ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
TAHİR KUTSİ MAKAL İLE GİZLİ RÖPORTAJ(1)
#1
TAHİR KUTSİ MAKAL İLE GİZLİ RÖPORTAJ(1)
Mustafa CEYLAN

**************
Aşağıda sunduğumuz röportajı üstaddan gizli olarak “Benim Gizli Yazılarım” isimli kitabından temin ettiğimiz görüşlerini dile getirmek maksadıyla yapmış ve üstada sağlığında sunmuştum. Üstad da bana “Makaloğ” ünvanını vererek, çok beğendiğini belirtmişti.
Aslında üstadla karşı karşıya gelerek yapılmış bir röportaj değildi bu. Soruları ben sormuş, cevaplarını da kitabından almıştım. Gelin, gizli yazıları bulunan üstadla yaptığımız gizli röportaja bir göz atın. Bakalım beğenecek misiniz ? 

Soru 1 : Sayın üstadım, senelerden beri gazetecilik yapmaktasınız. Bugüne kadar hiç bu mesleği bırakmayı düşündünüz mü ? Neden ?

Cevap 1 : “Gazetecilik yazarı bitiriyor; öldürüyor. Gazeteci-yazar; fiilen çalışmaktaysa gazetede ve hele yöneticilik de yapıyorsa, çekiver kuyruğunu gitsin !..
Yazan nasıl yazıyor ? dememeli. Yazdıkları belli. Gazeteci adam, günün hay huyu içinde bir konuya tam yoğunlaşamıyor.. Yarına kalacak, sanat değeri olan, kalıcı şeyler yazamıyor. Kendimden biliyorum; olmuyor...
Geçen gün, bir yıllık köşe yazılarımın küpürlerini getirttim. Bir kitapta yer alabilecek, yarına kalabilecek beş yazı bulamadım !.. Dehşete düştüm, kara kara düşünmeye başladım.. Fiili gazeteciliği bırakmayı düşündüm. Kör olası günlük maişet derdi; bırakmadı. Başka ülkede olsa, 26 kitap yazan, bolluk içinde gül gibi geçinir gider.. Ne yapalım kader !... Yine de ülkemi seviyorum.. Çilesini seviyorum..”
“Bizim “Maya”cıların lideri Ünal Yaltırık şöyle diyor : “İmkânım olsa, veririm Tahir Kutsi’ ye aylık giderini, oynaşmasın diye bir de erkek sekreter.. Sonra da iki ayda bir edebi eser isterim !”

Soru 2 : Sayın üstadım, rahmetli Alpaslan Türkeş ile bir şakalaşmanız var, bize bunu aktarır mısın?

Cevap 2 : “... Sağ olsun, Alpaslan Türkeş, “Ortadoğu” gazetesine gelmişti... Gazetenin sahibi Zeki Saracoğlu, dış kapıya indi. Ben yukarda salonda bekliyorum.. “Hoş geldin-hoş bulduk” demeden Türkeş, “Tahir Bey burda mı ?” diye sormuş.
“Evet efendim” demiş Saracoğlu.. Delikanlı adımlarla merdivenleri çıktı. “Vay Tahir’ cim” diye boynuma sarıldı.. “Bir yiğide iki güzel çok mudur ?” dedi.. Anlaşılan yazımı okumuştu.. Köroğlu’ nun bir yeni şiirini bulmuştum. Köroğlu Nigar Hanım’ a ek olarak bir başka güzele tutulmuştu.. “Bir yiğide iki güzel çok mudur ?” diyordu.. Sayın Türkeş ile şakalaştık..” “Allah rahmet eylesin !... O’ nu hep sevmişimdir. O yüreklerimizde sonsuza dek yaşayacaktır !...”

Soru 3 : Şair ve yazarların hayatını tazelemesi hakkında, yani gizli yazıları ve şiirleri hakkında ne diyorsunuz ?

Cevap 3 : Rahmetli Başbuğ Alpaslan Türkeş ile şakalaşmıştık ya işte orda bana :
“Görüyorsun ya, senin gizli yazılarını da okuyorum !..” dedi..
Evet benim gizli yazılarım !..
Her yazarın gizli yazıları, gizli şiirleri vardır. “Benim Gizli Yazılarım” kitabını ben yayınladım. Darısı size !
Bir şairin hayatını tazelemesinde ne sakınca olabilir ?
Necip Fazıl Kısakürek de sık sık “hayatını tazeleyen” şairlerdendi. Gençliğinde ve orta yaşında rıhuna pek çok güzellikler yerleştirmişti.
Babıali” kitabında keyifle anlatılır.. Vücuduna güzellik enerjisi depo ettiğinden 79 yıl yaşadı. Bizim felçi yenişimiz de ondandır. Dostlar ümidi kesmişti. “Cenazesini bura mı gömelim, köye mi götürelim ?..” sohbetleri yapılıyordu.. “Güzelleri kim sevecek, güzellikleri kim yaşayacak ? dedim de Azrail’ le pazarlık sonucu felçi yendim... Canıma karşı can gösterdim; gitti “Melek-ül Mevt” Humeyni’ nin canını aldı !
Üstad Necip Fazıl, “Sonsuzluk Kervanı” kitabında yayınlanan ve kitaba girmeyen şiirlerini toplayarak birkaç yayınevine birden sattı. “Çile” adıyla çıktı kitap. Safça. O değilden sordum; “Üstad, bir çok güzel şiirinizi bu kitapta göremiyorum”
“Ne gibi ?” diye sordu.. Kitabın kapağındaki resim kendisinin resmi idi. Bir acılar haritası gibi duruyordu..
“Meselâ” dedim. “Kadın Bacakları” gibi şiirleriniz yer almıyor”
Necip Fazıl’ ın gençliğinde yazdığı iç gıcıklayıcı, çarpıcı şiirleri vardı.. Bohem günlerinin güzel ürünleri.
“Reddettim onları ! dedi...
Sonra güldü.. “Onlar benim gizli şiirlerim olarak hafızlarda yaşayacak..”
“... Necip Fazıl’ ın “gizli şiirleri”nden biri “Kadın Bacakları” olanı şöyledir :

“Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var
Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
Ömrümüzün geçtiği yolu bana sorarlar
Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.”

“Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü
Gözlerinden ziyada bacaklarına yakın.
Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü
Kadınlar, onlar varken konuşmayınız sakın !”

“İnce sütunlardır ki ilâhi güzelliğe
Bacakların ruhudur şekil veren diyorum.
Bacakları bir kalın örtüde saklı diye
Mermerde kalbi çarpan Venüs’ ü sevmiyorum..”

“Boynuma doladığın taştan putu görseler
İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını.
Kör de olsa açılır, gözüm ona sürseler
İsa’ nın eli gibi, bir kadın bacağını...”

Soru 4 : Üstadım, demek ki gizli aşklar gizli yazıları doğruyor ?

Cevap 4 : Elbette... Aslında aşkın gizlisi, açığı olmaz... Aşk aştır... Ama, bak sana söyleyeyim, aşk asla rezillik değildir. Mevlâna şiire rezillik derken, aşk karşısında şapka çıkarmaktadır. “Aşk olmasaydı okyanuslar buz tutardı...” diyor. Yunus Emre “Aşk gelicek cümle eksiklikler biter.” Diye söylüyor. Dünyanın en büyük aşk şairi sayılan Leyla ile Mecnun mesnevisinin yazarı Fuzuli ise “Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak...” diyor.”
“Ahmet Eflâki hazretlerinin “Ariflerin Menkıbeleri” kitabında yazar : Yüce Mevlâna’ nın eşi Kira Hatun, kocasını yakın takibe almış... Her gece, bir başka eşinin odasında kalan Mevlâna, “Seni seviyorum” dermiş.. Sıra yeniden Kira Hatun’ a geldiği gece Mevlâna ona da “Seni seviyorum” demiş. Kadın huysuzlanmış : “Hadi canım sende !.. Bana yalan borcun yok... Daha dün ötekine diyordun... Önceki gün de öbürüne söyledin aynı sözleri !...”
Mevlâna’ yı alt edeceğini sanmış kadın.. Fakat Hazreti Pir, buyurmuş : “Elbette !.. İnsanın gönlü buğday çekirdeğine benzer.. Bir buğday tanesinde kırk buğday saklıdır... İnsan da aynı anda birden çok kişiyi sevebilir !...”
Doğru.. Başına gelmeyen bilmez.. Eskiden ecdadımız dört evliydiler.. Elbette dördünü de seviyorlardı.. En azından severek almıştılar. Kimsenin koynuna zorla kadın sokulmaz ki !..
Türk halk edebiyatında “aşklar” genellikle tek eş, tek sevgili üzerine kuruludur... Fakat Karacoğlan “sevgilisi” olarak aynı şiirde birden fazla kızın adını sayar.. Bazen bir kıza vurulmuştur, gelinle durulur... Bir de türkümüz var :

“Avcılar diz bağladı
Beni bir gelin vurdu
Yaramı kız bağladı...”

Köroğlu ise bambaşkadır. Asıl karısının ismi Nigar Hanımdır... Fakat körolası yiğit başı, bir sevda ile teselli bulmaz. Birine âşık olur. Nigar’a “kuma” olarak getirir. Nigar Hatun bozulur bu işe, şikâyetle sızlanır... Köroğlu’ nun; bizim “Köroğlu” kitabında yer almayan Karslı Aşık Fikret Ünal’ dan yeni derlediğimiz, ilk olarak bu sohbette sunulan şiiriyle Nigar’a cevabı şöyle :

“Han Nigar’ ım, benden yüzün çevirme
Bir yiğide iki güzel çok mudur ?
Ben âşığım seni benden ayırma
Bir yiğide iki güzel çok mudur ?
Biri kır atımın çulunu diker,
Biri yıllar boyu nazımı çeker,
Biri ben ölende göz yaşı döker
Bir yiğide iki güzel çok mudur ?
Biri Çerkez olsun, biri Abaza
Birinin koynunda gülleri taze,
Biri rakı verir, birisi meze
Bir yiğide iki güzel çok mudur ?
Biri Köroğlu’ nun sâdık yâridir,
Biri karşı dağın beyaz karıdır,
Üç güzelden üçü benim yârimdir
Bir yiğide birkaç güzel çok mudur ?” 

Evet, büyük aşklar büyük şiirleri doğurur. Gizli aşklar da, ikinci, üçüncü aşklar da gizli şiirleri doğurur...

