmışlar ve her biri birer tayağı omuzlarına almışlar, cümlesi pâ-pürehne Kal’a-i Mısr’a azm idüb gelürler.
Ol hâcib bunları gördi. Cümlesinün hep birer gözlerine penbe bağlu. Ta’accüb ve teferrüc eyledi. Ol yolun kenârına turdı. Bunların cümlesi ânun öninde geçdiler. Hiç birisi ânun yüzüne bakmadılar ve her biri selâm virmediler. Hemân her biri kendi âleminde, geçüb gitdiler.
Tâ kim bunlarun cümlesinden sonra Baba Kaygusuz’ı gördiler. Bir merkebe binmiş ol dahı bir gözine penbe yapışdurmış, geldi selâm virdi. Ol Hâcib aleyk alub eyitdi:
-Lutf u ihsân eyle, sana bir su’âlim var. Bana cevâb vir, müşkilim halı eylegil. Baba Kaygusuz eyitdi:
-Buyur benüm oğlum müşkilün su’âl eyle aklumuz irerse sana cevâb virelüm. Ol Hâcib eyitdi:
-Ne diyârdan gelürsinüz. Baba Kaygusuz eyitdi:
-Teke Vilâyetinden, Abdal Musa Sultan âsitânesinden. Yine ol Hâcib eyitdi :
-Pes, malûm kırk nefer kimesne fi’l cümle sana tâbidür. Bu yol kenarında turdum, bunların cümlesi hep benüm önimden geçdi. Hiçbiri selâm virmedi, sebebi nedür? Baba Kaygusuz eyitdi :
-Bizüm mâ-beynimüzde bir kâ’ide vardur, âdetimûz budur ki, biz selâmı nevbet ile virürüz. Onların cümlesi hep nevbetlerini savdılar, nevbet bu gün benümdür. Ânınçün sana selâm virmediler, biz selâm virük. Yine ol Hâcib eyitdi :
-Bir müşkilüm dahı kaldı lutfeyle bana ânun dahı ma’nâsun beyân eyle. Kaygusuz Baba eyitdi:
-Nedür müşkilün? Söyle (işidelüm). Hâcib eyitdi:
-Bu denlü a’mâları kanda cem eyledün? Hep bir gözlerine penbe yapuşdurmışlar ve hem sen dahı bir gözine penbe koymışsun sebep nedür? (Hem) bu diyâra ne içün geldinüz? Kaygusuz Baba Sultan eyitdi:
-Bizüm bu diyâra gelmekten murâdımuz Hacc itmek ve (nasîb olursa)Ka’betu’llâh şerefehâul’lâh tarafına gitmek ve bu diyâr-ı Mısr ki Yusuf Peygamber tahtıdur, ziyâret idüb bir mikdâr teferrüc itmek niyet eyledük.
Gözlerimüze anınçün penbe koduk ki, zâhir gözimüz yumub, bâtın gözüni açmışuzdur. Cümle dünyânun meta’ından geçüb, ışk u muhabbet şerbetin dost elinden içmişüz. Çün kim ol Hâcib, bu haberlerün künhüne irdi Fi’l-hâl girü dönüb Mısr pâdişâhınun huzûruna geldi. Pâdişâh anı hizmete göndermiş idi.
-Ne tiz geldün? Diyu haber sordı. Ol Hâcib eyitdi:
-Sultân’um, bir kimesneye rast geldüm yanınca kırk nefer adamı var. Cümle hep birer gözlerine penbe bağlamışlar. Su’âl eyledüm Teke Vilâyetünden Abdal Musa Sultan dergâhından gelürüz, diyu cevab virdüler."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Vakitlerden tam o vakit
Mısır Padişahının has bir adamı
Bulak iskelesine geliyorken
Görüverdi
Turna katarı olmuş
Dizim dizim kırk neferi;
Başlarında hocaları
Omuzlarında dayançları
Mısır Kalesine doğru
Yürümekteler…
Gördü ya saray kapıcısı has adam
Gördü ya dervişleri
Cümlesinin pembe bağlı gözlerinde
Şaşırdı, düşündü, sorguladı
Hayret etti, bir anlam veremedi
Ve çekilip yol kenarına durdu.
Yüzüne bile bakmadan
Selâm bile vemeden
Kendi âlemlerince
Yürüyüp geçtiler
Kırk değişik adam
Kırk nefesle
Önünden adamın..
Nicesinden sonra
Çıka geldi Kaygusuz Baba
Onun da bağlıydı bir gözü
Durdu adamın önünde
Verdi selâmını..
