11/02/2015, 00:20
KAYGUSUZ RİSALESİ (2)
Mustafa CEYLAN
***************
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA
"Pes, ma’lûm ola ki, Abdal Musa Sultan’un hizmetinde halîfeler ve dervişler çok idi. Beş yüz nefer kimesne, ol âsitâne-i sa’âdete baş korlardı. Sabıkan yoldaş olanlar, nâdim olup, birbirine bakışub eyitdiler :
-“Bilmedük muvafakat kılmaduk yek-dil yek cihet olmadık cümle bir dilden söylemek gerek idi. Şimden sonra ne fâide, son pişmanlık fâide itmez(imiş guşşası fâide tâ olunca itmez imiş), didiler.
Sultan Kaygusuz’a hâyır-du’â gülbenk eyledi. Kaygusuz Sultan ve yanında olanlar, cümle tazarru vü niyâz idüb meskenet gösterdiler. Her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler.
Ol gice geçdi. Yarındası, yine kurbân idüb pişürdiler. Söviş püryan ve birkaç nân ile sofraya koyub, virdiler. Kaygusuz Sultan, Abdal Musa Hazretleri’nin elin öpüb, bâkî halifeler ve dervişleri vedâ idüb âsitâne kapusından taşra çıkdılar. (Yine) ol kavak ağacı dibine gelüb oturdılar. Ta’âm yidiler, şükrin didiler. Ellerün yudılar sohbete meşgûl oldılar. Kaygusuz Sultan baş kaldırub eyitdi :
-“Yârânlar, ne hôş çenâr ulu çenâr, didi. Ol tevâbîleri gibi cümleden yani bir dilden ötüb, eyitdiler :
-“Sultân’um, belî güzel çenârdur, didiler. Pes ol vakt Kaygusuz Baba dahı bildi ki, bu yoldaşları kendüye tâbidür. Cümlesin yek-dil, yek-cihet olup biribirine muvafakat kıldılar. Gönli hôş olub, eyitdi :
-“Bu çenârdan bize bir kimesne olsa, çıkub mive indürse ta’âm üstüne ânı tenâvül eylesek. İçlerinden biri hemân kalkub dâmeni der-miyân idüb, ol kavak ağacınun üzerine çıkub, iki ayağın basub, iki eliyle bir dalını muhkem tutub, silkiverdi. Fi’l-hâl, kudret-i Hudâ be-velâyet-i evliyâ zâhir olub ol kavak ağacından kırmızı kırmızı almalar döküldi. Nice ki, zikrolundı.
Ol ağacun dibinde bir azîm su akardı. Ol almalarun bir nicesi dahı ol suyun içine düşüp, yuvarlanub ol âsitâneye toğrı akub gitdi. Sultan, içerü vahdet-i hânesinde oturmuşıdı. Halîfelerine buyurdu kim
-“Bizüm Kaygusuz’un velâyet almaları suyıla akub gelür, tiz tutun, tenâvül idelüm. Halîfeler ve dervişler, erenlerün nutkın işidüb, her biri süratle taşra çıkdılar. Su içine bakdılar, gördüler kim, kırmızı kırmızı almalar su içinde yüzerler. Her biri, beşer-onar alma tutub Sultan’a getürdiler, tenâvül eylediler. Ol bahâr eyyâmı idi, mive faslı değil idi. Görüb işidenler ta’accüb itdiler."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Bir dergâh ki en az beş yüz insan
Bu dergâhta konaklamış, oturmuş
Gönül derler bir kitapdır apaçık
Her birisi bir dil ile okurmuş.
