KAYGUSUZ RİSALESİ (1)
KAYGUSUZ ABDAL MENÂKIBNÂMESİ'NİN
TRANSKRİPSİYONLU VE GÜLCE'Lİ METİNLERİ
Bölüm: 1
Mustafa CEYLAN
*********************
RİSÂLE-İ KAYGUSUZ BABA,
SULTAN ABDAL MUSA, GAYBÎ BEĞ'İNE VARUB İRŞÂD OLDUKLARINA, EVÂ'İL-İ KİTÂB
KIZIL ELMA ÜLKÜSÜNÜN MİMARI
KAYGUSUZ ABDAL DESTANI
"Ba'dehu kendülerinun mesnevileri, ba'dehu gazeliyât-ı şerifleri ve tercî-i bendleri, ba'dehu kendülerinün seyr-i sülûk âleminde vâkı olan seyranları ve gayri hem asıl nüshadan ketb olundu. Hâl sahibi olan ve dervişân sahibi olan ve dervişân sıfatun aceleylen tahrir olundu. Günâne-i dil-gîr olmasunlar, kusûr olan mahalleri tashîh buyursunlar. Lâkin dervişândan gayri hâlsiz, zinhâr okımasun. Zirâ, âlem-i hakîkatdür, fehm idemezler. Galata düşerler , kendülere gadr-i küllî iderler."
*
Biz de deriz ki:
"Öncelikle, kaynağımız: Kaygusuz'un kendi yazdığı mesnevileri, gazelleri, terci-i bendleri ve diğer şiirleridir. Bu arada, hakikat iklimine koşularını anlatan asıl nüshadan (Abdurahman Güzel'in kütüphanesinde bulunan ve Türk Tarih Kurumu'nca 1999'da yayınlanan- KAYGUZU ABDAL-ALÂEDDİN GAYBÎ-MENÂKIBNÂMESİ adlı eserden) istifade ederek bu çalışma yapıldı.
Hâl ehli, dervişân gönüllü ve Kızıl Elma ülkülü, Anadolu'yu aydınlatan Antalyalı bir "gönüleri" olan Kaygusuz Abdal'ımızı, yeni çağın yeni Edebiyat Akımı Gülce'nin şiir türleri ile sunmaya çalıştık.
Zamanla koşu yaparcasına gayret ettiğimiz GÜLCE PROJELERİ kapsamında ki bu çalışmada noksanlıklar var ise, bu işi bilenler noksanlıklarımızı tamamlasınlar. Ama hem Gülceden ve hem de Anadolu sevdamızdan şikâyetçi olup; yolu sevgiden, barıştan, birlikten ve Türklük'ten geçmeyenler asla okumasınlar. Çünkü, bu çalışma onları rahatsız eder.
Çünkü, bu çalışmada sunulan Anadolu Erenini ve felsefesini anlayamadikları gibi, hataya düşerler, gerçeği ve onun arkasındaki sırrı anlayamazlar, kendilerini de bütünüyle yormuş olurlar."
-*-
"Ale't-tahkîk, kitâb-temam-kitâb, eğer su'âl vârid olursa abdal okusun. Vesâir dervişân okusunlar ve bunlardan gayri kimesneler okumasun. Zâhir ulemânın dini vesâir dervişanlarun dinleri bizim dinimizden gayrı mudur? Böylece su'âl olundukda hâşâ dîn birdür, hilâf vehm ider. Öyle değildür.
Bu kitâbı, ehl-i irfân menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak âsândur. Zirâ, Sultan Kaygusuz Baba "Kaddessa'llâhu sırrehü'l-azîz" Hazretleri'nün kendilerü menzil ü merâtib sâhibi olmuşdur.
Bu kerre kemâl-i merhâmetinden ehl-i tarîk olan kardaşlara kendülere in'âm olan menzîl-i bî-nihâyeden ifâde buyurmuşlar ki Hazret-i Allah'un kerem-i rahmetini ifâde idüb, bakın bana ne kerem oldı, sizler dahî sa'y idüb benim menzilime vâsıl olun diyü, yohsa gayri değildür. Zirâ, dahî ebcedi okuyub anlamadun pes... Ve ilimden söyleyenlerün ve hakâyıkdan bahs iden Sultanlarun cevabların nice fehm idersün? Mümkün değildür. Sonra galata düşüb, bütün inkâr idersün. "el-iyâzü bi'llâh" kâfir-i mutlak olursun. Kur'an-ı Azîmü'şşân(u'n manâsına nihayet yokdur. Sen henüz, sarf, nahiv, me'âniden haberdâr olmadan, kendü nâkıs aklınca manâ virürsün. Nice olursa bu tarîkatun dahi yolunu ve ıstılâhını bilmedün, velîyu'l-lâhun hâl kelâmını fehm idemez(sün)
Sakın bu sözlerime darılma!
Senün selâmetüni isterüm.
Eğer tâlib isen, Kaygusuz Sultan gibi, terk eyle dünyayı bir kâmil-i mükemmel, sâdıku'l-kavle meşâyıha teslîm ol, bak ne görürsün."
---------------------------------------------------------------------
Dipnot:
---------------------------------------------------------------------
(1)Eserin bu kısmı sadece MA nüshasında mevcuttur AG nüshasında yoktur.
Kısaltmalar:
AG(Abdurrahman Güzel,
MA(İstanbul, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Bölümü)
(2)MK,v.2b-3a.
---------------------------------------------------------------------
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ' nin bundan sonrasını, eserden aynen aktaracağız.
Ve sonra biz de bu aktarımları GÜLCE EDEBİYAT AKIMI Şiir türleri ile (manzum halde) sunmaya çalışacağız.
*
----------------------------------------------------------------------
“Ehl-i tarîk içinde ma'rûf-u meşhur "Dil-güşâ" sahibi Kaygusuz Baba Sultan (K.S)Alâiye sancağı beğinün oğlı idi. Adına GAYBÎ dirlerdi. Gayet âkil, ârif, âmil, âlim, kâmil ve tüvâne idi. 18 yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. (Her hâl üzerine cümlesün mülzem kılırdu.)Zirâ, ÇOK KİTÂBLAR OKUMIŞDI. (her)ulûmı, bi't-tamam bilürdi. Ve hem ziyâde pehlevânıdı. Zor bâzûya mâlik, at üzerinde silâh-şorlukda, ok atmakda ve kılınç çalmada ve gürz salmakda ve sunü oynatmakda hüner-mend idi. Bunun gibi işlerde O'nun nazîri yogıdı. Ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikâr iderdi: beber ve peleng ve kaplan(ve ahû eline)her ne geçirse ve gözi ne görse kurtulmazdı.
Günlerden bir gün, tevâbî'lerinden bir nice kimesneler ile şikâra çıkdılar. Vahş u tuyûrı şikâr iderken, Gaybî Beg-zâde ânı gördi. Bir âhû, anun önüne çıkageldi, çekdi. Toldurdı, ol âhûyı gözledi, küşâd virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol âhûya dokundı, koltugından geçdi. Hâyli darb urdı. Ol âhû, sıçrayub kaçdı. Gaybî Beğ anun ardına düşdi. Kan akardı... Gaybî Beğ, anun kaçduğına bakardı. Becid üzerine at sürdi peşteler, dağlar ve vâdiler geçüb, bir sahrâya indi.
Meğer kim, ol zamânda velâyet erenlerinden bir kimesne varıdı. Adına Seyyid Abdal Musa Sultan dirlerdi. Bir'âlî âstâne bünyâd eylemişdi. Anun hizmetinde nice kimesneler mürid ü muhib olup kalmışlarıdı. Çok dervişleri varıdı. Her biri ayende ve revendeye hizmet iderlerdi. Ol âhû kim (Gaybî Beğ kogup gelirdi). Gaybî Beğ turub, âsitâne kapusından içerü girdiğin gördi. (Fi'l-hâl)der-akeb, ol dahı kapudan içerü girdi. Ol âhû görünmez oldı.
Dervişler ânı görüb, karşu geldiler. Gaybî Beğ'ün atını tutub:
-"Buyurun, ziyârete geldünüz ise, aşağı inün", didiler.
Gaybî Beğ eyitdi:
-"Benüm bunda bir oklanmış şikârum geldi ve ben ânı okıla urmışam, ol benüm şikârumdır nice oldı? Anı bana virün", didi.
Dervişler eyitdiler:
-"Burada böyle bir âhû gelmedi ve biz görmedk", didiler.