“Aleyküm selâm” dedi adam
“Aleyküm selam!
Bir sualim var ey Baba sana?
Lutfet, merakımı gider olur mu?”
Dedi.
“Buyur oğlum, evlâdım, sor hele
Aklımız ererse verelim cevap”
Adam:
“Hangi diyârdan gelirsiniz?”
Cevap:
Anadolu’dan, Teke Vilâyetinden,
Abdal Musa Sultan dergâhından”.
Yine Adam :
“Madem ki
Bu kırk nefer insanın cümlesi
Tâbidir sana
Önümden geçip gittiler öylece
Selam vermediler bana
Sebebi nedir acaba ? “
Baba Kaygusuz :
“Bizim aramızda bir kural vardır,
Bir âdetimiz vardır ki,
Biz selâmı nöbet ile veririz.
Savdı nöbetlerini onların cümlesi
Benimdir nöbet bu gün,
O yüzden vermediler selâm sana,
Biz selâm verdik.”
Yine sordu o adam :
“Bir müşkülüm daha kaldı
Lutfeyle bana
Onun da, açıkla anlamını.”
Kaygusuz Baba :
“Nedir müşkülün?
Söyle işitelim.”
Adam :
“Bu kadar a’mâyı nerden topladın?
Hep bir gözlerine penbe yapıştırmışlar
Ve hem sen dahi
Penbe koymuşsun
Sebep nedir?
Niçin geldiniz bu diyara?”
Cevap :
“Bizüm bu diyâra gelmekten muradımız
Hacc itmek
Ve nasîb olursa
Ka’betu’llâh şerefehâul’lâh tarafına gitmek
Ve bu diyâr-ı Mısır ki
Yusuf Peygamber tahtıdır,
Ziyâret idip bir miktâr gezmeye niyetliyiz.
Gözlerimize şu sebeple penbe koduk ki,
Zâhir gözümüzü yumup,
Bâtın gözümüzü açmışız.
Geçip cümle dünyanın meta’ından
Aşk-ı muhabbet şerbetin
İçmişiz dost elinden…”
*
Göz
Gözden
Gözlerden
Gözlerken gözden göz göz
Göz içinde göz olup çıktık
Göz var okyanus kadar derin
Göz var baharlar kadar serin
Bin bebekte bin masum göz
Lekesiz, tertemiz, siz-biz
Gözümde göz iziniz
Yansımasında aynadır gözlerimiz
Dergâhın gözünde bulunmaz perde
Gözsüz de görür baş, gecede, seherde
İçimizin şehrine bir göz atalım şöyle
Var mıdır acep camı kırık pencere?
İçimin en içinde sonsuzluğun girdabı
Evlerde aynaların cümlesi kırık
Bir bebek beşiği kenar köşede
Bir suskun hıçkırık…
Pas tutmuş gözlük camım
Bu kaçıncı göz ölçüsü
Bozuk diyoptirisi
Merkezi kaçık kağnı yanlaması dünya
İç gözüm kendi aynasında
Sen kendini gördünya
Ohh ne alâ, ne alâ!!
Halâ gözün kör olsun e milerde baht
Halâ iki gözüm iki çeşmelerde gurbet
Ve halâ gözler ülkesi nedense
Bu canım memleket?
*
Adam,
Anladı,
Bildi, belledi,
Öğrendi her şeyi
Dönüp geldi huzuruna Mısır padişahının…
Padişah :
“Ne tez geldin?” Diye sordu.
Adam :
“Sultanım,
Bir kimseye rast geldim yanınca kırk nefer
Penbe bez bağlamışlar cümlesi gözlerine.
Sordum-sual eyledim, cevap verdiler
Teke Vilâyetinden
Abdal Musa Sultan dergâhından geliriz,” diye.
*
Bir kapıdan içeriye
Girmişim de haberim yok
Bin odayı bir kilide
Vermişim de haberim yok
Düşüp sonsuz deryalara
Daldım gülden deryalara
Yüreğimi bulvarlara
Sermişimde haberim yok
Bir ışıkta bin görünen
Çiçekten urba bürünen
Milyon parçaya bölünen
Bir’mişim de haberim yok
Ne ki Ceylan’ımın sözü?
Kan yaş ile dolmuş özü
Bir aynada on bin yüzü
Görmüşüm de haberim yok.