Güneş bile tutmuş ayın kolundan
Bu dergâhın eşiğine gelip durmuş
Yoldaş odur aynı yolun yolcusu
Yoldaş odur yük çeke, ola destek
Yoldaş odur kızgın demir üstünde su
Yoldaş odur yoldaşına olmaz köstek
Yoldaş odur çileleri bölüşe
Yoldaş odur kurban olur dost yüzünde gülüşe
Abdal Musa bendelerin cümlesi
Ölümüne birbiriyle yoldaştı…
Candı, dosttu, gardaştı…
Kırk nefer dikildi ya Kaygusuz’un yanına
Kırk yeni nefer
Neferlerin arasından…
Düşündü yoldan geri dönenler,
Düşündüler, düşündüler
Nâdim olup bakıştılar birbirine
Anladılar hatalarını,
Anladılar Kaygusuz’un
Çınar deyişini kavağa…
Çözdüler sırrın sırrını
Dediler :
-“Bilmedük muvafakat kılmaduk
Yek-dil yek cihet olmadık, olamadık
Oysa;
Cümle bir dilden söylemek gerek idi.
Of ki offf, aman aman!
Şimden sonra ne fayda?,
Son pişmanlık fayda etmez anladık.”
Bir bahçeye elma bahçesi denilse
Elma kokar, her ağacın her dalı
Üstteki dal ayva, ortadaki nar
Olur mu öyle çeşit çeşit meyvalar?
Bir elma ağacında, olur mu hiç?
Yol uzun,
Yoldakiler
Konuşmazsa
Aynı dili can balam
Biter mi o yol, biter mi hiç?
Bir sandık domates içinde
Bir çürük varsa şayet
Kokusu tüm sandığa yansımaz mı?
Bir ordu düşünün bir ordu,
Yarısı hedefe kilitlenmemişse
Zafer nasıl gelsin, nasıl?
Bana inanmış bir insan
Aynı dili konuşan, tek bir insan verin
İnanmamışlar ordusunu yeneyim…
Offf ki offf!
*
Yol yarıdan dönenler
Dönüp de oturanlar pişman
Bin çınar dalında düştüler
Kırk kere, kırk bin kere
Kaygusuz’a yeni yoldaş olanlar
Anladılar meseleyi eni – konu
Heyecanlandılar..
*
Etti duasını Pir
Çekti gülbenkini geceye inat
Bir ışık serinliği indi yüreklere
Sustu zaman, durdu saat, düştü takvim…
*
Geçdi o gece de
Erdi sabaha
Erdi kuş kanatlı sehere,
Yine bir kurbandı kesilen
Yine söviş ve püryan, dualı et ve sonra
Birkaç ekmek sofrada.
Öpüldü Sultan’ın eli
Canlar, karındaşlar, hâldaşlar
Yoldaşlar vedası, bayram sanki
Ve
Koyuldular yola
Kırk can yanyana
Önlerinde bizim Kaygusuz..
*
Yine aynı yer, yine aynı kavak
Yine ağacın dibinde oturdular.
Çözdüler çıkınlarını yediler yemeklerini
Şükredip ellerini yudular.
Kaygusuz Sultan baş kaldırıp dedi:
-“Yârânlar, ne hoş çınar ulu çınar.” dedi.
Yoldaşları, aynı cümleden, aynı dilden
Ses oldular bu sese…
-“Sultanım, evet, ne güzel çınardır”, dediler.
İşte o an anladı Kaygusuz
Bu yoldaşlara güvenilir
Bu yoldaşlarla bin hacca
Bin kez olsa gidilir…
-“Bir kişi olsa,
Bu çınardan bize
Çıkıp meyva indirse
Ta’âm üstüne yesek. “
İçlerinden biri hemen kalkıp
Eteklerini toplayıp
Kavak ağacının üzerine çıkıverdi;
İki ayağını basıp,
İki eliyle bir dalını sağlam tutup,
Silkiverdi.
Ve
O esnada
Kudret-i Hudâ
Evliyâya, ermişe, erene gözüken,
Kırmızı kırmızı elmalar döküldü,
O kavak ağacı dallarından
Kızıl elmalar…
Nice vakit, zikrolundu
Kızıl elma
Kızıl elma…
*
Dedi :
(K)ızıl bir güneşin tam ortasından
(I)şığın koparılıp demetlenmesidir
(Z)afer atlarının dolunaylardan
(I)tır seherlere kenetlenmesidir.