Beğ-zâde eyitdi:
-"Hiç dervişler yalan söyler mi? Niçün inkâr idersinüz, ben ol âhûyı kendi gözümle gördüm bunda gelüb içerü girdigin", didi. Anlar ta'accüb itdiler.
-"Bizim haberimiz yok, bilmezüz" didiler. Beğ-zâde melûl u perişân oldı.
Bir zaman şöyle kaldı, fikre taldı.
-"Aceb bu âhû nice oldu?" Didi :
-"Bunlardan gayri kimünle söyleşirsüz? (Galabalarından işidüb, vahdedhânesinden Abdal Musa Sultan çağırıb eyitdi) :
-"(Dervişler kiminle)söyleşirsünüz?
Eyitdiler:
-"Sultanum, Alâiye Sancağı Beği oğlı Gaybî Beğ bunda geldi, atıla bizden şikâr taleb ider", didiler.
Sultan eyitdi :
-"Ânı okuyun, katuma geldin, ben âna cevâb vireyüm" didi.
Ol dervişler eyitdiler:
-"Sizi okurlar, erenler gelsün deyü buyurup" didiler. Hem ziyâret idün hem bir şâfî cevap alu, didiler. Gaybî Beğ dahı Sultanun hişâbın işidüb fi'l-hâl atından aşağı inüb eyitdi:
-"N'ola varalum ol mübârek cemâlini görelüm, ellerini öpüb, hâk-i pâyına yüzümüzi sürelüm" didi. İçeri meydana girdi, bakdı Sultanı gördi. Kadd-i hamîde kılub, selâm virdi. Dahı ilerü ikdâm idüb şeref-i dest-pûs eyledi. Yüz yire koyup ayakları türâbına yüzin sürdi, turdı. Andan girü çekilüb mukabelesinde el kavuşturub turdı. Seyydi Sultan Abdal Musa Hazretleri izzetle anun selâmın aldı.
-"Hoş geldünüz oğlum, safâ geldünüz, kadem getürdünüz, gönlün dilegün nedir?Söyle işidelüm, bilelüm" didi. Gaybi Beğ, keyfiyyet-i hâli ifade eyledi vaki'a'yı oldugı gibi şerh eyledi. Sultan eyitdi :
-“Ol âhû senün neden şikârın oldu?”
Gaybi Beğ eyitdi:
-“Sultânum, ben ânı okıla urmışam dahı üzerine at sürüb hayli kovmışam, çok menzil aldı yoruldı güç ile bunda geldi Sutanum” didi.
Sultan eyitdi:
-“Ol okı görünce bilür misin?”didi. Gayb Beğ’ de “Bilirem” didi.
Abdal Musa Sultan eyitdi:
-“Bak imdi, gör okunı”, didi. Kendü mübârek kolını yukaru kaldurdı, koltuğundan gösterdi. Gaybî Beğ bakub gördi ol atduğı ok, Sultan Abdal Musa’nun koltuğunda sancamış turur. Ol âhû suretinde gezerken (urdıgı)ol imiş ki, Beğ-zâde okıla urmış. Anı göricek, nâdim olub bir zaman kendüden gitdi, şöyle bî-hod oldı. Bir zamandan sonra kendüye geldi. Özr diledi. Tekrâr Sultanun elini öpüb, ayağına baş kodı. Tazarr’u vü niyâz eyledi. Sultan ol okı çıkarub öninde kodı ve buyurdu kim:
-“Dergâh-ı lutf u ihsân, ehl-i i’tizâza hemîşe meftûhdur. Ve günahına mu’terif olan daima müşâb u memduhdur. Biz geçdük(senin)suçundan, bir dahı böyle etmeyesün” didi. “Her gördüğün câna ok atmayasun”didi.
Beğ-zâde eyitdi:
-“Sultanum, bu bendenüzi hizmetünize lâyık görüb oğulluğa kabûl eylen, alâ kudreti’t-tâka hizmetünizi idelüm didi. “
*
”Sen bir ceylan olsan, ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni”
................................................Aşık Veysel
Dinleyin ağalar, dinleyin beyler
Eritir zamanı bu halkın gücü.
Özlem duyuyorsa kahramanına
Diriltir mezardan bu halkın gücü.
Dilsize söyletir, gösterir köre
Aminle, duayla dertlere çare
İsterse indirir doruktan yere
Çürütür tahtları bu halkın gücü.
Haydutlar kayadır, gelinler ırmak
Suları ortadan ayırır parmak
Kâh Dicle-Fırat’tır, kâh Kızılırmak
Arıtır çağları bu halkın gücü.
Arıtır da nazlı yârim, taa kudretten arıtır
Gönül imbiğinden geçer gider seneler
……Geyikli Baba, Tavus Hatun ya da Eyüp Sultan’ı
……Sarıkızı, Sarı Saltuk veya Merkez efendiyi
……Efsunkâr zamanın aralığından
……Efsâne efsâne getirir bize
……Çoğaltır umut umut bu halkın gücü.
Olmazı oldurur, yakar ateşi
Çevirir gülşene kızgın güneşi
İsterse on eder yedi kardeşi
Kurutur neslini bu halkın gücü
Bağlar çaputunu bağlar türbeye
Hızırı uğratır şehire, köye
Girer destanlara, girer öyküye
Yürütür orduyu bu halkın gücü.
……Yürütür de can gülüm, ta kudretten yürütür
……Gönül sultanıyla geçer gider mevsimler
……Mevlâna, Yunus ve de Pir Sultan’ı
……Bardaklı Baba, Sarıca Kız ve Emir Sultan’ı
……Devr-i devranın tam ortasından
……Öylesine şahane getirir bize
……Sağaltır hikmet hikmet bu halkın gücü
Hoca Nasrettin’le düşün düşün gül,
Karagöz, Hacivat başında püskül
Kül atar haksıza ocağından kül
Sırıtır yüzüne bu halkın gücü
Seması, semahı, halayı, sazı
Çilekeş anası, gül yüzlü kızı
Karanlık gecenin iri yıldızı
Kırıtır, salınır bu halkın gücü
Evliyâsı, enbiyâsı, ereni
Kaz Dağında, Kop Dağında cereni
Seğmeni, efesi, dadaş, yâreni
Farıtır birliği bu halkın gücü
……Farıtır da ay balam, taa kudretten farıtır
……Gönül dergâhından geçer gider takvimler
……Battal Gazi, Hüdai sonra Şeyh Galip’i
……Zincir Bozan Mehmet Bey’i, sonra da Abdal Musa’yı
……Akreple yelkovanın dünyasından
……Bir Yivli Minare, bir tekke, bir kubbe getirir bize
……Kısaltır ayrılıkları, anlatır dil olup dilime,
……Anlatır ay kızım, can oğulum işitin hele:
Karamanoğulları devrinde,
Beyler beyi Alanya Beyi'nin
Gaybi adında bir oğlu vardır.
…..Sığmaz ele avuca,
……..İşi gücü
……….Geçit vermez dağlarda
…………At koşturup
……………Cirit ata bir oğul…
…………….Geyik avı peşinde
……………….Zirvelerde yata bir oğul…
…………………Yüreği sadağında
…………………..Sevdasını okuyla
……………………Susmayıp anlata oğul…
Bey oğludur, Toroslarda nam salan
Şu dağ senin, bu dağ benim dolaşan
……..Günlerden bir gün
……….. Bir alageyiğe rastlamış.
…………..Arkasından yıldırım hızı ile at sürmüş,
…………….Ancak yakalayamıyacağını anlamış
………………..Anlamış anlamasına
…………………..Başlamış Veyselce söylenmeye:
“Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni
Kurulma sevdiğim güzelim deyin
Bağlanma karayı alları geyin
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Seslesem elimde tuz ile seni
Koyun olsan otlatırdım yaylada
Tellerini yoldurmazdım hoyrada
Balık olsan takla dönsen deryada
Düşürsem toruma bez ile seni
Veysel der ismini koymam dilimden
Ayrı düştüm vatanımdan ilimden
Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
Eğer görsem idi göz ile seni"
……………Dedikten sonra, evet sonra;
………………Yayını germiş,
…………………Okunu fırlatmış…
Ok
Bulur
Hedefi
Fakat o ne?