Dağ dayanmaz feryâdıma
Ceylan diyorlar adıma
En sonunda muradıma
Ermişim de haberim yok
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA :
Mustafa CEYLAN
**************
"Meğer kim ol vakt (Mısır pâdişâhınun hâs kullarından bir Hâcib) Mısr’dan çıkub Bulâk nâm iskeleye togrı azm idüb gelürken yolda gördi kim, bir alay adam, turna katarı olmışlar ve her biri birer tayağı omuzlarına almışlar, cümlesi pâ-pürehne Kal’a-i Mısr’a azm idüb gelürler.
Ol hâcib bunları gördi. Cümlesinün hep birer gözlerine penbe bağlu. Ta’accüb ve teferrüc eyledi. Ol yolun kenârına turdı. Bunların cümlesi ânun öninde geçdiler. Hiç birisi ânun yüzüne bakmadılar ve her biri selâm virmediler. Hemân her biri kendi âleminde, geçüb gitdiler.
Tâ kim bunlarun cümlesinden sonra Baba Kaygusuz’ı gördiler. Bir merkebe binmiş ol dahı bir gözine penbe yapışdurmış, geldi selâm virdi. Ol Hâcib aleyk alub eyitdi:
-Lutf u ihsân eyle, sana bir su’âlim var. Bana cevâb vir, müşkilim halı eylegil. Baba Kaygusuz eyitdi:
-Buyur benüm oğlum müşkilün su’âl eyle aklumuz irerse sana cevâb virelüm. Ol Hâcib eyitdi:
-Ne diyârdan gelürsinüz. Baba Kaygusuz eyitdi:
-Teke Vilâyetinden, Abdal Musa Sultan âsitânesinden. Yine ol Hâcib eyitdi :
-Pes, malûm kırk nefer kimesne fi’l cümle sana tâbidür. Bu yol kenarında turdum, bunların cümlesi hep benüm önimden geçdi. Hiçbiri selâm virmedi, sebebi nedür? Baba Kaygusuz eyitdi :
-Bizüm mâ-beynimüzde bir kâ’ide vardur, âdetimûz budur ki, biz selâmı nevbet ile virürüz. Onların cümlesi hep nevbetlerini savdılar, nevbet bu gün benümdür. Ânınçün sana selâm virmediler, biz selâm virük. Yine ol Hâcib eyitdi :
-Bir müşkilüm dahı kaldı lutfeyle bana ânun dahı ma’nâsun beyân eyle. Kaygusuz Baba eyitdi:
-Nedür müşkilün? Söyle (işidelüm). Hâcib eyitdi:
-Bu denlü a’mâları kanda cem eyledün? Hep bir gözlerine penbe yapuşdurmışlar ve hem sen dahı bir gözine penbe koymışsun sebep nedür? (Hem) bu diyâra ne içün geldinüz? Kaygusuz Baba Sultan eyitdi:
-Bizüm bu diyâra gelmekten murâdımuz Hacc itmek ve (nasîb olursa)Ka’betu’llâh şerefehâul’lâh tarafına gitmek ve bu diyâr-ı Mısr ki Yusuf Peygamber tahtıdur, ziyâret idüb bir mikdâr teferrüc itmek niyet eyledük.
Gözlerimüze anınçün penbe koduk ki, zâhir gözimüz yumub, bâtın gözüni açmışuzdur. Cümle dünyânun meta’ından geçüb, ışk u muhabbet şerbetin dost elinden içmişüz. Çün kim ol Hâcib, bu haberlerün künhüne irdi Fi’l-hâl girü dönüb Mısr pâdişâhınun huzûruna geldi. Pâdişâh anı hizmete göndermiş idi.
-Ne tiz geldün? Diyu haber sordı. Ol Hâcib eyitdi:
-Sultân’um, bir kimesneye rast geldüm yanınca kırk nefer adamı var. Cümle hep birer gözlerine penbe bağlamışlar. Su’âl eyledüm Teke Vilâyetünden Abdal Musa Sultan dergâhından gelürüz, diyu cevab virdüler."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Vakitlerden tam o vakit
Mısır Padişahının has bir adamı
Bulak iskelesine geliyorken
Görüverdi
Turna katarı olmuş
Dizim dizim kırk neferi;
Başlarında hocaları
Omuzlarında dayançları
Mısır Kalesine doğru
Yürümekteler…
Gördü ya saray kapıcısı has adam
Gördü ya dervişleri
Cümlesinin pembe bağlı gözlerinde
Şaşırdı, düşündü, sorguladı
Hayret etti, bir anlam veremedi
Ve çekilip yol kenarına durdu.
Yüzüne bile bakmadan
Selâm bile vemeden
Kendi âlemlerince
Yürüyüp geçtiler
Kırk değişik adam
Kırk nefesle
Önünden adamın..
