11/02/2015, 00:29
MİKDAT BAL'IN (EY DAĞLAR!)ŞİİRİ ÜSTÜNE BİR ANALİZ...
Mustafa CEYLAN
*****************
--Eyy Dağlar! ..........Gülce
Buradayım geldim ben, ey dağlarım size döndüm, size ben
Bana susmanızı anlamıyorum, ne kadar özlemiştim,
Size kavuşmayı, böyle mi sizin hoş beşiniz bu nasıl iş?
Kırk yıldır gurbetteyim kalkıp geldim size ben
Benim ben hani eski dostunuz!
O garip dostunuz!
Benim ben! ! Eski bir dost! !
Bir zamanlar bensizliğime tahammül bile edemediğin
Hep yakınırdın benden nerdesin diye
……………….İşte geldim karşındayım hoş geldin desene
………………..Gözüm gönlüm neşe dolsun hasretim busene
Muhteşem bir ikiliydik bir zaman
Gurbet beni esir aldı yıllarca
Hep yad ettim unutmadım hiç
Seni yana yana..
Yeter artık bu nazların son bulmalıdır
Yönelecek senden başka bir dağım kalmadı
Buluştuk ya barışalım dost kalalım olmaz mı?
Bir de
Bundan böyle ayrılmadan hayat sürelim
Daha darılmadan, hoş günler görelim
Bilirim sen beni hiç unutmadın, hiç terk etmedin
Benim gibi sen de yandın tutuştun, hasretimden
Lakin şimdi nazlanıp benimle oynarsın…
Anlatayım ben senden neden uzak kaldım
Gurbetçiydim yadellerde, dünya derdine daldım
Gece gündüz çalıştım ancak kendim ile çeliştim
Hasret varken ihtiyaçlar elim kolum bağlamış
Yani anam ağlamış…
*
Gurbetçiyi mazur gör binbir derdi var onun
Derdini anlatamaz ağızı var dili yok!
Savruldu diyar diyar başka elde kök salmış
Kütük olmuş fidanı tutunacak dalı yok!
Gözden uzak olunca şaşakalmış zavallı
İzini takip eden pek bilinçli dölü yok!
Belki düzelir diye yıllarca umut etmiş
Sonunda pes etmiştir bunun başka yolu yok!
Boynu bükük bir halde kimisi geri gelmiş
Sıhhatini kaybetmiş imrenilir hali yok!
*
İşte bu; ey dağlar!
Bunu için geç geldim kusuruma bakmayın
Barışalım şimdi biz, olmaz mı?
Kül oldum yandım bittim, sizde beni yakmayın
Özlemime son verin, hoş geldiniz deyin…
*
Benim, ben; dostunuz!
Bir zamanlar üstünüzde çelik çomak oynayan ben
Hayat vardı takat vardı ateşsiz kaynayan ben
Siz miydiniz ağırlayan, yüzeyinde, inlerinde bağrında beni
Siz miydiniz Siz miydiniz Siz miydiniz ey dağlar! ..
*
Dostlarımla demet, demet çiçekleri topluyorken
Cömert idin fazlasından kekik bile sunuyordun bize
Ben şimdi takatim yok
Uzaktan el sallarım, bir gül bana ne olur, buna da mı yok?
O halde ben buradan sen ordan ağla!
Derelerinle çağla!
Vuslata umudum kalmadı, dizlerimin dermanı yok
Bari içeceğim suyumu sağla!
Kara bağladım, sen kar’a bağla!
Çok az şeyler arz ettim daha çok birikimim
Maksadım dertleşmekti yoktu başka meramım
Dolaşırım sersefil sormaz ki biri kimim?