(L)âlenin zikreden dudaklarından
(E)n uzak sessizliğin hayretlenmesidir
(L)â mekân serçelerin kanatlarından
(M)emleket havasının gurbetlenmesidir
(A)yrılık saatinin kopan zembereğinin
……………………………Aşka şerbetlenmesidir.
*
Sordu:
(K)im demiş kim, Türk’e kim soru sormuş
K(I)yısız düşlerin dil sürçmesi midir?
Sa(Z)ının akordu bozulmuş bir heyetin
Y a r (I)nsız şimdiyi görüşmesi midir?
Masa(L) anlatıp duran şu koltuktakinin
Haddini bilmeden dil uzatıp Türklüğ(E)
Sürtüşmesi midir? Diyemem buna hela(L)
Bölücünün dilinden ben asla hiç anlama(M)
Görürüm hesabını, bırakmam ki yarın(A)
*
Dedi :
(K)ayadan, mermerden, taştan bir şehir
(I)ssız tarihlerin sinesinde duran zehir
(Z)ehri bal eyleyen erenlerin sesi gerek
(I)şıkların yönünü bıkmadan çevirerek
(L)isanını halkın ve Hakk’ın lisanı eylemeli
(E)l açıp gökyüzüne dertleri söylemeli
(L)imanların en muhkemi ufukdaki limandır
(M)edeniyet seni bekler, kaç asır, kaç zamandır
(A)ğam nerde, atam nerde, sen nerdesin ?
…………………………Sesime ses ver, bırak gelsin…
O ağacın dibinde bir ırmaktı, akardı.
Elmaların bir nicesi suyun içine düşüp,
Yuvarlana, yuvarlana
Pir dergâhına doğru
Akıp gitti, akıp gitti.
Oturmuştu Sultan vahdet-i hânesinde
Buyurdu talebelerine :
-“Bizüm Kaygusuz’un velâyet elmaları
O güzelim kızıl elmalar,
Akıp gelir su üstünde
Bize doğru, bize doğru
Varın tutun her elmayı
Tezelden, tezelden.
Hediyedir suyla gelir
En güzelden…”
İşittiler halîfeler, dervişler,
Erenler, talebeler cümlesi
Duydular ya pir sesini
Aldılar ya işaretini
Çıkıverdiler suya…
Gördüler ki
Kırmızı kırmızı
Kızıl gül güzelliğinde, su içinde
Yüzüp gelmekte
Kızıl elmalar Kaygusuzca…
Onca talebenin her biri
Her biri, beşer-onar elma tutup
Tutup götürdüler doğruca
Doğruca Pire, Sultana verdiler.
Verdiler ya, çiçekdeydi henüz mevsim,
Mevsimlerden meyve vakti değildi daha
Görüp işitenler
…………………….Şaşırdılar…
………………………..Şaşırıp kaldılar…
*
Gürüldeyen gök sesinde,
Yunusların heybesinde
Dedem Korkut adresinde
Kızıl elma kokusu var;
..............Oğul ey, sana derim sana hey!
..............Can gözünle iyi bak, unutma
..............Önünde yıldız olan her aya
..............Ve yürü ardına bakmaksızın
..............Kızıl elmaya,
..............Kızıl elmaya hey!
Güneşlerin doğuşunda
Yağmurların yağışında
Kardelenlerin kışında
Kızıl elma kokusu var;
...............Oğul ey, sana derim sana hey!
...............Bekleme oyunda oynaşta; yürü
...............Yürü ki kervanın yolda kalmaya
...............Ver yüreğini, bozkurtlamasına;
...............Ülkene, milletine, sevdana
...............Ve
...............Kızıl elmaya,
...............Kızıl elmaya hey!
Yağız atın yelesinde
Dergâhların çilesinde
Bir Kaygusuz nefesinde
Kızıl elma kokusu var;
................Oğul ey, sana derim sana hey!
................Ateşi, gülü ve suyu, tut avcunda
................Eşin, benzerin bulunmaz ki şu acunda
................Erit nefesinle demir dağları erit
................Uyar uyuyanları, yeniden dirilt
................Erdemle, ilimle, irfanla yürü
................Kızıl elmaya,
................Kızıl elmaya hey!