Nicesinden sonra
Çıka geldi Kaygusuz Baba
Onun da bağlıydı bir gözü
Durdu adamın önünde
Verdi selâmını..
“Aleyküm selâm” dedi adam
“Aleyküm selam!
Bir sualim var ey Baba sana?
Lutfet, merakımı gider olur mu?”
Dedi.
“Buyur oğlum, evlâdım, sor hele
Aklımız ererse verelim cevap”
Adam:
“Hangi diyârdan gelirsiniz?”
Cevap:
Anadolu’dan, Teke Vilâyetinden,
Abdal Musa Sultan dergâhından”.
Yine Adam :
“Madem ki
Bu kırk nefer insanın cümlesi
Tâbidir sana
Önümden geçip gittiler öylece
Selam vermediler bana
Sebebi nedir acaba ? “
Baba Kaygusuz :
“Bizim aramızda bir kural vardır,
Bir âdetimiz vardır ki,
Biz selâmı nöbet ile veririz.
Savdı nöbetlerini onların cümlesi
Benimdir nöbet bu gün,
O yüzden vermediler selâm sana,
Biz selâm verdik.”
Yine sordu o adam :
“Bir müşkülüm daha kaldı
Lutfeyle bana
Onun da, açıkla anlamını.”
Kaygusuz Baba :
“Nedir müşkülün?
Söyle işitelim.”
Adam :
“Bu kadar a’mâyı nerden topladın?
Hep bir gözlerine penbe yapıştırmışlar
Ve hem sen dahi
Penbe koymuşsun
Sebep nedir?
Niçin geldiniz bu diyara?”
Cevap :
“Bizüm bu diyâra gelmekten muradımız
Hacc itmek
Ve nasîb olursa
Ka’betu’llâh şerefehâul’lâh tarafına gitmek
Ve bu diyâr-ı Mısır ki
Yusuf Peygamber tahtıdır,
Ziyâret idip bir miktâr gezmeye niyetliyiz.
Gözlerimize şu sebeple penbe koduk ki,
Zâhir gözümüzü yumup,
Bâtın gözümüzü açmışız.
Geçip cümle dünyanın meta’ından
Aşk-ı muhabbet şerbetin
İçmişiz dost elinden…”
*
Göz
Gözden
Gözlerden
Gözlerken gözden göz göz
Göz içinde göz olup çıktık
Göz var okyanus kadar derin
Göz var baharlar kadar serin
Bin bebekte bin masum göz
Lekesiz, tertemiz, siz-biz
Gözümde göz iziniz
Yansımasında aynadır gözlerimiz
Dergâhın gözünde bulunmaz perde
Gözsüz de görür baş, gecede, seherde
İçimizin şehrine bir göz atalım şöyle
Var mıdır acep camı kırık pencere?
İçimin en içinde sonsuzluğun girdabı
Evlerde aynaların cümlesi kırık
Bir bebek beşiği kenar köşede
Bir suskun hıçkırık…
Pas tutmuş gözlük camım
Bu kaçıncı göz ölçüsü
Bozuk diyoptirisi
Merkezi kaçık kağnı yanlaması dünya
İç gözüm kendi aynasında
Sen kendini gördünya
Ohh ne alâ, ne alâ!!
Halâ gözün kör olsun e milerde baht
Halâ iki gözüm iki çeşmelerde gurbet
Ve halâ gözler ülkesi nedense
Bu canım memleket?
*
Adam,
Anladı,
Bildi, belledi,
Öğrendi her şeyi
Dönüp geldi huzuruna Mısır padişahının…
Padişah :
“Ne tez geldin?” Diye sordu.
Adam :
“Sultanım,
Bir kimseye rast geldim yanınca kırk nefer
Penbe bez bağlamışlar cümlesi gözlerine.
Sordum-sual eyledim, cevap verdiler
Teke Vilâyetinden
Abdal Musa Sultan dergâhından geliriz,” diye.
*
Bir kapıdan içeriye
Girmişim de haberim yok
Bin odayı bir kilide
Vermişim de haberim yok
Düşüp sonsuz deryalara
Daldım gülden deryalara
Yüreğimi bulvarlara
Sermişimde haberim yok
Bir ışıkta bin görünen
Çiçekten urba bürünen
Milyon parçaya bölünen
Bir’mişim de haberim yok
Ne ki Ceylan’ımın sözü?
Kan yaş ile dolmuş özü
Bir aynada on bin yüzü
Görmüşüm de haberim yok.
Dağ dayanmaz feryâdıma
Ceylan diyorlar adıma
En sonunda muradıma
Ermişim de haberim yok