Yıkılmaz geyik
Hem de tam aksine
Koltuğunun altında
Bey oğlunun oku ile
Akar kanı, koşmaya başlar
Geyik önde yiğit arkasında
Aşarlar dere, tepe, düzlük, ova
Bir geçite gelirler ki, soluklanır Beyoğlu
Ve gene seslenir Veyselce:
….Bu dağlar avcumun içidir benim
….Arar da bulurum iz ile seni
….Düşmüşüm peşine asla vaz geçmem
….Bu yorgun, bu sakat diz ile seni
……..Alanya dağları dar gelende oy
……...Dim Çayı, Alara, har gelende oy
……...Gümüş saplı okum zor gelende oy
……...Tanırım ağlayan yüz ile seni
*
Efsane bu ya;
Ta Alanya Dağları'ndan
Elmalı yöresine geçerler…
………….Elmalı Ovası'nı
……………Bir uçtan bir uca geçen
…………….Yaralı alageyik
………………Sonunda,
………………..Bugünkü Tekke Köyü'nde bulunan
…………………Abdal Musa Dergâhı kapısında
…………………..Kaybolur gider.
Beyoğlu
Kan ter içinde
Dayanır dergâhın kapısına…
Birkaç derviş onu karşılayarak,
………….Ne istediğini sorarlar.
Anlatır Beyoğlu olup biteni
Anlatır bir iyice nefes nefese.
“Derviş baba, bir yaralı cerenim var burada
Saklamayın, yol gösterin, bana gelsin naz ile
Nice yollar, nice beller aşa aşa gelmişiz
Kapınızdan içeriye giriverdi hız ile
Beyoğluyum Alanya’dır meskenimiz yurdumuz
Doğru söylen, aldatmayın, ey Hak diyen öz ile”
Dervişler:
- Biz, böyle bir Alageyik görmedik, derler.
Israr eder Beyoğlu,
………….Bağırır,
…………....Çağırır
Büyüdükçe büyür çekişme…
Hayırdır diyerek
……Dergâhın kapısına
………….Nur yüzlü yaşlı bir şeyhtir
……………..Abdal Musa çıkar gelir
…………………Sorar:"Gürültüyü kim
……………………Eder düşünmeden? "
Anlatırlar.
Ve
Bir tebessüm, bin ışık yağmuru
Yağmurudur yağar bakışlarından
Bakışlarından açar nar çiçekleri,
Çiçekleriyle portakal ve limon kokusu sarar çevreyi
Çevreyi can kırmızısında elma
Elma yeşilinde aşk ve gizem doldurur
Doldurur da doldurur…
Açar, aralar Abdal Musa cübbesinin önünü,
Koltuğunun altına saplanmış oku göstererek:
- Oğul, atttığın ok bu mudur? der.
………..Tanır Bey oğlu oku görür görmez, tanır…
Birazcık da utanır.
- Evet bu.. Benim okum.
Onu, sapındaki gümüş halkasından tanıyorum.
Böyle der
Ama, kendinden de geçer…
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ DEVAMLA:
“Sultan Eyitdi:
-“Oğlum, bu erenler yoluna mutlak mücerredlük gerekdür. Sonunı saymayub sonra peşîmân olmakdan tek turmak yegdür. Zirâ kim, bu yol ince bir sarp yoldur. Ve bu yolun derd ü belâ vü mihnet ü cefâsı boldur. Ve b u tarika giren kişi kâdir oldugı derece elden gelen işi men’itmeye halkdan kendüye her ne cefâ gelürse sabr eyleye cânib-i Hâk’dan ne belâ nâzil olursa, kendüye ganîmet bile feryâd (u figân)kılmaya incinüb melûl olmaya. Hakk Ta’âlâ Hazreteri’ nin her işinde bir hikmet vardur. Kahr u lutfına mazhar düşmüş, meselâ dünya vü ahret, cehennem ve cennet gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ve şâdî, ağlamak ve gülmek, tağ ve sahrâ, yokış ve iniş, hep birbirine mukabildür. Bunı fehm eyleyen safî dil’dür. Hâlâ senün pederün bir sancak begi, hadem ve haşem sâhibidür. Ol sana bu riyâzeti çekmeğe rızâ vermez, var, imdü pederünden icâzet al, andan bizüm katumuza gel ve hem gönline danış ki sonra peşîmân olmayasın…
Beğ-zâde eyitdi:
-“Sultanum, benüm pederüm sizsiz bunda kalduğuma râzı olmazsanız, ben bundan gayri yire gitmezem ve bu âsitâneyi terk itmezem. Gelmek var gitmek ve dönmek yok”, didi. Pes öyle olsa, Sultan buyurdu bir halifesine:
-“Gaybî Beğ’ün başın tıraş idün. Gaybî Beğ’ün başını tıraş itdiler. Erkân üzre tâc u hırka geydürdiler ve tekbirlerile ve pend ü nasihatıla ana kisvet geydirüb, beline kemer bağladılar. Ol âsitâne-i saadetde erenler nazarında yir gösterüb bir post döşediler. Gaybî Beğ, ol post üzerine çıkub, iki diz üzerine edebiyle oturdı. Fahr libâsını kabûl idüb dünyadan el götürdi cümleden fariğ olup, Hakk’a tevekkül kıldı.”
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Bin asır tutar bazı uykular
Yâr koynunda uyumak meselâ
Anlatılmaz, anlatılamaz.
Bir yavrunun ana kucağında
Misler gibi düş kurmasını düşünün hele
Misli bulunur mu?
Bulunmaz!
Ya musalla taşında, yâre gidiş kapısında
Kısa bir uykuya ne dersiniz?
Veya gözleri görmeyen bir insanın
Uyuması nasıldır, aklınıza geldi mi hiç?
Ham demirin alevden ocaklar önünde
Tükenişi ve teslim oluşunun uykusudur
Beyoğlu Gaybî’ nin kendinden geçişi.
Varın siz tahayyül edin….
Dedi :
-“Bir
Daha
Etmeye
Böyle zulüm
Ve atmayasın
Her canlıya oku !
Her can azizdir oğul,
Unutma ki sen de cansın
Candan cana ok atılır mı?”
Cevapladı:
-“Öperim elini, ayağını Sultanım,
Özür dilerim,
Hiç böyle düşünmemiştim.
Avdır diye bizim oralardan
Kovalaya kovalaya
Gelmiştim.”
Dedi:
-“İnsan odur, her canlıyı bir tuta
İnsan odur, öldürmeye yaşata
İnsan odur, dost, kardeş, bacı, ata
A Bey oğlu, sen seni bil sen seni
Gücün varsa öldür de gel nefsini.
İnsan odur, incitmeye gönülü
İnsan odur, gönüllere dost gülü
İnsan odur, eli, beli, dili
Sağlam tuta; bil ey Gaybî sen seni
Gücün varsa öldür de gel nefsini.”
“Ve
Feth
Zafer
Bir âhûyu
Yaralamak hiç değil
Gönüllere girmektir,
Olmaktır kimsesizin kimsesi
Olmaktır, kurtulmaktır hamlıktan Bey oğul!
Utandı,
Sıkıldı,
Pişman oldu Beyoğlu
Gök çöktü üstüne
Yer yarılıp da gireydi içine
Düşmeyeydi bu hale keşke…
Ve ekledi :
-“Sultanım, kabul eyleyin oğlunuz olayım
Hizmetinizde olayım bir ömür,
Kurtarın hamlıktan, pişirin, oldurun beni”
Sultan :
-“Beyoğlusun, zordur bu yola girmek
Ve
Çok yorucudur yolda ilerlemek
Çile, sabır gerek.
Düşersin, şaşarsın, yorulursun ay oğul,
Pişman olursun sonra,
Sarp ince, mihnet, dert, cefa yoludur bu
Terk etmektir süslü kaftanları,
Soyunmaktır benlik gömleğinden
Terki bile terk etmektir Bey Oğul,
Belâyı ganimet bilmek senin işin değil,
Kahrı da, lutfû da hoş görmek, bu başka bir iş
Var git yoluna can oğul !
Sonra,
Bir yanda süslü Dünya
Öte yanda Cennet-Cehennemli ahret
Bir yanda gece, gündüz; kış, yaz
Öte yanda gam ve neşe, gülmek ve ağlamak
Yokuş ve iniş,
Birbirine mukabildir hep
Ve arasında insan oğlu…
Var git yoluna var git oğul…
Sonra,
Sancak beği pederin
Razı gelmez bu olaya
Koyuvermez saltanattan çileye oğlunu
En iyisi sen
İzin al da öyle gel kapımıza,
Danış, düşün, karar ver de öyle gel katımıza
Pişman olmayasın a oğul.”
Durdu bey oğlu
Durdu zaman
Durdu güneş, ay, yıldızlar
Yaralı ceylandan farksız şimdi
Kımıldayası değil, kapaklanmış eşiğe
Göz ağlar, gönül ağlar,
Ceylanımda öz ağlar hey anam heyy!...