“Gel be dilber zevk edelim
Orda yalnız ne yatarsın ?
Acı şarap kadehime
Dudağından bal katarsın.
Kızlar bana bakarsa da
Yasemin, gül kokarsa da
Yarın gönül bıkarsa da
Bugün için sen yetersin...
Dudakların; o ne meydir ?
Bu sendeki nice huydur ?
Gönül nişan, kaşın yaydır
Kirpiğinle ok atarsın..
Desem sana; “Sevişelim”
Dersin : “Hayır konuşalım”
Desem : “Gel kız öpüşelim”
O dem hemen kaş çatarsın...”

Kimin bu şiir ? Sevdalar ozanı Karacoğlan’ ın mı ? Seyrani’ nin mi ? Fuzuli’ nin mi ?
Bilemediniz... Hemen kopya vereyim.. Atsız’ ın !... Hani şu Türkçülük davasının büyük mücahidi Hüseyin Nihal Atsız’ ın !...”
“Evet, böyle Atsız’ ın buna benzer nice şiiri var. İşte bir tanesi daha :

“Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Baş ucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vaz geçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum...
Bu yollar, bilmem ki dağ mı, ova mı ?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı ?
Kış ! Yolun nereye? Bizim eve mi ?
Sen götür, ben haber salamıyorum...
Her gece orda bir yaslanan mı var ?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var ?
Uzaktan bana bir seslenen mi var ?
Ne diyor ? Sesini alamıyorum.
Acaba yaşlı mı kara gözlerin ?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin ?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.
Günleri sayarım, geceler iner
Beklerim geceyi, yıldızlar söner,
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar;
Neresi ? Bulup da silemiyorum.
Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmaya yetmiyor Atsız’ ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Halâ yaşıyorum, ölemiyorum.”

İşte böyle...
Bak sana söyleyeyim “Gerçekten de güzel sevmek hücreleri yeniler, kanı harekete getirir. Güzel seven, kalp krizinden ölmez. Güzel sevmek ekmekle baklava yemekten iyidir...”

Soru 5 : İstanbul’ da “Bizim Meclis” diye bir gurubunuzun olduğunu duyduk. Anlatır mısınız bize, kimler var bu gurupta ? Neler yapıyorsunuz ? Birlikte gezilere de çıkıyor musunuz ?

Cevap 5 : “Her muhabbet ehlinin bir çevresi, içine girdiği dost topluluğu vardır. Bu dost gurubu, acıları azaltır, sevinçleri çoğaltır... Çünkü acılar dostlarla paylaşılırsa hafifler; sevinçler dostlarla paylaşılır, yaşanırsa katlanır... Bizim de böyle bir gurubumuz var. Sanatçılardan, sanatseverlerden oluşan gurup. Arada, toplanır keyifleniriz...
Zaman zaman da bir araya gelir hüzünleniriz... Gurubumuzun adı “Bizim Meclis” dir. .. Başkanımız Dr. İrfan Doğrusöz. “Jeneral Menejer” imiz Rumi Özcan. Şef Genel Başkanımız da M.Rauf Alanyalı’ dır. Ona “Baba” deriz, onbeş günde bir Kumburgaz’ daki köşküne ziyarete gideriz...

Soru 6 : Bir keresinde İstanbul’a geldiğimde, Kumburgaz’ daki köşke beni de götürmüştünüz. Sanat yüklü, muhteşem bir köşk... Orası mı ?

Cevap 6 : Evet... Evet orası...
Besteci dostlar yeni eserlerini icra ederler, ses sanatçıları şarkılar söylerler... Şairler de yeni şiirlerini okurlar...
“Bizim Meclis” ten herkes marifet göstermek zorundadır. Müzik başlayacağı zaman bir levha çıkar ortaya. “Söz Meclisi değil, saz meclisi... “Etem Çalışkan’ ın güzel hattıyla bezenmiş bu levha baş köşeye konulunca söz musikinindir artık.
Muhabbete şu açış şarkısıyla başlanır. “Bizim Meclis, Bizim Meclis / Yok içinde hiç yabancı / Şiir dolu, beste dolu / Kendi hanı, kendi hancı / Hoş geldiniz..."”Gecenin sonunda da bu müzik parçası "Ah bitti..."”diye sona erer...

Soru 7 : Bizim Meclis’ in seyahatlerini sormuştum ?

Cevap 7 : Deli fişek, cevap veriyoruz ya işte !.. Dinle bak !.. “Bizim Meclis” üyeleri ara sıra yurt içi gezilere de çıkar. Topluca, Bodrum’ daki, Marmaris’ teki, Pamukkale’ deki, Antalya’ daki dostlar ziyaret edilir... Birinde Avşa’ ya uzandık...
“Bizim Meclis” ile harika güzellikler yaşadı Avşa... Gençlikte bir kere gittiğim Avşa, dostlarla bir başka keyif verdi, söyledim :

“Bir yanda Avşa, bir yanda Ayşe
Sevdalandım, bak şu işe
Madem öyle, gelsin şişe !..
Avşa’ dayım yaşıyorum,
Sana doğru koşuyorum...”

Şiirin gerisi de var...
İlham veren oldukça şair, yazar... Gerçi ben öyle “peri” falan beklemem, çömerim daktilomun başına, yazarım... Ve Avşa’ da bir yoklama yaptık, şöyle :

“Yoklama başlıyor Avşa’ da
Başkan İrfan “varım” desin
Sıra Hülya ve Ayşe’ de
Onlar bize “yârim” desin.
Rakı dayanmaz şişede,
Rumi Özcan baş köşede,
Ali Rıza Köprülüler
Her yanımız tarım desin...
Gönlümüzü yoruyoruz,
Gözümüzü koruyoruz,
Adnan’ a kız arıyoruz
İşte benim karım desin...”