Durum bundan ibaret bu da benim dramım
Cepte iki pasaport konacak mekanım yok
Yer yurt değil ki kastim çok şükür onlar hazır
Kök saldım yad ellerde sökecek imkanım yok
Parçalanmış yüreğim ne rahat var ne huzur
Esir alır insanı bazen küçük sorunlar
‘Ağacı kurt bitirir insanı dert bitirir’
Evlatlar moloz çıkmış şimdi almış torunlar
Anadil olmayınca yollarını yitirir
Ah Mikdati: dünyanın bitmez kahrı kederi
Her şey yalanmış meğer boş yere didinmişsin
Kimse değiştiremez, belirlenmiş kaderi
Dünyanın gamını yük ne diye edinmişsin
Mikdat Bal
****
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, şiirinin ana esaslarını anlattığı poetikasında demiştir ki:
(Kâinat manzumesinde ruh ve madde arasındaki sıkı ve mahrem münasebet, şiirde de o şiirin iç nefesiyle dış kalıbını karşılıklı olarak birbirinde tecelli etmeye davet eder. Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu Fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir nâmevcuttur. Şekil ve kalıp manânın iskeletidir. Bütün dâvâ, iskeletlerimizi sonsuz sanatiyle ve nâmütenâhi güzel giydiren Allah’ın verdiği hikmet dersine bakıp ondan alınacak paylar ve hadler içinde, mânâ iskeletlerine surat ve vücut geçirebilmekte. İNSANLARIN GÜZEL VE ÇİRKİNİNE BAKARKEN İSKELETLERİNİ GÖREMEYİZ. GÖREBİLSEYDİK hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olmasa gerek… ÖYLEYSE BİR ŞİİRE BAKTIĞINIZ ZAMANDA ONUN İSKELETİNİ GÖRMEMELİYİZ. GÖRMEMELİYİZ Kİ, özlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim. YİNE ÖYLEYSE ŞİİRDE ŞEKİL VE KALIP GÖRÜNEN TEBRİK VE ZİYARET KABUL EDEN BİR EV SAHİBİ DEĞİL, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış, sonra mutfağa çekilip kapanmış, son derece titiz ve HAMARAT BİR HİZMETÇİDİR.AMA, ÖYLESİNE BİR HİZMETÇİDİR Kİ, O GİDERSE EFENDİ KALMAZ.
Ustalar ustası, iki gözüm, canda canım, Hocam Kısakürek devamla:
“Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak HAYKIRDIĞI ve “BEN BURADAYIM” DEDİĞİ NİSBETTE O ŞİİR KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura ALÇI DÖKÜLMÜŞ ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz.
Şair, mutlaka bir ŞEKİL ve KALIBA BAĞLI OLAN; FAKAT ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, PEÇELEDİĞİ VE MÂNÂYI VE EDAYI ONUN VERÂSINDAN DEVŞİREBİLDİĞİ NİSBETTE NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.
ANCAK şekil ve kalıbın KOLTUK DEĞNEKLERİYLE yürüyebilen NAZIMCI BİR TARAFA, HARİKULÂDE BİR (STEP) TEMPOSU İÇİNDE ELİNDEKİ ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN ŞAİR BİR TARAFA…ŞİİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEYEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ..
Nazım tecrübesi içinde, SIRTINDA KAMBUR gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdirenlerden ibaret İKİ SINIF VAR… Birini şekil ve kalıp, öbürüde şekil ve kalıbı ezmiştir…
GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİĞNEYEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKÂNI DÜŞÜNÜLEMEZ. FAKAT BU, ŞEKİL VE KALIBI KALDIRIP ATMAK, ONU YOK ETMEK DEĞİLDİR. BÖYLE BİR HAREKETİN YERİ, ÇÜRÜK İSKELET DİŞLERİ SIRITAN BİR ŞEKİL VE KALIP ESARETİNDEN DAHA AŞAĞIDIR.
Olukta olgunlaşan damla, kopacak hale gelmeden tam bir şekil ve kalıp doldururken; arı, o harikûlâde verimini mumdan altı köşeli duvarlar içinde istif ederken; örümcek zikzaklı şarkısını lif lif örgüleştirirken; yemişin her nevi, lezzetine göre bir renk ve çizgi plânını işaret ederken, şekil ve kalıptaki DERİN SIRRI HİSSEDEBİLMEK, SADECE AHMAKLIKTIR.
Üstad Necip Fazıl Kısakaürek:
“Şekil ve kalıbın ana unsurları dış âhenk; VEZİN, KAFİYE GİBİ kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lâfı günübirlikten sonsuza devşiren ve unutulmaz kılan BİRER VASITA HİKMETİ VARDIR. Ama sadece vasıtayla gayeye erişilemez. Evvelâ UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ ve sonra ONU İNCELER İNCESİ VASITLARLA KANATLANDIRACAKSINIZ. Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde BOŞ YERE ÇIRPINAN KANATLAR NE KADAR GÜLÜNÇSE, O GÜLÜNÇLÜĞE DÜŞMEMEK İÇİN kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.