Der :
-“Pederim sizsiniz Sultanım,
Bundan gayri gitmezem hiçbir yere
Ayrılmazam bu eşikten, terk etmezem.
Gelmek var, gitmek yok;
Ölmek var dönmek yok Sultanım…”
Seslendi :
“Tiz
Gaybî
Beğimin
Tıraş edile başı
Giydirile erkan üzre
Tac ü hırka
Ve bağlana beline kemeri…”
Terkeylemek tacı, tahtı, kaftanı
Posta iki diz üzre, edeble oturmak
Ve giymek urbayı, hırkayı
Takınmak kemeri
El çekmek varlıktan,
Yoklukta erimek yok olmak
“Hiç” olmak kısaca,
Ve gönülevinin duvarına
Usta elinden besmeleyle çıkıp
Sevinçten ağlayan bir kerpiç olmak
Ah ne güzel, oh ne güzeldir ey Rabb’im…
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ DEVAMLA:
"GAYBÎ BEĞ'İN BABASININ ABDAL MUSA'YI ŞİKÂYET ETMESİ İLE TEKE BEĞİ'NİN HAKK'A YÜRÜMESİNE DAİR..."
"Beyzâdenin yanında bulunan refâkatçılar, ahûnun arkasından yalnız başına giden Gaybî Beğ'i kaybetmişlerdi. Dağları, ovaları, sahraları tamamıyla aradıkları hâlde onu bulamamışlardı. Nihâyet hizmetkârlardan biri kan izini tâkıben asitâne-i saâdete geldi. Kapıdan içeri bakdı. Gördü ki, Beyzâde buradadır. Hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi. Gaybî Beğ'in arkadaşları asitâneye geldiler. Onunla konuştular. O' nun âsitânede kalmakta ısrar etmesi üzerine Alâiye'ye geri döndüler. Alâiye Sancağı Beği'ne oğullarının bir derviş olup Abdal Musâ asitânesinde kaldığını haber verdiler. Alâiye Sancağı Beği'de oğlunun Abdal Musâ Tekkesi'nden kurtarılması için Teke Beği'ne baş vurdu.
Teke Beği'de Alâiye Sancağı Beği'nin ricâsı üzerine Gaybî'yi Abdal Musâ Tekkesi'nden kurtarmak ister. Ona kendi bahadırlarından Kılagılı İsâ' yı gönderir. Kılagılı İsâ, Gaybî Beğ'i getirmek üzere yola çıkar. Abdal Musâ Tekkesi'ne varır. Durumu anlatır, fakat sert çıkması üzerine Abdal Musâ tarafından gösterilen kerâmetle Kılagılı İsâ, atından inmek isterken ayağı atın üzengisine takılarak atın ürkmesi neticesinde vücudu paramparça olarak Teke iline geri döner.
Bunun üzerine Teke Beğ'i de askerlerini alıp Abdal Musâ üzerine yürür. Bu durum Abdal Musâ' ya daha önceden mâlum olur ve dört-beş yüz müridi ile beraber, semâ ede ede Teke Beği'ne doğru yürümeye başlar. Bu esnâda Teke Beği' de bir ateş yaktırmış ki içinde Abdal Musâ ve müridlerini yakmak istiyordu. Fakat Abdal Musâ ve müridleri bu ateşin içine semâ ederek yürüdüler ve ateşi tamamen söndürdüler. Bu durumu gören Teke Beği'nin askerleri tamamen dağıldı, Teke Beği'nin kendisi de düşüp öldü."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Aradılar, aradılar
Dergâhın çevresini
Döne döne aradılar.
Bir ahûnun peşin sıra
Kayıp olan Bey oğlunu
Yana yana aradılar.
Dağları, ovaları, sahraları
Bıkmadan, usanmadan
Çepe çevre aradılar.
Yok işte yok Beyoğlu'muz
Yer yarıldı girdi sanki içine
Alageyik kurban olam n'ettin söyle beyimi?
Kan yaş ile doldurdun bak, ağlayan gözlerimi
Yer yarıldı, dağ mı çöktü koşarken peşin sıra?
Bir koç yiğit gitmedi ya Arabistan, Mısır'a
Ahanda şu kan izindir bu yol boyu akmış bak
Ala geyik inad etme, Beğim nerde? Çabucak
Söyle de bilelim;
Yandım aman, ben yanayım dağlar oy!
Toros yeli acı eser karaları bağlar oy !
Alageyik kurban olam n'ettin söyle beyimi?
Nasıl aldın bir çırpıda göğsümden yüreğimi?
Hani nerde, nere gitti, kartal bakışlı yiğit?
O yiğit ki çelik bilek, el değil bize ait...
Bir ok ile geçer idi oynaşan rüzgârları
Yola çıksa eritirdi koca koca dağları
Nasıl ettin, neler ettin?
Söyle de bilelim;
Yandım aman, ben yanayım dağlar oy!
Yol gösterir belki bize dua dua beğler oy!
Ve nihayet
Ve sonun başında,
Ve başın en sonunda
Kan izi, ayak iziyle ışıldarken zamanda
Dalıverdi dergâhın çift kanatlı kapısından içeri
Bir başkası...
Baktı şaşırdı,
Şaşırdı ovaladı gözlerini
İnanamadı,
Bir kere daha,
Bir kere daha baktı.
Çıktı nefes nefese dışarı
..........."Beyoğlu buradadır, içerdedir
...............Traş olmuş, bağdaş kurmuş,
..................El pençe divan durmuş amanın da oy!"
Koştular bir soluk,
Bir soluk ki güvercin nefesi
Bir soluk ki at terlemesi
Yorgun ve meraklı...
Söyleştiler,
Sordular,
Nedenini
Bir iyice anlamaya çalışıp
Bekleştiler.
Hattâ en yakın arkadaşı
Hattâ sırdaşları bir olup
Deştiler zamanı
Ama çaresiz kaldılar, oysa
Kardeştiler...
Yerinden bile kımıldamadı Beyoğlu
Sedirin en serin ve gölgeli kısmında
Sessiz sakin karanfil uykusundaydı
Yusuftu ve düşmüştü baş aşağı
LeyLa'nın kuyusundaydı,
Duvarlardan ses geldi,
Beyoğlundan :
................ "Hayır, gelmem!"
Döndüler sonunda Alanya’ya,
Döndüler ya nasıl dönüş bu
Per perişan, elemli...
Anlattılar bir iyice
Olanı, biteni Beyoğlu'nun Babasına...
Fal taşıdır açıldı gözleri
Koca Alanya Beği'nin...
Bir anlam veremez,
...."Efsunlamışlar yiğidimi, belli !"
.......Der ve vurur ayaklarını yere,
..........Çalar fesini mindere:
............."Kahretsin!"
Alâiye Sancağı Beği
Kurtarmak için Yiğit oğlunu
Baş vurdu Teke Beği'ne...
Beğin Beğe ricasıdır kırılmaz
Ve nedeni bile sorulmaz elbette.
Bahadırlarından Kılagılı İsâ' yı
Gönderir Abdal Musa üstüne
Kılagılı İsâ Beğ
Varır tekkeye anlatır durumu
Bir de gözdağı vermek için
Sert çıkışır vesselâm...
Olan oldu o anda
İnmek isterken atından
Ayağı üzengiye
Takılır oyyy...
Ve ürker at,
Koşar oradan oraya
Sürüklenir, yaralanır, şaşırır
Kılağılı İsa Beğ
Ve döner Teke iline
Durumu öğrenir Teke Beği
Toplar askerlerini
Ve yürür Abdal Musa üstüne
Yürür yürümesine lâkin
Bu durum malum olur Abdal Musa'ya
Ve dört-beş yüz müridi ile
Semâ ede ede Teke Beği'ne doğru
Yürümeye başlar koca Eren oy anam!
Teke Beği' de yakar bir ateş
Alevleri göğe çıkar,
Yakmaktır maksadı
Piri ve talebelerini...
Hey ki heyyy...
Vay civanım vayyy...
Alev nedir, ateş nedir Ermiş'e ?
Semâ ede ede
Yürüdüler al ateşin içine
Ve yanmadılar
Pir ve talebeleri...
Gördü ya Teke Beği
O esnada düşüverdi atından
Ve
Oracıkta can verdi işte...