Adnan, dediğim; Adnan Mungan... İstanbul Devlet Türk Musikisi Korosu sanatçısı... Evlenmeye kız beğenmez... Bizlerin gönlünü yoran gözümüzü korumaya çalıştığımız bunca Avşa güzeli arasında da seçemedi. Televizyona çıktı, bekârlığını ilân etti... Bakalım kısmetine ne çıkacak ? Çok sonraları Macide Hanım ile evlendi.

“Niyazi özenir Özen’ e
Bakar özene bezene
Muallâ ile gezene
Ruslar bile “Çar”ım desin..

Muallâ Hanımı saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Muallâ Gökçay. Atatürk dönemi sanatçılarından... Dost canlısı, yiğit kadındı.. Hakk’a yürüdü. Sonraki zamanda onu, Dr. Fikret Öcalan’ ı meclisimizin büyüklerinden Fikret Tan’ ı kaybettik.
Ölenle ölünmüyor.. “Her nefs ölümü tadacaktır” buyurulmuştur... Ölen ölür, kalanların hayatı devam eder. Yoklamaya devam edelim :

“Sırayı bil Tahir Kutsi
Yoksa işler gider aksi
Münir Bey’e çağır taksi
İşte Yaşar, karım !... Desin...
İklim ile Bilgehan var,
Hem hancılar, hem de han var
Muhabbette bir cihan var
Herkes de “çıkarım” desin...”

Yaz yoklamasında Başkan Rauf Alanyalı ve Semahat Özdenses yer almamış... Fahrettin Çimenli ile Şükrü Şenyaz ve eşleri de gelmemiş. Nedret Aktaş, Yalçın Aral, Lütfi Fidan, İlhan ve Esin Seçkin, Necmettin Uncuoğlu’ da yok... Necla ve Turan Peker görünmüyor... Dost meclisi tamam olarak toplanamaz... Onun içindir ki, her muhabbet eksik kalır... Yeni birleşimler eksiklikleri tamamlamak içindir.”

Soru 8 : Üstadım, bir yazınızda “Amerikalının, Osmanlının yönetim biçimini kopya ettiğini biliyorum. Ancak, “kaside”yi alarak edebiyatında kullandığını bilmiyordum, görünce şaşırdım” demektesiniz. Şiirimiz hakkında ne dersiniz ?

Cevap 8 : Bahsettiğiniz yazıyı 1992 Aralık ayında “Maya Dergisi”nde “Clinton’a Seslenen Şair” başlığıyla yayınlamıştım.
“Amerika’ nın; Osmanlı’ nın eyalet sistemiyle devlet yönetiminden medresedeki eğitim sistemine kadar bir çok yanını aldığını biliyordum... Hattâ, başkanlık sistemi de Osmanlı yönetimine uygundur, denilebilir.Bilmediğim “kaside”nin orada yaşamakta olduğudur... Amerika Birleşik Devletleri’ nin yeni başkanı Clinton, göreve başlarken bir şair hanım, “kaside” sundu kendisine.. Osmanlı; böylesine “culüsiyet” derdi... Padişah görev alırken, göreve başlarken “culüs”u anlatan, gelen padişahın sahip olduğu değerleri öven şiir !..
Amerikalı ünlü kadın şair Maya Angelcu Clinton’ a, bütün dünyanın gözü önünde şiirle seslendi.. Bir tarz “culüsiye” idi bu... Ve zenci kadın şair Maya’ nın şiiri, bütün dünyaya sevgi mesajı veren içerikteydi...
Amerikalıların, modern sanatlar yanında, şiire de önem ve değer verdiğinin işareti idi bu !.. Kilisede tören yapılmış, Clinton ile eşi, Kongre binasından Beyaz Saray'’a yürümüş, daha önce de müzik ve sinema sanatçılarının katılığı dehşetli güzel gösteriler yapılmış... Ve sonra şiir !..
“Amerikan edebiyatı, önceleri “Batı’nın uydusu” gibi başlamış amma, sonradan kişiliğini bulmuş... Dünya çapında başarı ve hattâ Nobel ödülü kazanan şairler, yazarlar yetiştirmiş..”
Şiirimize gelince,
Bütün güzel sanatların anası şiirdir. Güzellikler karşısında insan, şiirin canlılığını yaşar gönlünde !.. Özellikle doğu ülkelerinin insanları, şiir ve musiki ile yetişirler... Sıcak kanlı oluşları, şiire yatkınlıklarını daha da geliştirir. Çin şiiri, Japon şiiri geniş zamana yayılan, derinliği olan şiirdir. Hint şiiri, Arap şiiri de öyle !.. Arap şairlerinin ünlü en güzel eserleri yüzyıllar boyunca “Yedi Askı” olarak Mekke’ de, Kâbe’ de yıl boyunca asılı dururdu. . Döne döne okurdu Araplar onları... Kimilerini de ezberlerlerdi.. Bunlardan bir çoğu putlara dair şiirler olduğu için, İslâmiyet yasakladı... Fakat zaman içinde Hazreti Muhammed’ i öven şiirler de yazıldı.
Tür milleti de şiir sever. Hattâ, Türk milleti, çobanından padişahına kadar şair millettir, demişizdir... Bugün bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya ve Kafkaslardaki Türk toplumları, yıllarca milli benliklerini şiirle, destanlarla koruyabilmişlerdir.. Kırgızların “Manas Destanı”, Azerbaycanlıların “dede Korkut Hafızları” vardır. Ve bugün, Türk Cumhuriyetlerinin caddelerini, çiçeklerle dolu parkları şairlerin, ediplerin anıtları süslemektedir.. Bu ülkelerden yüzlerce devlet adamı, general, zengin kişi gelip geçmiştir ama, ayakta duran Fuzuli, Köroğlu, Nesimi, Genceli Nizami, Nevai, Ahmet Yesevi, Mahdumkulu gibi şairler olmuştur. Bu öteki değerli şairlerimiz, sanatçılarımız, Türklüğün ortak değerleridir.
Selçuklu Devleti döneminde de şiir ve şairler vardı. Hem halk ozanları, hem divan şairleri... Türk topluluklarında saygın yeri olan “ozan” Selçuklu döneminde “kemalini” bulmuş, bir Yunus Emre yetiştirmişti... Mevlâna da aydın kesime şiirleriyle sesleniyordu. Bu ikisi, şiire muhatabı etkileme gücü buluyordu.. Ve bugün, yedi yüzyıl sonra anılmaktaysalar, şiir yüzündendir...
Osmanlı İmparatorluğu devrinde de halkta ve sarayda şiir üst düzeyde tutulmuştur.. Sarayın ve konakların desteğinde, ölmez eserler veren şairler yetişmiştir... Nedim, Baki, Nef’i, Necati, Enderunlu Vasıf... İlk akla gelenler... Bir de Şeyh Galip.. Osmanlı döneminde, şairler methiye olarak “kaside” yazarlardı. Bir saygın kişinin, özellikle padişahın ölümünde yazılana ise “Mersiye” denilirdi. Nedim’ in “İstanbul Kasidesi” ve Baki’ nin Kanuni’ nin ölümü üzerine söylediği “Mersiye” pek ünlüdür. Hele hele Fuzuli’ nin “Su kasidesi” oldukça meşhurdur.”