AYNI SESTE BİRLEŞEN KELİMELERLE(kafiye) hece sayısını veya UZUNLUK VE KISALIĞINI ŞEKİLLENDİREN İFADE VÂHİTLERİNİN(Vezin) , büyük meçhul muadelesinden her defa fikir aldığı hissini verici bir mistiği vardır. ELVERİR Kİ, bu (mistik) onun zâhirine, KALIBIN DA KALIBINA BAĞLI KALINARAK ÖRSELENMESİN…
Üstün sanatkâr, SABİT BİR ŞEKİL ve KALIP BAĞLILIĞI İÇİNDE, HER AN, HER ŞİİR, HER MISRA, HER KELİMEDE ESKİ ŞEKİL VE KALIBINI YENİLEYEBİLENDİR.
Heyhât ki, en âdî İŞ ŞEKİL VE KALIPTA, EN ULVİSİ DE YİNE ONDA…
Âdilik korkusiyle ŞEKİL ve KALIP firariliğini aczin en âdisi diye kabul ediniz! ”
*
Ve Üstad, ÇİLE isimli şiir kitabında ve diğer bazı eserlerinde (kuru manzumeci-sade şekilci) olmamış, hece ile heceyi karmış, hece şiirinde halk edebiyatı âşıklık geleneğinin (ziyadeleri) ni kullanarak ve batı şiirinin tekniğini de korkusuzca kullanarak, yepyeni, orijinal, kendisine ait, okunduğunda İŞTE BU ÜSTADA AİT DİZELERDİR denecek muhteşem, abidevî eserlerle göz ve gönül dünyamızı doldurmuştur. Bugün TÜRK EDEBİYATI'nın sinesinden NECİP FAZIL KISAKÜREK'i çıkarmaya çalışın bakalım ne göreceksiniz?
Ayrıca;
Mehmet Akif ERSOY, O İSTİKLAL MARŞI'mızın yazarı, bir şiir mısraını dört ayrı parçaya bölmüş, koskoca SAFAHAT isimli eserinde yepyeni, kendine ait, orjinal bir TÜRK ARUZU sunmaya çalışmıştır. O muhteşem şair, BİR MISRADA, iki soru ve iki de onlara cevap vermiştir. Çıkarın bakalım AKİF! imizi de şiir dünyamızdan, çıkarın da ne kadar fakirleştiğinizi görün...
Ayrıca,
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, HAN DUVARLARI şiirinde HECEYİ HECEYLE KARMIŞ, beyitlerle oluşan şiirinin arasında dörtlüklerden oluşan MARAŞLI ŞEYH OĞLU SATILMIŞ'ın KOŞMA sını monte etmiş, o muhteşem HAN DUVARLARI'nı yazmış. Hadi silin gücünüz yetiyorsa HAN DUVARLARINI ve ÇAMLIBEL adını da HAM KAFİYE HAMALI MANZUMECİliğin ne kadar anlamsız ve fakirlüğe doğru bir koşu olduğunu görünüz...
Ayrıca,
Ahmet HAŞİM'in O BELDE şiiri ne ne dersiniz? Serbest şiir mi? HAYIRRRR! ! ! Yanıldınız! O BELDE şiiri, ARUZ ile yazılmış, bir ARUZ KALIBI 8 PARÇAYA BÖLÜNEREK oluşturulmuş muhteşem bir şiirdir. Çıkarın HAŞİM'i ve O BELDE'yi de şiirimizden, çıkarın da parmak hesabından başka hiç bir şey düşünmeyen ham şiirin şairlerine bırakın meydanı. Has şiirleri nasıl nasıl yok sayarsınız ki?
Ayrıca,
ARİF NİHAT ASYA'nın BAYRAK şiiri Serbest şiir mi? HAYIR! ! ! ! serbest-aruz...o da ne mi demek? EVET SERBEST-ARUZ... AZCIK DÜŞÜNÜRSENİZ bulursunuz. Düşünmem diyorsanız, ARİF NİHAT ASYA'mızı ve BAYRAK şiirini de çıkarın şiir dünyamızdan....
Ayrıca,
Bu örnekleri O KADAR ÇOĞALTABİLİRİM Kİ...