KAYGUSUZ ABDAL MENÂKIBNÂMESİ'NİN
TRANSKRİPSİYONLU VE GÜLCE'Lİ METİNLERİ
Bölüm: 1
Mustafa CEYLAN
*********************
RİSÂLE-İ KAYGUSUZ BABA,
SULTAN ABDAL MUSA, GAYBÎ BEĞ'İNE VARUB İRŞÂD OLDUKLARINA, EVÂ'İL-İ KİTÂB
KIZIL ELMA ÜLKÜSÜNÜN MİMARI
KAYGUSUZ ABDAL DESTANI
"Ba'dehu kendülerinun mesnevileri, ba'dehu gazeliyât-ı şerifleri ve tercî-i bendleri, ba'dehu kendülerinün seyr-i sülûk âleminde vâkı olan seyranları ve gayri hem asıl nüshadan ketb olundu. Hâl sahibi olan ve dervişân sahibi olan ve dervişân sıfatun aceleylen tahrir olundu. Günâne-i dil-gîr olmasunlar, kusûr olan mahalleri tashîh buyursunlar. Lâkin dervişândan gayri hâlsiz, zinhâr okımasun. Zirâ, âlem-i hakîkatdür, fehm idemezler. Galata düşerler , kendülere gadr-i küllî iderler."
*
Biz de deriz ki:
"Öncelikle, kaynağımız: Kaygusuz'un kendi yazdığı mesnevileri, gazelleri, terci-i bendleri ve diğer şiirleridir. Bu arada, hakikat iklimine koşularını anlatan asıl nüshadan (Abdurahman Güzel'in kütüphanesinde bulunan ve Türk Tarih Kurumu'nca 1999'da yayınlanan- KAYGUZU ABDAL-ALÂEDDİN GAYBÎ-MENÂKIBNÂMESİ adlı eserden) istifade ederek bu çalışma yapıldı.
Hâl ehli, dervişân gönüllü ve Kızıl Elma ülkülü, Anadolu'yu aydınlatan Antalyalı bir "gönüleri" olan Kaygusuz Abdal'ımızı, yeni çağın yeni Edebiyat Akımı Gülce'nin şiir türleri ile sunmaya çalıştık.
Zamanla koşu yaparcasına gayret ettiğimiz GÜLCE PROJELERİ kapsamında ki bu çalışmada noksanlıklar var ise, bu işi bilenler noksanlıklarımızı tamamlasınlar. Ama hem Gülceden ve hem de Anadolu sevdamızdan şikâyetçi olup; yolu sevgiden, barıştan, birlikten ve Türklük'ten geçmeyenler asla okumasınlar. Çünkü, bu çalışma onları rahatsız eder.
Çünkü, bu çalışmada sunulan Anadolu Erenini ve felsefesini anlayamadikları gibi, hataya düşerler, gerçeği ve onun arkasındaki sırrı anlayamazlar, kendilerini de bütünüyle yormuş olurlar."
-*-
"Ale't-tahkîk, kitâb-temam-kitâb, eğer su'âl vârid olursa abdal okusun. Vesâir dervişân okusunlar ve bunlardan gayri kimesneler okumasun. Zâhir ulemânın dini vesâir dervişanlarun dinleri bizim dinimizden gayrı mudur? Böylece su'âl olundukda hâşâ dîn birdür, hilâf vehm ider. Öyle değildür.
Bu kitâbı, ehl-i irfân menzilinde olan, kardaşlar içün anlamak âsândur. Zirâ, Sultan Kaygusuz Baba "Kaddessa'llâhu sırrehü'l-azîz" Hazretleri'nün kendilerü menzil ü merâtib sâhibi olmuşdur.
Bu kerre kemâl-i merhâmetinden ehl-i tarîk olan kardaşlara kendülere in'âm olan menzîl-i bî-nihâyeden ifâde buyurmuşlar ki Hazret-i Allah'un kerem-i rahmetini ifâde idüb, bakın bana ne kerem oldı, sizler dahî sa'y idüb benim menzilime vâsıl olun diyü, yohsa gayri değildür. Zirâ, dahî ebcedi okuyub anlamadun pes... Ve ilimden söyleyenlerün ve hakâyıkdan bahs iden Sultanlarun cevabların nice fehm idersün? Mümkün değildür. Sonra galata düşüb, bütün inkâr idersün. "el-iyâzü bi'llâh" kâfir-i mutlak olursun. Kur'an-ı Azîmü'şşân(u'n manâsına nihayet yokdur. Sen henüz, sarf, nahiv, me'âniden haberdâr olmadan, kendü nâkıs aklınca manâ virürsün. Nice olursa bu tarîkatun dahi yolunu ve ıstılâhını bilmedün, velîyu'l-lâhun hâl kelâmını fehm idemez(sün)
Sakın bu sözlerime darılma!
Senün selâmetüni isterüm.
Eğer tâlib isen, Kaygusuz Sultan gibi, terk eyle dünyayı bir kâmil-i mükemmel, sâdıku'l-kavle meşâyıha teslîm ol, bak ne görürsün."
---------------------------------------------------------------------
Dipnot:
---------------------------------------------------------------------
(1)Eserin bu kısmı sadece MA nüshasında mevcuttur AG nüshasında yoktur.
Kısaltmalar:
AG(Abdurrahman Güzel,
MA(İstanbul, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Bölümü)
(2)MK,v.2b-3a.
---------------------------------------------------------------------
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ' nin bundan sonrasını, eserden aynen aktaracağız.
Ve sonra biz de bu aktarımları GÜLCE EDEBİYAT AKIMI Şiir türleri ile (manzum halde) sunmaya çalışacağız.
*
----------------------------------------------------------------------
“Ehl-i tarîk içinde ma'rûf-u meşhur "Dil-güşâ" sahibi Kaygusuz Baba Sultan (K.S)Alâiye sancağı beğinün oğlı idi. Adına GAYBÎ dirlerdi. Gayet âkil, ârif, âmil, âlim, kâmil ve tüvâne idi. 18 yaşında anunla kimse mukabele turub, bahs idemezlerdi. (Her hâl üzerine cümlesün mülzem kılırdu.)Zirâ, ÇOK KİTÂBLAR OKUMIŞDI. (her)ulûmı, bi't-tamam bilürdi. Ve hem ziyâde pehlevânıdı. Zor bâzûya mâlik, at üzerinde silâh-şorlukda, ok atmakda ve kılınç çalmada ve gürz salmakda ve sunü oynatmakda hüner-mend idi. Bunun gibi işlerde O'nun nazîri yogıdı. Ve her daim, kendü kullarıyla çevre etrafında olan tagları şikâr iderdi: beber ve peleng ve kaplan(ve ahû eline)her ne geçirse ve gözi ne görse kurtulmazdı.
Günlerden bir gün, tevâbî'lerinden bir nice kimesneler ile şikâra çıkdılar. Vahş u tuyûrı şikâr iderken, Gaybî Beg-zâde ânı gördi. Bir âhû, anun önüne çıkageldi, çekdi. Toldurdı, ol âhûyı gözledi, küşâd virdi, ol ok kirişden çıkdı, ol âhûya dokundı, koltugından geçdi. Hâyli darb urdı. Ol âhû, sıçrayub kaçdı. Gaybî Beğ anun ardına düşdi. Kan akardı... Gaybî Beğ, anun kaçduğına bakardı. Becid üzerine at sürdi peşteler, dağlar ve vâdiler geçüb, bir sahrâya indi.
Meğer kim, ol zamânda velâyet erenlerinden bir kimesne varıdı. Adına Seyyid Abdal Musa Sultan dirlerdi. Bir'âlî âstâne bünyâd eylemişdi. Anun hizmetinde nice kimesneler mürid ü muhib olup kalmışlarıdı. Çok dervişleri varıdı. Her biri ayende ve revendeye hizmet iderlerdi. Ol âhû kim (Gaybî Beğ kogup gelirdi). Gaybî Beğ turub, âsitâne kapusından içerü girdiğin gördi. (Fi'l-hâl)der-akeb, ol dahı kapudan içerü girdi. Ol âhû görünmez oldı.
Dervişler ânı görüb, karşu geldiler. Gaybî Beğ'ün atını tutub:
-"Buyurun, ziyârete geldünüz ise, aşağı inün", didiler.
Gaybî Beğ eyitdi:
-"Benüm bunda bir oklanmış şikârum geldi ve ben ânı okıla urmışam, ol benüm şikârumdır nice oldı? Anı bana virün", didi.
Dervişler eyitdiler:
-"Burada böyle bir âhû gelmedi ve biz görmedk", didiler.
Beğ-zâde eyitdi:
-"Hiç dervişler yalan söyler mi? Niçün inkâr idersinüz, ben ol âhûyı kendi gözümle gördüm bunda gelüb içerü girdigin", didi. Anlar ta'accüb itdiler.
-"Bizim haberimiz yok, bilmezüz" didiler. Beğ-zâde melûl u perişân oldı.
Bir zaman şöyle kaldı, fikre taldı.
-"Aceb bu âhû nice oldu?" Didi :
-"Bunlardan gayri kimünle söyleşirsüz? (Galabalarından işidüb, vahdedhânesinden Abdal Musa Sultan çağırıb eyitdi) :
-"(Dervişler kiminle)söyleşirsünüz?
Eyitdiler:
-"Sultanum, Alâiye Sancağı Beği oğlı Gaybî Beğ bunda geldi, atıla bizden şikâr taleb ider", didiler.
Sultan eyitdi :
-"Ânı okuyun, katuma geldin, ben âna cevâb vireyüm" didi.
Ol dervişler eyitdiler:
-"Sizi okurlar, erenler gelsün deyü buyurup" didiler. Hem ziyâret idün hem bir şâfî cevap alu, didiler. Gaybî Beğ dahı Sultanun hişâbın işidüb fi'l-hâl atından aşağı inüb eyitdi:
-"N'ola varalum ol mübârek cemâlini görelüm, ellerini öpüb, hâk-i pâyına yüzümüzi sürelüm" didi. İçeri meydana girdi, bakdı Sultanı gördi. Kadd-i hamîde kılub, selâm virdi. Dahı ilerü ikdâm idüb şeref-i dest-pûs eyledi. Yüz yire koyup ayakları türâbına yüzin sürdi, turdı. Andan girü çekilüb mukabelesinde el kavuşturub turdı. Seyydi Sultan Abdal Musa Hazretleri izzetle anun selâmın aldı.
-"Hoş geldünüz oğlum, safâ geldünüz, kadem getürdünüz, gönlün dilegün nedir?Söyle işidelüm, bilelüm" didi. Gaybi Beğ, keyfiyyet-i hâli ifade eyledi vaki'a'yı oldugı gibi şerh eyledi. Sultan eyitdi :
-“Ol âhû senün neden şikârın oldu?”
Gaybi Beğ eyitdi:
-“Sultânum, ben ânı okıla urmışam dahı üzerine at sürüb hayli kovmışam, çok menzil aldı yoruldı güç ile bunda geldi Sutanum” didi.
Sultan eyitdi:
-“Ol okı görünce bilür misin?”didi. Gayb Beğ’ de “Bilirem” didi.
Abdal Musa Sultan eyitdi:
-“Bak imdi, gör okunı”, didi. Kendü mübârek kolını yukaru kaldurdı, koltuğundan gösterdi. Gaybî Beğ bakub gördi ol atduğı ok, Sultan Abdal Musa’nun koltuğunda sancamış turur. Ol âhû suretinde gezerken (urdıgı)ol imiş ki, Beğ-zâde okıla urmış. Anı göricek, nâdim olub bir zaman kendüden gitdi, şöyle bî-hod oldı. Bir zamandan sonra kendüye geldi. Özr diledi. Tekrâr Sultanun elini öpüb, ayağına baş kodı. Tazarr’u vü niyâz eyledi. Sultan ol okı çıkarub öninde kodı ve buyurdu kim:
-“Dergâh-ı lutf u ihsân, ehl-i i’tizâza hemîşe meftûhdur. Ve günahına mu’terif olan daima müşâb u memduhdur. Biz geçdük(senin)suçundan, bir dahı böyle etmeyesün” didi. “Her gördüğün câna ok atmayasun”didi.
Beğ-zâde eyitdi:
-“Sultanum, bu bendenüzi hizmetünize lâyık görüb oğulluğa kabûl eylen, alâ kudreti’t-tâka hizmetünizi idelüm didi. “
*
”Sen bir ceylan olsan, ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni”
................................................Aşık Veysel
Dinleyin ağalar, dinleyin beyler
Eritir zamanı bu halkın gücü.
Özlem duyuyorsa kahramanına
Diriltir mezardan bu halkın gücü.
Dilsize söyletir, gösterir köre
Aminle, duayla dertlere çare
İsterse indirir doruktan yere
Çürütür tahtları bu halkın gücü.
Haydutlar kayadır, gelinler ırmak
Suları ortadan ayırır parmak
Kâh Dicle-Fırat’tır, kâh Kızılırmak
Arıtır çağları bu halkın gücü.
Arıtır da nazlı yârim, taa kudretten arıtır
Gönül imbiğinden geçer gider seneler
……Geyikli Baba, Tavus Hatun ya da Eyüp Sultan’ı
……Sarıkızı, Sarı Saltuk veya Merkez efendiyi
……Efsunkâr zamanın aralığından
……Efsâne efsâne getirir bize
……Çoğaltır umut umut bu halkın gücü.
Olmazı oldurur, yakar ateşi
Çevirir gülşene kızgın güneşi
İsterse on eder yedi kardeşi
Kurutur neslini bu halkın gücü
Bağlar çaputunu bağlar türbeye
Hızırı uğratır şehire, köye
Girer destanlara, girer öyküye
Yürütür orduyu bu halkın gücü.
……Yürütür de can gülüm, ta kudretten yürütür
……Gönül sultanıyla geçer gider mevsimler
……Mevlâna, Yunus ve de Pir Sultan’ı
……Bardaklı Baba, Sarıca Kız ve Emir Sultan’ı
……Devr-i devranın tam ortasından
……Öylesine şahane getirir bize
……Sağaltır hikmet hikmet bu halkın gücü
Hoca Nasrettin’le düşün düşün gül,
Karagöz, Hacivat başında püskül
Kül atar haksıza ocağından kül
Sırıtır yüzüne bu halkın gücü
Seması, semahı, halayı, sazı
Çilekeş anası, gül yüzlü kızı
Karanlık gecenin iri yıldızı
Kırıtır, salınır bu halkın gücü
Evliyâsı, enbiyâsı, ereni
Kaz Dağında, Kop Dağında cereni
Seğmeni, efesi, dadaş, yâreni
Farıtır birliği bu halkın gücü
……Farıtır da ay balam, taa kudretten farıtır
……Gönül dergâhından geçer gider takvimler
……Battal Gazi, Hüdai sonra Şeyh Galip’i
……Zincir Bozan Mehmet Bey’i, sonra da Abdal Musa’yı
……Akreple yelkovanın dünyasından
……Bir Yivli Minare, bir tekke, bir kubbe getirir bize
……Kısaltır ayrılıkları, anlatır dil olup dilime,
……Anlatır ay kızım, can oğulum işitin hele:
Karamanoğulları devrinde,
Beyler beyi Alanya Beyi'nin
Gaybi adında bir oğlu vardır.
…..Sığmaz ele avuca,
……..İşi gücü
……….Geçit vermez dağlarda
…………At koşturup
……………Cirit ata bir oğul…
…………….Geyik avı peşinde
……………….Zirvelerde yata bir oğul…
…………………Yüreği sadağında
…………………..Sevdasını okuyla
……………………Susmayıp anlata oğul…
Bey oğludur, Toroslarda nam salan
Şu dağ senin, bu dağ benim dolaşan
……..Günlerden bir gün
……….. Bir alageyiğe rastlamış.
…………..Arkasından yıldırım hızı ile at sürmüş,
…………….Ancak yakalayamıyacağını anlamış
………………..Anlamış anlamasına
…………………..Başlamış Veyselce söylenmeye:
“Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni
Kurulma sevdiğim güzelim deyin
Bağlanma karayı alları geyin
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Seslesem elimde tuz ile seni
Koyun olsan otlatırdım yaylada
Tellerini yoldurmazdım hoyrada
Balık olsan takla dönsen deryada
Düşürsem toruma bez ile seni
Veysel der ismini koymam dilimden
Ayrı düştüm vatanımdan ilimden
Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
Eğer görsem idi göz ile seni"
……………Dedikten sonra, evet sonra;
………………Yayını germiş,
…………………Okunu fırlatmış…
Ok
Bulur
Hedefi
Fakat o ne?