Mustafa CEYLAN
***************
KAYGUSUZ RİSALESİ DEVAMLA
"Pes, ma’lûm ola ki, Abdal Musa Sultan’un hizmetinde halîfeler ve dervişler çok idi. Beş yüz nefer kimesne, ol âsitâne-i sa’âdete baş korlardı. Sabıkan yoldaş olanlar, nâdim olup, birbirine bakışub eyitdiler :
-“Bilmedük muvafakat kılmaduk yek-dil yek cihet olmadık cümle bir dilden söylemek gerek idi. Şimden sonra ne fâide, son pişmanlık fâide itmez(imiş guşşası fâide tâ olunca itmez imiş), didiler.
Sultan Kaygusuz’a hâyır-du’â gülbenk eyledi. Kaygusuz Sultan ve yanında olanlar, cümle tazarru vü niyâz idüb meskenet gösterdiler. Her biri yerlü yerince geçüb karar itdiler.
Ol gice geçdi. Yarındası, yine kurbân idüb pişürdiler. Söviş püryan ve birkaç nân ile sofraya koyub, virdiler. Kaygusuz Sultan, Abdal Musa Hazretleri’nin elin öpüb, bâkî halifeler ve dervişleri vedâ idüb âsitâne kapusından taşra çıkdılar. (Yine) ol kavak ağacı dibine gelüb oturdılar. Ta’âm yidiler, şükrin didiler. Ellerün yudılar sohbete meşgûl oldılar. Kaygusuz Sultan baş kaldırub eyitdi :
-“Yârânlar, ne hôş çenâr ulu çenâr, didi. Ol tevâbîleri gibi cümleden yani bir dilden ötüb, eyitdiler :
-“Sultân’um, belî güzel çenârdur, didiler. Pes ol vakt Kaygusuz Baba dahı bildi ki, bu yoldaşları kendüye tâbidür. Cümlesin yek-dil, yek-cihet olup biribirine muvafakat kıldılar. Gönli hôş olub, eyitdi :
-“Bu çenârdan bize bir kimesne olsa, çıkub mive indürse ta’âm üstüne ânı tenâvül eylesek. İçlerinden biri hemân kalkub dâmeni der-miyân idüb, ol kavak ağacınun üzerine çıkub, iki ayağın basub, iki eliyle bir dalını muhkem tutub, silkiverdi. Fi’l-hâl, kudret-i Hudâ be-velâyet-i evliyâ zâhir olub ol kavak ağacından kırmızı kırmızı almalar döküldi. Nice ki, zikrolundı.
Ol ağacun dibinde bir azîm su akardı. Ol almalarun bir nicesi dahı ol suyun içine düşüp, yuvarlanub ol âsitâneye toğrı akub gitdi. Sultan, içerü vahdet-i hânesinde oturmuşıdı. Halîfelerine buyurdu kim
-“Bizüm Kaygusuz’un velâyet almaları suyıla akub gelür, tiz tutun, tenâvül idelüm. Halîfeler ve dervişler, erenlerün nutkın işidüb, her biri süratle taşra çıkdılar. Su içine bakdılar, gördüler kim, kırmızı kırmızı almalar su içinde yüzerler. Her biri, beşer-onar alma tutub Sultan’a getürdiler, tenâvül eylediler. Ol bahâr eyyâmı idi, mive faslı değil idi. Görüb işidenler ta’accüb itdiler."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Bir dergâh ki en az beş yüz insan
Bu dergâhta konaklamış, oturmuş
Gönül derler bir kitapdır apaçık
Her birisi bir dil ile okurmuş.