Soru 9 : Üstadım, günümüzde yaşayan şairlerimizden özellikle dikkatlerinizi çekenler var mıdır ?

Cevap 9 : Vardır elbette... dedik ya, Türk milleti şair millettir diye... Tür şairleri öylesine güzel eserler veriyorlar ki, hangisini söyleyeyim bilemiyorum. Şu anda aklıma gelen bir ikisini örnek olarak vereyim de, senin bu zor sorundan kurtulayım. Çünkü, bizim şairlerimizin hepsi, ama hepsi kıymetlidir. Hepsi mükemmeldir. Hepsi çok güzel ürünler vermektedirler.
Dikkatimi çekenlerden sadece bir ikisini bildireyim. Meselâ rahmetli olan destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ nun yeri bir türlü doldurulamıyor. Ben ona çağımızın Dede Korkut’ u diyordum. Maya Dergisi’ nde Eylül 1983 tarihinde “1900’ lü yıllardaki Dede Korkut’ un adı Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ dur” demiştik.
Gene Maya Dergisi’ nin Nisan 1993 tarihinde “Has şiirin ağası” başlıklı bir yazı ile yaşayan şairlerimizden, senin de hakkında gayet güzel bir tahlil kitabı yayınladığın Halil Soyuer’ i anlatmaya çalıştık. Bursa’ mızın tarihi İznik şehrinde düzenlenen bir şölende onu yakından tanıma ve dinleme imkânını buldum.
Ayrıca “Has şiirin ustası” başlıklı bir yazımızla Temmuz 1984 tarihinde gene aynı dergide Mustafa Necati Karaer’ den bahsetmiştim.
Bütün bunlarla beraber, ben, şairlerimizin tamamını seviyor, dinliyor ve okuyorum. Onları bir kahraman olarak, sevgi kahramanları olarak ele alıyorum.
Bak, sana “Benim Gizli Yazılarım” kitabımda ismi geçen şairlerin bir listesini vereyim. Dikkat et bunların içinde senin ismin Mustafa Ceylan da yok. Deli fişek, sen de epey zamandır şiir meclislerinden uzaksın. Demek ki toplantılara katılmıyorsun. Yoksa gizli şiirlerle mi uğraşıyorsun?
Her neyse liste şöyle :
M. Rauf Alanyalı - Halil Soyuer - M. Necati Karaer - Mehmet Öklü - Yaşar Faruk İnal - Cemal Safi -Ahmet Özdemir - Muharrem Kubat - Ahmet Tufan Şentürk - Eşref Eroğlu - Aziz Bolel - Melek Yenişehirli - Fikret Akın – Mecit Uyanık – Tayyar Tahiroğlu – Ali Bilgiç – Altay Recepoğlu – Harid Fedai – Göktürk Mehmet Uytun – Tudorko Arnaut – Nail Tan – Mehmet Önder- İlyas Tapdık – Nikolay Baboğlu – Şadiye Türker – Mustafa Yılmaz – Ayşe Morgül – Feyzi Halıcı – Ayhan İnal – Prof. Dr. İsmail Parlatır – M. Zeki Akdağ – Akdağlı Kara Ozan – Aysen Akdemir – Güngör D. Arıbal – Cevdet Aslangül – Veli Avcı – A. Rahim Balcıoğlu – İsmail Bengi – Murat Çobanoğlu – Anjela Çokina – Meral Dalaman – Muhsin Durucan – Mehmet Erdoğmuş – Kerim Aydın Erdem – Coşkun Ertepınar – Emine Ertem – Aşık Fezai – İlhan Geçer – Bahar Gökfiliz – M. Asım Görbil – Hüseyin Güney – Erol Güngör – Ömer Kalafat – Ferzan Meriç – Fatma Onur – A. Turan Oflazoğlu – Lâtif Özgen – Nihat Özyüksel – Gültekin Samanoğlu – Metin Nuri Samancı – İsmail Ali Sarar – Cafer Tayyar – Ali Teşdoğ – Şükrü Erdoğan Ulu – Mehmet Yardımcı – Asım Yekeler – Ünal Yürekli – Aşık Yener – Gönül Halıcı – Ayten Günaydın – Yahya Akengin – İrfan Ünver Nasrattınoğlu – Karslı Aşık Fikret Ünal – Niyazi Özen – Adnan Mungan – Ali Rıza Köprülüler – Rumi Özcan – Fahrettin Çimenli – Nedret Aktaş – Yalçın Aral – Lütfi Fidan – İlhan Seçkin – Necmettin Uncuoğlu – Turan Peker – Ali Naili Erdem – İskender Cenap Ege – Ümit Yaşar Oğuzcan – Ömer Kayaoğlu – Ünal Yaltırık – Mert Ata Yaltırık – Türkan İldeniz – Zühal Seçkin – Osman Atilla – Arif Ay – Ve diğerleri... Yüzlerce kıymetli isim.. tabii ki hepsi şair değil. Yazar, araştırmacı, bestekâr olan daha niceleri...