Yıkılmaz geyik
Hem de tam aksine
Koltuğunun altında
Bey oğlunun oku ile
Akar kanı, koşmaya başlar
Geyik önde yiğit arkasında
Aşarlar dere, tepe, düzlük, ova
Bir geçite gelirler ki, soluklanır Beyoğlu
Ve gene seslenir Veyselce:
….Bu dağlar avcumun içidir benim
….Arar da bulurum iz ile seni
….Düşmüşüm peşine asla vaz geçmem
….Bu yorgun, bu sakat diz ile seni
……..Alanya dağları dar gelende oy
……...Dim Çayı, Alara, har gelende oy
……...Gümüş saplı okum zor gelende oy
……...Tanırım ağlayan yüz ile seni
*
Efsane bu ya;
Ta Alanya Dağları'ndan
Elmalı yöresine geçerler…
………….Elmalı Ovası'nı
……………Bir uçtan bir uca geçen
…………….Yaralı alageyik
………………Sonunda,
………………..Bugünkü Tekke Köyü'nde bulunan
…………………Abdal Musa Dergâhı kapısında
…………………..Kaybolur gider.
Beyoğlu
Kan ter içinde
Dayanır dergâhın kapısına…
Birkaç derviş onu karşılayarak,
………….Ne istediğini sorarlar.
Anlatır Beyoğlu olup biteni
Anlatır bir iyice nefes nefese.
“Derviş baba, bir yaralı cerenim var burada
Saklamayın, yol gösterin, bana gelsin naz ile
Nice yollar, nice beller aşa aşa gelmişiz
Kapınızdan içeriye giriverdi hız ile
Beyoğluyum Alanya’dır meskenimiz yurdumuz
Doğru söylen, aldatmayın, ey Hak diyen öz ile”
Dervişler:
- Biz, böyle bir Alageyik görmedik, derler.
Israr eder Beyoğlu,
………….Bağırır,
…………....Çağırır
Büyüdükçe büyür çekişme…
Hayırdır diyerek
……Dergâhın kapısına
………….Nur yüzlü yaşlı bir şeyhtir
……………..Abdal Musa çıkar gelir
…………………Sorar:"Gürültüyü kim
……………………Eder düşünmeden? "
Anlatırlar.
Ve
Bir tebessüm, bin ışık yağmuru
Yağmurudur yağar bakışlarından
Bakışlarından açar nar çiçekleri,
Çiçekleriyle portakal ve limon kokusu sarar çevreyi
Çevreyi can kırmızısında elma
Elma yeşilinde aşk ve gizem doldurur
Doldurur da doldurur…
Açar, aralar Abdal Musa cübbesinin önünü,
Koltuğunun altına saplanmış oku göstererek:
- Oğul, atttığın ok bu mudur? der.
………..Tanır Bey oğlu oku görür görmez, tanır…
Birazcık da utanır.
- Evet bu.. Benim okum.
Onu, sapındaki gümüş halkasından tanıyorum.
Böyle der
Ama, kendinden de geçer…
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ DEVAMLA:
“Sultan Eyitdi:
-“Oğlum, bu erenler yoluna mutlak mücerredlük gerekdür. Sonunı saymayub sonra peşîmân olmakdan tek turmak yegdür. Zirâ kim, bu yol ince bir sarp yoldur. Ve bu yolun derd ü belâ vü mihnet ü cefâsı boldur. Ve b u tarika giren kişi kâdir oldugı derece elden gelen işi men’itmeye halkdan kendüye her ne cefâ gelürse sabr eyleye cânib-i Hâk’dan ne belâ nâzil olursa, kendüye ganîmet bile feryâd (u figân)kılmaya incinüb melûl olmaya. Hakk Ta’âlâ Hazreteri’ nin her işinde bir hikmet vardur. Kahr u lutfına mazhar düşmüş, meselâ dünya vü ahret, cehennem ve cennet gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ve şâdî, ağlamak ve gülmek, tağ ve sahrâ, yokış ve iniş, hep birbirine mukabildür. Bunı fehm eyleyen safî dil’dür. Hâlâ senün pederün bir sancak begi, hadem ve haşem sâhibidür. Ol sana bu riyâzeti çekmeğe rızâ vermez, var, imdü pederünden icâzet al, andan bizüm katumuza gel ve hem gönline danış ki sonra peşîmân olmayasın…
Beğ-zâde eyitdi:
-“Sultanum, benüm pederüm sizsiz bunda kalduğuma râzı olmazsanız, ben bundan gayri yire gitmezem ve bu âsitâneyi terk itmezem. Gelmek var gitmek ve dönmek yok”, didi. Pes öyle olsa, Sultan buyurdu bir halifesine:
-“Gaybî Beğ’ün başın tıraş idün. Gaybî Beğ’ün başını tıraş itdiler. Erkân üzre tâc u hırka geydürdiler ve tekbirlerile ve pend ü nasihatıla ana kisvet geydirüb, beline kemer bağladılar. Ol âsitâne-i saadetde erenler nazarında yir gösterüb bir post döşediler. Gaybî Beğ, ol post üzerine çıkub, iki diz üzerine edebiyle oturdı. Fahr libâsını kabûl idüb dünyadan el götürdi cümleden fariğ olup, Hakk’a tevekkül kıldı.”
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Bin asır tutar bazı uykular
Yâr koynunda uyumak meselâ
Anlatılmaz, anlatılamaz.
Bir yavrunun ana kucağında
Misler gibi düş kurmasını düşünün hele
Misli bulunur mu?
Bulunmaz!
Ya musalla taşında, yâre gidiş kapısında
Kısa bir uykuya ne dersiniz?
Veya gözleri görmeyen bir insanın
Uyuması nasıldır, aklınıza geldi mi hiç?
Ham demirin alevden ocaklar önünde
Tükenişi ve teslim oluşunun uykusudur
Beyoğlu Gaybî’ nin kendinden geçişi.
Varın siz tahayyül edin….
Dedi :
-“Bir
Daha
Etmeye
Böyle zulüm
Ve atmayasın
Her canlıya oku !
Her can azizdir oğul,
Unutma ki sen de cansın
Candan cana ok atılır mı?”
Cevapladı:
-“Öperim elini, ayağını Sultanım,
Özür dilerim,
Hiç böyle düşünmemiştim.
Avdır diye bizim oralardan
Kovalaya kovalaya
Gelmiştim.”
Dedi:
-“İnsan odur, her canlıyı bir tuta
İnsan odur, öldürmeye yaşata
İnsan odur, dost, kardeş, bacı, ata
A Bey oğlu, sen seni bil sen seni
Gücün varsa öldür de gel nefsini.
İnsan odur, incitmeye gönülü
İnsan odur, gönüllere dost gülü
İnsan odur, eli, beli, dili
Sağlam tuta; bil ey Gaybî sen seni
Gücün varsa öldür de gel nefsini.”
“Ve
Feth
Zafer
Bir âhûyu
Yaralamak hiç değil
Gönüllere girmektir,
Olmaktır kimsesizin kimsesi
Olmaktır, kurtulmaktır hamlıktan Bey oğul!
Utandı,
Sıkıldı,
Pişman oldu Beyoğlu
Gök çöktü üstüne
Yer yarılıp da gireydi içine
Düşmeyeydi bu hale keşke…
Ve ekledi :
-“Sultanım, kabul eyleyin oğlunuz olayım
Hizmetinizde olayım bir ömür,
Kurtarın hamlıktan, pişirin, oldurun beni”
Sultan :
-“Beyoğlusun, zordur bu yola girmek
Ve
Çok yorucudur yolda ilerlemek
Çile, sabır gerek.
Düşersin, şaşarsın, yorulursun ay oğul,
Pişman olursun sonra,
Sarp ince, mihnet, dert, cefa yoludur bu
Terk etmektir süslü kaftanları,
Soyunmaktır benlik gömleğinden
Terki bile terk etmektir Bey Oğul,
Belâyı ganimet bilmek senin işin değil,
Kahrı da, lutfû da hoş görmek, bu başka bir iş
Var git yoluna can oğul !
Sonra,
Bir yanda süslü Dünya
Öte yanda Cennet-Cehennemli ahret
Bir yanda gece, gündüz; kış, yaz
Öte yanda gam ve neşe, gülmek ve ağlamak
Yokuş ve iniş,
Birbirine mukabildir hep
Ve arasında insan oğlu…
Var git yoluna var git oğul…
Sonra,
Sancak beği pederin
Razı gelmez bu olaya
Koyuvermez saltanattan çileye oğlunu
En iyisi sen
İzin al da öyle gel kapımıza,
Danış, düşün, karar ver de öyle gel katımıza
Pişman olmayasın a oğul.”
Durdu bey oğlu
Durdu zaman
Durdu güneş, ay, yıldızlar
Yaralı ceylandan farksız şimdi
Kımıldayası değil, kapaklanmış eşiğe
Göz ağlar, gönül ağlar,
Ceylanımda öz ağlar hey anam heyy!...