Güneş bile tutmuş ayın kolundan
Bu dergâhın eşiğine gelip durmuş
Yoldaş odur aynı yolun yolcusu
Yoldaş odur yük çeke, ola destek
Yoldaş odur kızgın demir üstünde su
Yoldaş odur yoldaşına olmaz köstek
Yoldaş odur çileleri bölüşe
Yoldaş odur kurban olur dost yüzünde gülüşe
Abdal Musa bendelerin cümlesi
Ölümüne birbiriyle yoldaştı…
Candı, dosttu, gardaştı…
Kırk nefer dikildi ya Kaygusuz’un yanına
Kırk yeni nefer
Neferlerin arasından…
Düşündü yoldan geri dönenler,
Düşündüler, düşündüler
Nâdim olup bakıştılar birbirine
Anladılar hatalarını,
Anladılar Kaygusuz’un
Çınar deyişini kavağa…
Çözdüler sırrın sırrını
Dediler :
-“Bilmedük muvafakat kılmaduk
Yek-dil yek cihet olmadık, olamadık
Oysa;
Cümle bir dilden söylemek gerek idi.
Of ki offf, aman aman!
Şimden sonra ne fayda?,
Son pişmanlık fayda etmez anladık.”
Bir bahçeye elma bahçesi denilse
Elma kokar, her ağacın her dalı
Üstteki dal ayva, ortadaki nar
Olur mu öyle çeşit çeşit meyvalar?
Bir elma ağacında, olur mu hiç?
Yol uzun,
Yoldakiler
Konuşmazsa
Aynı dili can balam
Biter mi o yol, biter mi hiç?
Bir sandık domates içinde
Bir çürük varsa şayet
Kokusu tüm sandığa yansımaz mı?
Bir ordu düşünün bir ordu,
Yarısı hedefe kilitlenmemişse
Zafer nasıl gelsin, nasıl?
Bana inanmış bir insan
Aynı dili konuşan, tek bir insan verin
İnanmamışlar ordusunu yeneyim…
Offf ki offf!
*
Yol yarıdan dönenler
Dönüp de oturanlar pişman
Bin çınar dalında düştüler
Kırk kere, kırk bin kere
Kaygusuz’a yeni yoldaş olanlar
Anladılar meseleyi eni – konu
Heyecanlandılar..
*
Etti duasını Pir
Çekti gülbenkini geceye inat
Bir ışık serinliği indi yüreklere
Sustu zaman, durdu saat, düştü takvim…
*
Geçdi o gece de
Erdi sabaha
Erdi kuş kanatlı sehere,
Yine bir kurbandı kesilen
Yine söviş ve püryan, dualı et ve sonra
Birkaç ekmek sofrada.
Öpüldü Sultan’ın eli
Canlar, karındaşlar, hâldaşlar
Yoldaşlar vedası, bayram sanki
Ve
Koyuldular yola
Kırk can yanyana
Önlerinde bizim Kaygusuz..
*
Yine aynı yer, yine aynı kavak
Yine ağacın dibinde oturdular.
Çözdüler çıkınlarını yediler yemeklerini
Şükredip ellerini yudular.
Kaygusuz Sultan baş kaldırıp dedi:
-“Yârânlar, ne hoş çınar ulu çınar.” dedi.
Yoldaşları, aynı cümleden, aynı dilden
Ses oldular bu sese…
-“Sultanım, evet, ne güzel çınardır”, dediler.
İşte o an anladı Kaygusuz
Bu yoldaşlara güvenilir
Bu yoldaşlarla bin hacca
Bin kez olsa gidilir…
-“Bir kişi olsa,
Bu çınardan bize
Çıkıp meyva indirse
Ta’âm üstüne yesek. “
İçlerinden biri hemen kalkıp
Eteklerini toplayıp
Kavak ağacının üzerine çıkıverdi;
İki ayağını basıp,
İki eliyle bir dalını sağlam tutup,
Silkiverdi.
Ve
O esnada
Kudret-i Hudâ
Evliyâya, ermişe, erene gözüken,
Kırmızı kırmızı elmalar döküldü,
O kavak ağacı dallarından
Kızıl elmalar…
Nice vakit, zikrolundu
Kızıl elma
Kızıl elma…
*
Dedi :
(K)ızıl bir güneşin tam ortasından
(I)şığın koparılıp demetlenmesidir
(Z)afer atlarının dolunaylardan
(I)tır seherlere kenetlenmesidir.