DEV-KALICI VE GERÇEK ŞAİRLER, başkalarını taklid eden değil, KENDİNE HAS ORJİNAL olanlardır. Yoksa, (YAĞLADIM-BAĞLADIM-SAĞLADIM-AĞLADIM vb deyip kafiye arkalarını EMME-BASMA TULUMBA metodu ile parmak hesabı doldurmak) asla doldurmak değildir HECE ŞİİRİ. Koskoca ABDÜRRAHİM KARAKOÇ'a ne dersiniz? KARAKOÇ Üsatdımızında böyle orjinal bizim GÜLCE EDEBİYAT önerilerine uygun şiirler kaleme aldığını görmeyenler, hecenin ne olduğunu bilmeyenlerdir.
ve Ümit YAŞAR OĞUZCAN
''Seni arıyorum kalabalık caddelerde,……………............…….14 hece
Tanımadığım insanlar geçiyor, sen yoksun.........14
Perişan hayallerimin başladığı yerde,.................14
Sana sesleniyorum, duyuyor musun? ................12
Beyaz güller açtı bahçelerde, sevdiğin............................13
Ya o karanfil, baygın kokulu çiçek...................12
Gel yalnızlık bahçeme beyazlar giyin................12
Anladım ki bu ömür sensiz geçmeyecek............13
Odamı süsleyen ellerini uzat,……………….......................…….12
Hazzından dile gelsin bastığın halı.............12
Açılsın sevincinden perdeler kat kat..........12
Işık ve ateş senin için yanmalı.................12
Sonra çevir düğmesini, radyonun………..................11
Sevdiğin musiki dolsun odama,............11
Dinle şarkısını büyük koronun,.............11
Beni düşün! beni düşün ağlama...........11
İçimden bir ses diyor ki sabret…………..10
Sonu gelecek bu yalnızlığın,..............10
Bütün aynalar gülecek elbet,............10
Açılacak kapılar ansızın....................10
Yalnız sen varsın beyaz gülüm,…………9
Evde bahçede ve sokakta,..............9
Bir eylül akşamı gördüğüm,.............9
O beyaz hayalsin uzakta.................9
Yakınsın yalnızlık kadar,………….8
Uzaksın yakınmış gibi,............8
Sensiz yaşadığım yıllar...........8
Bu kadar güzel değildi............8
Yeter.. gel artık yeter……………7
Karanfiller açtı gel................7
Kış bahçesinde, güller..........7
Beyaz güller açtı gel! ! '.........7
Evet işte şiir bu...
Bizim GÜLCE - TOKMAK önerimize ne kadar benziyor..'
Ayrıca;
Kutadgu Bilig;
'73 fasıl ve 6500 beyit,
Yazılış tarihi:1069
Yazarı:Yusuf Has Hacib
Eserin Vezni: Aruz
Eserin kalıbı: Feûlün-feulün-feulün-feul
Eserin Dili: Türkçe
Eserde Arapça: 6500 beyitlik eserde ancak 100 adet Arapça kelime var ki, çoğunluğu konuşulan dilde.
Nazım Şekli:Mesnevi
Ancak, kitabın 173 yerinde aruzla yazılmış Mesnevi türü beyitler arasında mani türü hece ile yazılmış DÖRTLÜKLER bulunmaktadır.'
MESNEVİ arasına mani...
Hem de TÜRK KÜLTÜR VE EDEBİYATNIN EN TEMEL ESERİNDE...
vARIN İLLA Kİ ham manzumecilikte direnen, kendini, şiirini, söylem ve duygu dünyasını yenileyememiş, ileriye kapalı, statükocu, gelişmeye kapalı, soğan kabuğu manzumelerinizi şiir sanmaya devam edin siz...
EN İYİSİ Mİ?
BAKIN GÜNÜMÜZ HECE ŞİİRİNİN en güzel ve en güçlü kalemlerinden birisi olan MİKDAT BAL Üstadımızın ŞİİRDE ARAYIŞLAR, YENİDEN YENİ OLMA GAYRET VE ÇABALARINA kapayın gözlerinizi, ulu orta konuşmayın, araştırmadan, bilmeden ahkâm kesmeyin, sizin yolunuz size, bizim yolumuz bize, TARİH-EDEBİYAT TARİHİ sizler gibi bir çok ÖLÜ-OZANSILARLA DOLUDUR ve hiç biriniz OZAN DAHİ olamadınız, bırakın MİKDAT BAL'ımızı da, BAL GİBİ HAS ŞİİRLERE doğru daha bir yelken açsın...