Bu isimleri belirli bir sıraya göre sıralamış değilim. Rast gele sıraladım. Bunlar ve bunların dışında şu anda isimlerini sayamadığım nice şairlerimizi ve yazarlarımızı canımdan çok seviyorum. Hapsine değer veriyor ve hepsini de yürekten kucaklıyorum.
Çünkü “Şiir düşünmeyen, şiiri yaşamayan insan, dünya güzelliklerine boş gözle bakar... Şiiri yaşamak aşkı yaşamaktır. Aşkı yaşamayan da şiiri yaşayamaz. Aşk olmadan şiir yaşanmaz ve yazılmaz..."
”Çünkü, “şiiri yaşamaya, düşünmeye başlayınca insan, bambaşka bir hayata girer... Orada her şey yeşilliktir, pembedir. Pembe gözlükler takar kişiye şiir. Kaf dağına ulaştıracak kanatlar takar.. Başka dünyalara gidilir... İç dünyalara... İç dünya apaydınlıktır, güzellikler mahşeridir... Güzellik ise duyarlı yüreğin arayıp da bulamadığı şeydir.”
Çünkü, “bir ırmaktır gerçek sanatçı, bir hazinedir... Zaman içinde ölüp gitmez böyleleri, bıkkınlık vermez... Güzeli aramıştır böylesi sanatçı; bulmuştur ve insanlara doyumsuz hazlar yaşatır.”
Çünkü, “şairler Tanrı’ ya en yakın olan kimselerdir.”
O nedenle, son olarak demek isterim ki, şiir seven, şiir yazan, şiir söyleyen herkesi camdan selâmlıyorum ve kucaklıyorum...

Soru 10 : Üstadım, taşlama konusunda ne diyorsunuz ? Size kimi şairlerin taşlama yazdıklarını duymuştum ?

Cevap 10 : “Karagöz oyunu “başlayalım mı, başlayalım mı / Karagöz’ ün evini taşlayalım mı ?” diye başlar. 
Karagöz oyunlarında sosyal taşlamalar geniş çapta yer alır. Toplumsal ve kişisel yergiler, hicivler... Divan edebiyatımızda bu tarzın adına “hiciv” diyorlar. Halk edebiyatımızın ozanları “taşlama” söylerler.
Günümüzde de “yergi” diyoruz. Kendi kendine yergi yazanlar da vardır. Bunların başında Ümit Yaşar Oğuzcan gelir... İşte:

“Ulan Ümit Oğuzcan
Ulan hergele
Ulan ekşimiş ayran
Ulan düdüklü tencere !..”

Bir ara, aşk şiirlerinin ünlü şairi Ümit Yaşar’ la ters düşmüştük. Beni mahkemeye vermişti. Evine telefon açtım; kendisine kendi şiiriyle hitap ettim... Sonradan barıştık.. “Yahu dedi, o yergi, ilk defa, senin ağzından bir küfür gibi geldi !.. Küfür gibi gelse de yergi okumak, taşlamaya muhatap olmak hoştur..”
Ben, “halk ozanlarından çok övgüler, sövgüler aldım. Hakkımda methiyeler, yani güzellemeler yazıldı, taşlamalar söylendi.
En dokunaklı taşlamayı da Ömer Kayaoğlu yazdı. Ömer Kayaoğlu, değerli bir şairimizdir. Asker kökenli olan Ömer Kayaoğlu, sonradan bakırcılık işine atılmıştır. Yarbaylığa yükseldiği askerlik hayatı başarılarla doludur. Sanat hayatı da öyle.. Şiirleri bazı yabancı dillere çevrilmiştir. Özellikle Makedonya’ da, kitabı yayınlandı. Şiirleri okul kitaplarında yer aldı.. Çok severim Ömer Kayaoğlu’ nu.. Allah uzun ömürler versin, o da beni sever..
Benim Gizli Yazılarım kitabı hazırlanırken “seksenlik delikanlı Ömer Kayaoğlu ile telefonlaştık. Hal-hatırdan sonra usta ozan söze girdi:
-Yahu Tahir Kutsi, sana bir dörtlüğüm var, on yıldır meydana çıkarmıyorum, çıkaramıyorum.
-Niye ki ?
-Kırılmayasın diye..
-Kırılmam dedim. Oku hele dedim. Okudu ;