Der :
-“Pederim sizsiniz Sultanım,
Bundan gayri gitmezem hiçbir yere
Ayrılmazam bu eşikten, terk etmezem.
Gelmek var, gitmek yok;
Ölmek var dönmek yok Sultanım…”
Seslendi :
“Tiz
Gaybî
Beğimin
Tıraş edile başı
Giydirile erkan üzre
Tac ü hırka
Ve bağlana beline kemeri…”
Terkeylemek tacı, tahtı, kaftanı
Posta iki diz üzre, edeble oturmak
Ve giymek urbayı, hırkayı
Takınmak kemeri
El çekmek varlıktan,
Yoklukta erimek yok olmak
“Hiç” olmak kısaca,
Ve gönülevinin duvarına
Usta elinden besmeleyle çıkıp
Sevinçten ağlayan bir kerpiç olmak
Ah ne güzel, oh ne güzeldir ey Rabb’im…
*
KAYGUSUZ RİSÂLESİ DEVAMLA:
"GAYBÎ BEĞ'İN BABASININ ABDAL MUSA'YI ŞİKÂYET ETMESİ İLE TEKE BEĞİ'NİN HAKK'A YÜRÜMESİNE DAİR..."
"Beyzâdenin yanında bulunan refâkatçılar, ahûnun arkasından yalnız başına giden Gaybî Beğ'i kaybetmişlerdi. Dağları, ovaları, sahraları tamamıyla aradıkları hâlde onu bulamamışlardı. Nihâyet hizmetkârlardan biri kan izini tâkıben asitâne-i saâdete geldi. Kapıdan içeri bakdı. Gördü ki, Beyzâde buradadır. Hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi. Gaybî Beğ'in arkadaşları asitâneye geldiler. Onunla konuştular. O' nun âsitânede kalmakta ısrar etmesi üzerine Alâiye'ye geri döndüler. Alâiye Sancağı Beği'ne oğullarının bir derviş olup Abdal Musâ asitânesinde kaldığını haber verdiler. Alâiye Sancağı Beği'de oğlunun Abdal Musâ Tekkesi'nden kurtarılması için Teke Beği'ne baş vurdu.
Teke Beği'de Alâiye Sancağı Beği'nin ricâsı üzerine Gaybî'yi Abdal Musâ Tekkesi'nden kurtarmak ister. Ona kendi bahadırlarından Kılagılı İsâ' yı gönderir. Kılagılı İsâ, Gaybî Beğ'i getirmek üzere yola çıkar. Abdal Musâ Tekkesi'ne varır. Durumu anlatır, fakat sert çıkması üzerine Abdal Musâ tarafından gösterilen kerâmetle Kılagılı İsâ, atından inmek isterken ayağı atın üzengisine takılarak atın ürkmesi neticesinde vücudu paramparça olarak Teke iline geri döner.
Bunun üzerine Teke Beğ'i de askerlerini alıp Abdal Musâ üzerine yürür. Bu durum Abdal Musâ' ya daha önceden mâlum olur ve dört-beş yüz müridi ile beraber, semâ ede ede Teke Beği'ne doğru yürümeye başlar. Bu esnâda Teke Beği' de bir ateş yaktırmış ki içinde Abdal Musâ ve müridlerini yakmak istiyordu. Fakat Abdal Musâ ve müridleri bu ateşin içine semâ ederek yürüdüler ve ateşi tamamen söndürdüler. Bu durumu gören Teke Beği'nin askerleri tamamen dağıldı, Teke Beği'nin kendisi de düşüp öldü."
*
Ve
GÜLCELEŞEN MISRALARLA BİZ DEVAMLA :
Aradılar, aradılar
Dergâhın çevresini
Döne döne aradılar.
Bir ahûnun peşin sıra
Kayıp olan Bey oğlunu
Yana yana aradılar.
Dağları, ovaları, sahraları
Bıkmadan, usanmadan
Çepe çevre aradılar.
Yok işte yok Beyoğlu'muz
Yer yarıldı girdi sanki içine
Alageyik kurban olam n'ettin söyle beyimi?
Kan yaş ile doldurdun bak, ağlayan gözlerimi
Yer yarıldı, dağ mı çöktü koşarken peşin sıra?
Bir koç yiğit gitmedi ya Arabistan, Mısır'a
Ahanda şu kan izindir bu yol boyu akmış bak
Ala geyik inad etme, Beğim nerde? Çabucak
Söyle de bilelim;
Yandım aman, ben yanayım dağlar oy!
Toros yeli acı eser karaları bağlar oy !
Alageyik kurban olam n'ettin söyle beyimi?
Nasıl aldın bir çırpıda göğsümden yüreğimi?
Hani nerde, nere gitti, kartal bakışlı yiğit?
O yiğit ki çelik bilek, el değil bize ait...
Bir ok ile geçer idi oynaşan rüzgârları
Yola çıksa eritirdi koca koca dağları
Nasıl ettin, neler ettin?
Söyle de bilelim;
Yandım aman, ben yanayım dağlar oy!
Yol gösterir belki bize dua dua beğler oy!
Ve nihayet
Ve sonun başında,
Ve başın en sonunda
Kan izi, ayak iziyle ışıldarken zamanda
Dalıverdi dergâhın çift kanatlı kapısından içeri
Bir başkası...
Baktı şaşırdı,
Şaşırdı ovaladı gözlerini
İnanamadı,
Bir kere daha,
Bir kere daha baktı.
Çıktı nefes nefese dışarı
..........."Beyoğlu buradadır, içerdedir
...............Traş olmuş, bağdaş kurmuş,
..................El pençe divan durmuş amanın da oy!"
Koştular bir soluk,
Bir soluk ki güvercin nefesi
Bir soluk ki at terlemesi
Yorgun ve meraklı...
Söyleştiler,
Sordular,
Nedenini
Bir iyice anlamaya çalışıp
Bekleştiler.
Hattâ en yakın arkadaşı
Hattâ sırdaşları bir olup
Deştiler zamanı
Ama çaresiz kaldılar, oysa
Kardeştiler...
Yerinden bile kımıldamadı Beyoğlu
Sedirin en serin ve gölgeli kısmında
Sessiz sakin karanfil uykusundaydı
Yusuftu ve düşmüştü baş aşağı
LeyLa'nın kuyusundaydı,
Duvarlardan ses geldi,
Beyoğlundan :
................ "Hayır, gelmem!"
Döndüler sonunda Alanya’ya,
Döndüler ya nasıl dönüş bu
Per perişan, elemli...
Anlattılar bir iyice
Olanı, biteni Beyoğlu'nun Babasına...
Fal taşıdır açıldı gözleri
Koca Alanya Beği'nin...
Bir anlam veremez,
...."Efsunlamışlar yiğidimi, belli !"
.......Der ve vurur ayaklarını yere,
..........Çalar fesini mindere:
............."Kahretsin!"
Alâiye Sancağı Beği
Kurtarmak için Yiğit oğlunu
Baş vurdu Teke Beği'ne...
Beğin Beğe ricasıdır kırılmaz
Ve nedeni bile sorulmaz elbette.
Bahadırlarından Kılagılı İsâ' yı
Gönderir Abdal Musa üstüne
Kılagılı İsâ Beğ
Varır tekkeye anlatır durumu
Bir de gözdağı vermek için
Sert çıkışır vesselâm...
Olan oldu o anda
İnmek isterken atından
Ayağı üzengiye
Takılır oyyy...
Ve ürker at,
Koşar oradan oraya
Sürüklenir, yaralanır, şaşırır
Kılağılı İsa Beğ
Ve döner Teke iline
Durumu öğrenir Teke Beği
Toplar askerlerini
Ve yürür Abdal Musa üstüne
Yürür yürümesine lâkin
Bu durum malum olur Abdal Musa'ya
Ve dört-beş yüz müridi ile
Semâ ede ede Teke Beği'ne doğru
Yürümeye başlar koca Eren oy anam!
Teke Beği' de yakar bir ateş
Alevleri göğe çıkar,
Yakmaktır maksadı
Piri ve talebelerini...
Hey ki heyyy...
Vay civanım vayyy...
Alev nedir, ateş nedir Ermiş'e ?
Semâ ede ede
Yürüdüler al ateşin içine
Ve yanmadılar
Pir ve talebeleri...
Gördü ya Teke Beği
O esnada düşüverdi atından
Ve
Oracıkta can verdi işte...