Mustafa CEYLAN
*****************
--Eyy Dağlar! ..........Gülce
Buradayım geldim ben, ey dağlarım size döndüm, size ben
Bana susmanızı anlamıyorum, ne kadar özlemiştim,
Size kavuşmayı, böyle mi sizin hoş beşiniz bu nasıl iş?
Kırk yıldır gurbetteyim kalkıp geldim size ben
Benim ben hani eski dostunuz!
O garip dostunuz!
Benim ben! ! Eski bir dost! !
Bir zamanlar bensizliğime tahammül bile edemediğin
Hep yakınırdın benden nerdesin diye
……………….İşte geldim karşındayım hoş geldin desene
………………..Gözüm gönlüm neşe dolsun hasretim busene
Muhteşem bir ikiliydik bir zaman
Gurbet beni esir aldı yıllarca
Hep yad ettim unutmadım hiç
Seni yana yana..
Yeter artık bu nazların son bulmalıdır
Yönelecek senden başka bir dağım kalmadı
Buluştuk ya barışalım dost kalalım olmaz mı?
Bir de
Bundan böyle ayrılmadan hayat sürelim
Daha darılmadan, hoş günler görelim
Bilirim sen beni hiç unutmadın, hiç terk etmedin
Benim gibi sen de yandın tutuştun, hasretimden
Lakin şimdi nazlanıp benimle oynarsın…
Anlatayım ben senden neden uzak kaldım
Gurbetçiydim yadellerde, dünya derdine daldım
Gece gündüz çalıştım ancak kendim ile çeliştim
Hasret varken ihtiyaçlar elim kolum bağlamış
Yani anam ağlamış…
*
Gurbetçiyi mazur gör binbir derdi var onun
Derdini anlatamaz ağızı var dili yok!
Savruldu diyar diyar başka elde kök salmış
Kütük olmuş fidanı tutunacak dalı yok!
Gözden uzak olunca şaşakalmış zavallı
İzini takip eden pek bilinçli dölü yok!
Belki düzelir diye yıllarca umut etmiş
Sonunda pes etmiştir bunun başka yolu yok!
Boynu bükük bir halde kimisi geri gelmiş
Sıhhatini kaybetmiş imrenilir hali yok!
*
İşte bu; ey dağlar!
Bunu için geç geldim kusuruma bakmayın
Barışalım şimdi biz, olmaz mı?
Kül oldum yandım bittim, sizde beni yakmayın
Özlemime son verin, hoş geldiniz deyin…
*
Benim, ben; dostunuz!
Bir zamanlar üstünüzde çelik çomak oynayan ben
Hayat vardı takat vardı ateşsiz kaynayan ben
Siz miydiniz ağırlayan, yüzeyinde, inlerinde bağrında beni
Siz miydiniz Siz miydiniz Siz miydiniz ey dağlar! ..
*
Dostlarımla demet, demet çiçekleri topluyorken
Cömert idin fazlasından kekik bile sunuyordun bize
Ben şimdi takatim yok
Uzaktan el sallarım, bir gül bana ne olur, buna da mı yok?
O halde ben buradan sen ordan ağla!
Derelerinle çağla!
Vuslata umudum kalmadı, dizlerimin dermanı yok
Bari içeceğim suyumu sağla!
Kara bağladım, sen kar’a bağla!
Çok az şeyler arz ettim daha çok birikimim
Maksadım dertleşmekti yoktu başka meramım
Dolaşırım sersefil sormaz ki biri kimim?
Durum bundan ibaret bu da benim dramım
Cepte iki pasaport konacak mekanım yok
Yer yurt değil ki kastim çok şükür onlar hazır
Kök saldım yad ellerde sökecek imkanım yok
Parçalanmış yüreğim ne rahat var ne huzur
Esir alır insanı bazen küçük sorunlar
‘Ağacı kurt bitirir insanı dert bitirir’
Evlatlar moloz çıkmış şimdi almış torunlar
Anadil olmayınca yollarını yitirir
Ah Mikdati: dünyanın bitmez kahrı kederi
Her şey yalanmış meğer boş yere didinmişsin
Kimse değiştiremez, belirlenmiş kaderi
Dünyanın gamını yük ne diye edinmişsin
Mikdat Bal
****
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, şiirinin ana esaslarını anlattığı poetikasında demiştir ki:
(Kâinat manzumesinde ruh ve madde arasındaki sıkı ve mahrem münasebet, şiirde de o şiirin iç nefesiyle dış kalıbını karşılıklı olarak birbirinde tecelli etmeye davet eder. Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu Fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir nâmevcuttur. Şekil ve kalıp manânın iskeletidir. Bütün dâvâ, iskeletlerimizi sonsuz sanatiyle ve nâmütenâhi güzel giydiren Allah’ın verdiği hikmet dersine bakıp ondan alınacak paylar ve hadler içinde, mânâ iskeletlerine surat ve vücut geçirebilmekte. İNSANLARIN GÜZEL VE ÇİRKİNİNE BAKARKEN İSKELETLERİNİ GÖREMEYİZ. GÖREBİLSEYDİK hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olmasa gerek… ÖYLEYSE BİR ŞİİRE BAKTIĞINIZ ZAMANDA ONUN İSKELETİNİ GÖRMEMELİYİZ. GÖRMEMELİYİZ Kİ, özlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim. YİNE ÖYLEYSE ŞİİRDE ŞEKİL VE KALIP GÖRÜNEN TEBRİK VE ZİYARET KABUL EDEN BİR EV SAHİBİ DEĞİL, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış, sonra mutfağa çekilip kapanmış, son derece titiz ve HAMARAT BİR HİZMETÇİDİR.AMA, ÖYLESİNE BİR HİZMETÇİDİR Kİ, O GİDERSE EFENDİ KALMAZ.
Ustalar ustası, iki gözüm, canda canım, Hocam Kısakürek devamla:
“Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak HAYKIRDIĞI ve “BEN BURADAYIM” DEDİĞİ NİSBETTE O ŞİİR KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura ALÇI DÖKÜLMÜŞ ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz.
Şair, mutlaka bir ŞEKİL ve KALIBA BAĞLI OLAN; FAKAT ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, PEÇELEDİĞİ VE MÂNÂYI VE EDAYI ONUN VERÂSINDAN DEVŞİREBİLDİĞİ NİSBETTE NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.
ANCAK şekil ve kalıbın KOLTUK DEĞNEKLERİYLE yürüyebilen NAZIMCI BİR TARAFA, HARİKULÂDE BİR (STEP) TEMPOSU İÇİNDE ELİNDEKİ ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN ŞAİR BİR TARAFA…ŞİİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEYEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ..
Nazım tecrübesi içinde, SIRTINDA KAMBUR gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdirenlerden ibaret İKİ SINIF VAR… Birini şekil ve kalıp, öbürüde şekil ve kalıbı ezmiştir…
GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİĞNEYEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKÂNI DÜŞÜNÜLEMEZ. FAKAT BU, ŞEKİL VE KALIBI KALDIRIP ATMAK, ONU YOK ETMEK DEĞİLDİR. BÖYLE BİR HAREKETİN YERİ, ÇÜRÜK İSKELET DİŞLERİ SIRITAN BİR ŞEKİL VE KALIP ESARETİNDEN DAHA AŞAĞIDIR.
Olukta olgunlaşan damla, kopacak hale gelmeden tam bir şekil ve kalıp doldururken; arı, o harikûlâde verimini mumdan altı köşeli duvarlar içinde istif ederken; örümcek zikzaklı şarkısını lif lif örgüleştirirken; yemişin her nevi, lezzetine göre bir renk ve çizgi plânını işaret ederken, şekil ve kalıptaki DERİN SIRRI HİSSEDEBİLMEK, SADECE AHMAKLIKTIR.
Üstad Necip Fazıl Kısakaürek:
“Şekil ve kalıbın ana unsurları dış âhenk; VEZİN, KAFİYE GİBİ kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lâfı günübirlikten sonsuza devşiren ve unutulmaz kılan BİRER VASITA HİKMETİ VARDIR. Ama sadece vasıtayla gayeye erişilemez. Evvelâ UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ ve sonra ONU İNCELER İNCESİ VASITLARLA KANATLANDIRACAKSINIZ. Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde BOŞ YERE ÇIRPINAN KANATLAR NE KADAR GÜLÜNÇSE, O GÜLÜNÇLÜĞE DÜŞMEMEK İÇİN kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.
AYNI SESTE BİRLEŞEN KELİMELERLE(kafiye) hece sayısını veya UZUNLUK VE KISALIĞINI ŞEKİLLENDİREN İFADE VÂHİTLERİNİN(Vezin) , büyük meçhul muadelesinden her defa fikir aldığı hissini verici bir mistiği vardır. ELVERİR Kİ, bu (mistik) onun zâhirine, KALIBIN DA KALIBINA BAĞLI KALINARAK ÖRSELENMESİN…
Üstün sanatkâr, SABİT BİR ŞEKİL ve KALIP BAĞLILIĞI İÇİNDE, HER AN, HER ŞİİR, HER MISRA, HER KELİMEDE ESKİ ŞEKİL VE KALIBINI YENİLEYEBİLENDİR.
Heyhât ki, en âdî İŞ ŞEKİL VE KALIPTA, EN ULVİSİ DE YİNE ONDA…
Âdilik korkusiyle ŞEKİL ve KALIP firariliğini aczin en âdisi diye kabul ediniz! ”
*
Ve Üstad, ÇİLE isimli şiir kitabında ve diğer bazı eserlerinde (kuru manzumeci-sade şekilci) olmamış, hece ile heceyi karmış, hece şiirinde halk edebiyatı âşıklık geleneğinin (ziyadeleri) ni kullanarak ve batı şiirinin tekniğini de korkusuzca kullanarak, yepyeni, orijinal, kendisine ait, okunduğunda İŞTE BU ÜSTADA AİT DİZELERDİR denecek muhteşem, abidevî eserlerle göz ve gönül dünyamızı doldurmuştur. Bugün TÜRK EDEBİYATI'nın sinesinden NECİP FAZIL KISAKÜREK'i çıkarmaya çalışın bakalım ne göreceksiniz?
Ayrıca;
Mehmet Akif ERSOY, O İSTİKLAL MARŞI'mızın yazarı, bir şiir mısraını dört ayrı parçaya bölmüş, koskoca SAFAHAT isimli eserinde yepyeni, kendine ait, orjinal bir TÜRK ARUZU sunmaya çalışmıştır. O muhteşem şair, BİR MISRADA, iki soru ve iki de onlara cevap vermiştir. Çıkarın bakalım AKİF! imizi de şiir dünyamızdan, çıkarın da ne kadar fakirleştiğinizi görün...
Ayrıca,
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, HAN DUVARLARI şiirinde HECEYİ HECEYLE KARMIŞ, beyitlerle oluşan şiirinin arasında dörtlüklerden oluşan MARAŞLI ŞEYH OĞLU SATILMIŞ'ın KOŞMA sını monte etmiş, o muhteşem HAN DUVARLARI'nı yazmış. Hadi silin gücünüz yetiyorsa HAN DUVARLARINI ve ÇAMLIBEL adını da HAM KAFİYE HAMALI MANZUMECİliğin ne kadar anlamsız ve fakirlüğe doğru bir koşu olduğunu görünüz...
Ayrıca,
Ahmet HAŞİM'in O BELDE şiiri ne ne dersiniz? Serbest şiir mi? HAYIRRRR! ! ! Yanıldınız! O BELDE şiiri, ARUZ ile yazılmış, bir ARUZ KALIBI 8 PARÇAYA BÖLÜNEREK oluşturulmuş muhteşem bir şiirdir. Çıkarın HAŞİM'i ve O BELDE'yi de şiirimizden, çıkarın da parmak hesabından başka hiç bir şey düşünmeyen ham şiirin şairlerine bırakın meydanı. Has şiirleri nasıl nasıl yok sayarsınız ki?
Ayrıca,
ARİF NİHAT ASYA'nın BAYRAK şiiri Serbest şiir mi? HAYIR! ! ! ! serbest-aruz...o da ne mi demek? EVET SERBEST-ARUZ... AZCIK DÜŞÜNÜRSENİZ bulursunuz. Düşünmem diyorsanız, ARİF NİHAT ASYA'mızı ve BAYRAK şiirini de çıkarın şiir dünyamızdan....
Ayrıca,
Bu örnekleri O KADAR ÇOĞALTABİLİRİM Kİ...