“İyi kötü dostuz şurda
Üzmeyelim bu çocuğu
Ha Denizli’ nin denizi
Ha Tahir’ in doktorluğu..”

Üstad, 1989’ da İnönü Üniversitesi Senatosu’ nun bize “Fahri Doktorluk” ünvanı vermesinden sonra yazmış bu yergiyi.. Kırılmadım, niçin üzüleyim ? Öyle ya, ha Denizli’ nin denizi, ha Tahir’ in doktorluğu.. İkisi de yok” diye düşünüyorum.
“1989 Mayısında Ömer Kayaoğlu’ nun bana bir yergi daha yazdığını duydum. Eskişehir’ deyiz.. Yunus Emre anma törenlerinde.. Yerel seçimlerden hemen sonra !..
Desteklediğim adaylar seçim kaybetmiş. Hastalıktan yeni kalkmışım.. Bastonla dolaşıyorum. Başı kesik tavuk gibi dolanıp duruyorum.. Ömer Kayaoğlu durumu, halimi, istikbalimi görmüş.. Dörtlemeler yazmış. Görelim ne demiş ? :

“Tarla’ sında kaç türlü tohum sınadı
Yâri övdü, ağyârini kınadı
Bir yol ayırımına vardı ki heyhat
Tahir Kutsi yanlış ata oynadı.
Beldeleri yitirdiler davayı
Bundan geri ne ağa var, ne dayı !
Hendek mi açarsın, bent mi dikersin ?
Aman Tahir sıkı koru “Tarla”yı...
Güvendiği dağlar örtüldü karla
Değirmen döner mi cılız pınarla ?
Bir afat vurdu ki düşman başına
Ne işlesin Tahir, neylesin tarla ?
Gücenme ki dostça yereyim seni,
Bir çetin savaşa süreyim seni,
Doruklara yokuşlardan çıkılır
Haydi Tahir Kutsi, göreyim seni !.”

Ömer Kayaoğlu’ nun eline, gönlüne sağlık.
Eline gönlüne sağlık diyeceğim bir başka dosttan mektup aldım. Gönderen belirsiz.. İçinden “Tahirname” çıktı. Hele okuyalım :

“TAHİRNAME

Hoşça bak saçına kim zübde-i âlemsin sen
Bir karış boyunla minare gibi fidansın sen.

Aldırma el-âlemin çürük lâflarına
İsm-i pâkin gibi tahirsin sen.

Kaybolup kalmışsın Ortadoğu’ da amma
Erbab-ı kalem arasında üstadsın sen.

Yek-çeşm-i çıkarırlar yıllarca namzet deyü
Aslında Nobel’ e gerçek adaysın sen.

Miniksin, minyonsun, cimbakukasın, lâkin
Tarihin görmediği pehlivansın sen.

Denizli’ den çıksa da horozların şahı
Eminim şahenşahların şahısın sen.

Kutsiya maharetin tasdik olunmuştur cihanda
Makalâtın ile doktor-u azamsın sen.

“Fakir İşi”dir sunduğumuz hedaya
Binlerce armağana müstahaksın sen.

“İç Göç” diye yollarda düzülenler, dizilenler
Gördüler ki : Üstad-ı röportajsın sen.

Al kırbacı eline “Deli Tay’ ım benim
“Kamyon” u Bakü’ de bastıransın sen.

Bu nev-gazeli seninçün etdim ibdia
Gazetede bastıracak kadar erkeksin sen.

Firgani kimseye yazmamıştır hayatında medh ü sena
Billâhi hezar sitayişe elyaksın sen.”

Bunu yazan ve “Firgani” mahlasını kullanan kişi, beni ve kitaplarımı, edebiyat çalışmalarımı iyi bilen biri..”

Soru 11 : Ömer Hayyam ve şiirleri hakkında görüşlerinizi alabilir miyim ?