(L)âlenin zikreden dudaklarından
(E)n uzak sessizliğin hayretlenmesidir
(L)â mekân serçelerin kanatlarından
(M)emleket havasının gurbetlenmesidir
(A)yrılık saatinin kopan zembereğinin
……………………………Aşka şerbetlenmesidir.
*
Sordu:
(K)im demiş kim, Türk’e kim soru sormuş
K(I)yısız düşlerin dil sürçmesi midir?
Sa(Z)ının akordu bozulmuş bir heyetin
Y a r (I)nsız şimdiyi görüşmesi midir?
Masa(L) anlatıp duran şu koltuktakinin
Haddini bilmeden dil uzatıp Türklüğ(E)
Sürtüşmesi midir? Diyemem buna hela(L)
Bölücünün dilinden ben asla hiç anlama(M)
Görürüm hesabını, bırakmam ki yarın(A)
*
Dedi :
(K)ayadan, mermerden, taştan bir şehir
(I)ssız tarihlerin sinesinde duran zehir
(Z)ehri bal eyleyen erenlerin sesi gerek
(I)şıkların yönünü bıkmadan çevirerek
(L)isanını halkın ve Hakk’ın lisanı eylemeli
(E)l açıp gökyüzüne dertleri söylemeli
(L)imanların en muhkemi ufukdaki limandır
(M)edeniyet seni bekler, kaç asır, kaç zamandır
(A)ğam nerde, atam nerde, sen nerdesin ?
…………………………Sesime ses ver, bırak gelsin…
O ağacın dibinde bir ırmaktı, akardı.
Elmaların bir nicesi suyun içine düşüp,
Yuvarlana, yuvarlana
Pir dergâhına doğru
Akıp gitti, akıp gitti.
Oturmuştu Sultan vahdet-i hânesinde
Buyurdu talebelerine :
-“Bizüm Kaygusuz’un velâyet elmaları
O güzelim kızıl elmalar,
Akıp gelir su üstünde
Bize doğru, bize doğru
Varın tutun her elmayı
Tezelden, tezelden.
Hediyedir suyla gelir
En güzelden…”
İşittiler halîfeler, dervişler,
Erenler, talebeler cümlesi
Duydular ya pir sesini
Aldılar ya işaretini
Çıkıverdiler suya…
Gördüler ki
Kırmızı kırmızı
Kızıl gül güzelliğinde, su içinde
Yüzüp gelmekte
Kızıl elmalar Kaygusuzca…
Onca talebenin her biri
Her biri, beşer-onar elma tutup
Tutup götürdüler doğruca
Doğruca Pire, Sultana verdiler.
Verdiler ya, çiçekdeydi henüz mevsim,
Mevsimlerden meyve vakti değildi daha
Görüp işitenler
…………………….Şaşırdılar…
………………………..Şaşırıp kaldılar…
*
Gürüldeyen gök sesinde,
Yunusların heybesinde
Dedem Korkut adresinde
Kızıl elma kokusu var;
..............Oğul ey, sana derim sana hey!
..............Can gözünle iyi bak, unutma
..............Önünde yıldız olan her aya
..............Ve yürü ardına bakmaksızın
..............Kızıl elmaya,
..............Kızıl elmaya hey!
Güneşlerin doğuşunda
Yağmurların yağışında
Kardelenlerin kışında
Kızıl elma kokusu var;
...............Oğul ey, sana derim sana hey!
...............Bekleme oyunda oynaşta; yürü
...............Yürü ki kervanın yolda kalmaya
...............Ver yüreğini, bozkurtlamasına;
...............Ülkene, milletine, sevdana
...............Ve
...............Kızıl elmaya,
...............Kızıl elmaya hey!
Yağız atın yelesinde
Dergâhların çilesinde
Bir Kaygusuz nefesinde
Kızıl elma kokusu var;
................Oğul ey, sana derim sana hey!
................Ateşi, gülü ve suyu, tut avcunda
................Eşin, benzerin bulunmaz ki şu acunda
................Erit nefesinle demir dağları erit
................Uyar uyuyanları, yeniden dirilt
................Erdemle, ilimle, irfanla yürü
................Kızıl elmaya,
................Kızıl elmaya hey!