DEV-KALICI VE GERÇEK ŞAİRLER, başkalarını taklid eden değil, KENDİNE HAS ORJİNAL olanlardır. Yoksa, (YAĞLADIM-BAĞLADIM-SAĞLADIM-AĞLADIM vb deyip kafiye arkalarını EMME-BASMA TULUMBA metodu ile parmak hesabı doldurmak) asla doldurmak değildir HECE ŞİİRİ. Koskoca ABDÜRRAHİM KARAKOÇ'a ne dersiniz? KARAKOÇ Üsatdımızında böyle orjinal bizim GÜLCE EDEBİYAT önerilerine uygun şiirler kaleme aldığını görmeyenler, hecenin ne olduğunu bilmeyenlerdir.
ve Ümit YAŞAR OĞUZCAN
''Seni arıyorum kalabalık caddelerde,……………............…….14 hece
Tanımadığım insanlar geçiyor, sen yoksun.........14
Perişan hayallerimin başladığı yerde,.................14
Sana sesleniyorum, duyuyor musun? ................12
Beyaz güller açtı bahçelerde, sevdiğin............................13
Ya o karanfil, baygın kokulu çiçek...................12
Gel yalnızlık bahçeme beyazlar giyin................12
Anladım ki bu ömür sensiz geçmeyecek............13
Odamı süsleyen ellerini uzat,……………….......................…….12
Hazzından dile gelsin bastığın halı.............12
Açılsın sevincinden perdeler kat kat..........12
Işık ve ateş senin için yanmalı.................12
Sonra çevir düğmesini, radyonun………..................11
Sevdiğin musiki dolsun odama,............11
Dinle şarkısını büyük koronun,.............11
Beni düşün! beni düşün ağlama...........11
İçimden bir ses diyor ki sabret…………..10
Sonu gelecek bu yalnızlığın,..............10
Bütün aynalar gülecek elbet,............10
Açılacak kapılar ansızın....................10
Yalnız sen varsın beyaz gülüm,…………9
Evde bahçede ve sokakta,..............9
Bir eylül akşamı gördüğüm,.............9
O beyaz hayalsin uzakta.................9
Yakınsın yalnızlık kadar,………….8
Uzaksın yakınmış gibi,............8
Sensiz yaşadığım yıllar...........8
Bu kadar güzel değildi............8
Yeter.. gel artık yeter……………7
Karanfiller açtı gel................7
Kış bahçesinde, güller..........7
Beyaz güller açtı gel! ! '.........7
Evet işte şiir bu...
Bizim GÜLCE - TOKMAK önerimize ne kadar benziyor..'
Ayrıca;
Kutadgu Bilig;
'73 fasıl ve 6500 beyit,
Yazılış tarihi:1069
Yazarı:Yusuf Has Hacib
Eserin Vezni: Aruz
Eserin kalıbı: Feûlün-feulün-feulün-feul
Eserin Dili: Türkçe
Eserde Arapça: 6500 beyitlik eserde ancak 100 adet Arapça kelime var ki, çoğunluğu konuşulan dilde.
Nazım Şekli:Mesnevi
Ancak, kitabın 173 yerinde aruzla yazılmış Mesnevi türü beyitler arasında mani türü hece ile yazılmış DÖRTLÜKLER bulunmaktadır.'
MESNEVİ arasına mani...
Hem de TÜRK KÜLTÜR VE EDEBİYATNIN EN TEMEL ESERİNDE...
vARIN İLLA Kİ ham manzumecilikte direnen, kendini, şiirini, söylem ve duygu dünyasını yenileyememiş, ileriye kapalı, statükocu, gelişmeye kapalı, soğan kabuğu manzumelerinizi şiir sanmaya devam edin siz...
EN İYİSİ Mİ?
BAKIN GÜNÜMÜZ HECE ŞİİRİNİN en güzel ve en güçlü kalemlerinden birisi olan MİKDAT BAL Üstadımızın ŞİİRDE ARAYIŞLAR, YENİDEN YENİ OLMA GAYRET VE ÇABALARINA kapayın gözlerinizi, ulu orta konuşmayın, araştırmadan, bilmeden ahkâm kesmeyin, sizin yolunuz size, bizim yolumuz bize, TARİH-EDEBİYAT TARİHİ sizler gibi bir çok ÖLÜ-OZANSILARLA DOLUDUR ve hiç biriniz OZAN DAHİ olamadınız, bırakın MİKDAT BAL'ımızı da, BAL GİBİ HAS ŞİİRLERE doğru daha bir yelken açsın...