Cevap 11 : “... Sevdiğiniz bir ressamın tablosunu duvara asarsınız, ömür boyu bıkmadan seyredersiniz.. Her seferinde de tablo da yeni güzellikler bulmacasına !.. Sevdiğiniz bir müzik parçası da öyledir... Bin defa dinleseniz aynı lezzeti alırsınız... Gittiğiniz sanat toplantılarında o müzik parçasının çalınmasını, söylenmesini isterseniz. “Bir daha, bir daha !..” dersiniz.
Yazın tatile giderken öyle yaparım; sevdiğim şairlerin, yazarların kitaplarını alırım... Sevdiğim ses sanatçılarının kasetlerini taşırım... Kumburgaz’ daki kitaplığımda da epeyce kitap birikti. Bu yıl, götürmeye gerek yok.. Derken, evdeki kütüphanede Ömer Hayyam gözüme ilişti... “Eyvah, dedim, geçen yıl niye götürmemişim ki ?...”
Ömer Hayyam bitmez, tükenmez bir filozof şairdir... Yunus Emre’ nin “Her gün yeni doğarız, bizden kim usanası” dediği gibi. Ömer Hayyam her dem yenidir.
Kitabı devirirsiniz üç gün sonra veya bir yıl sonra yeniden okusanız aynı zevki alırsınız... Bu yüzdendir ki, 12. Yüzyılda yaşayan Fars şairi Ömer Hayyam, dünyanın en büyük on şairi arasında yer almıştır. İç içe yaşadığımız, kelime alışverişi yaptığımız bir dilin şairi olmak bakımından bize yakındır Ömer Hayyam...
Şiiri ve felsefesiyle de bütün insanlığa yakın !.. Adını caddelere, lokantalara koymuşuzdur. Bizden biri sayarız...
Ömer Hayyam için “aşk ve şarap şairi” denir.Doğrudur... Onun aşkı, büyük inançla bağlı olduğu Allah’ ın güzel kullarıdır... Şarabı ise iki anlamda kullanılır. Bir, bildiğimiz şarap, ikincisi de maddi değil, manevi anlamındakidir. İnsanı kendinden geçiren, soyut olarak hoş eden iksir !..”
“Kimisi tasavvuf diliyle Allah’ a hitap edişi dolayısıyle Ömer Hayyam’a “zındık” der çıkar... O ise, Yüce Mevlâ’ ya inananların başındadır... Tanrı’ ya yönelişte yorumu başkadır, o kadar !...”
“Ömer Hayyam’ da isyânları, serzenişleri, toplumsal eleştirileri bulursunuz...”
“Ömer Hayyam, yaşama sevinci verir insana !.. 
Ömer Hayyam’ dan bir iki dörtlük ezberleyin, tavsiye ederim. Sabahları duadan sonra okursunuz, gününüz şenlenir... Bana derler : Her zaman ve şart altında yüzün gülüyor niçin ?”.. Cevap vereyim : Aşkı sürekli yaşıyorum da ondan... Aşk taşıyan, aşkı yaşayan yarı deli gezer, yiğidin hası da yarı delilerden çıkar... Acılı durum da olsa, canım sağ diyerek şükreden insan yaşama sevinci duyuyor demektir...
Karun kadar zenginliğin olmuş ne fayda; ağız tadıyla dostlarla, yakınlarınla yiyemedikten sonra !.. Benim bir gönül adamı olarak tarhana çorbasından baklava lezzeti alışım ondandır... Ko gitsin, derim. Bundan kötüsü ne olur ? derim. Ömer Hayyam’ da benim kafadadaır.
Mevlâna’ nın “Bana ne elin bal şerbetinden / İşte önümde ayran tasım...” dediği gibi Ömer Hayyam da varlık ile yoksulluğu bir tutar... Önce can sağlığı der...
Ve şöyle söyler :

“Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok
Kızıl dudaklar, misk kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, taslar yok,
Ben düşündükçe var dünya, ben yok, o da yok” 

Ömer Hayyam, ülkedaşı Şirazlı Şeyh Sadi gibi düşünür.. Sadi; “Sevgilim, biliyor musun Cennet, sevişmesini bilenlerindir” diyor...
Vaad edilen “kırk huri”nin düşüyle yaşar... Fakat önce, dünyadaki güzellerin peşinde koşar, Dünyadaki güzeline şöyle seslenir :


“Sevgili, seninle bir pergel gibiyiz
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç başbaşa verecek değil miyiz ?”

Ve bir başka rübaisinde sevgiliye yine seslenir :

“Benim halimden haber sorarsan
Bir çift sözüm var sana yürekten
Sevginle gireceğim toprağa
Sevginle çıkacağım topraktan...”

Fuzuli şöyle der : “Dest busi arzususyla ölürsem dostlar / Kuze eylen toprağım, sunun anınla yâre su... “Yani, sevgilinin öpücüğü arzusu ile ölürsem, toprağımdan testi yapın, sevgilime su verin.. Demek istiyor... Öyle ki dilber, testiden su içerken Fuzuli ile öpüşmüş olsun !...
Ömer Hayyam da toprak motifini çok kullanıyor. Doğada oluşan her güzelliğin, her çiçeğin, daha önce yaşayıp ta toprak olmuş her dilberden eser taşıdığına inanıyor... Vaktiyle “güzellikler şahı” olarak hüküm süren güzellerin, hoş kokulu bir çiçek olarak dünyaya yeniden gelişini düşlüyor... Buna inanıyor, şöyle diyor :

“Ovada her kızıl lâlenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi
Yerden biten şu mor menekşe yok mu ?
Bir güzelin yanağındaki ben! Di...”

İşte böyle, Ömer Hayyam muhabbeti bitmek bilmiyor... Erenler böyledir, rahmet isterler... Ömer Hayyam’ ın ruhunu sevindirdik; bizler de bir dilekte bulunalım : Allah bizleri Cennetinde Ömer Hayyam’ ın bulunduğu yerde buluştursun; hurilerin, gılmanların oynaştığı Kevser ırmağının kıyılarında...
Amin !... Desene be sayın Ceylan !
-Peki üstadım, diyelim : Amin !...

----DEVAMI VAR-------------------
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi