11/02/2015, 03:09

GENÇ KARDEŞİME : Şiirde Tarz(2)
Mustafa CEYLAN
**************
18.11.2011
Acemi elinde saz, âhenkli ses çıkaramaz. Çok sayıda türküyü, şarkıyı ezbere bilirim ve kendimle başbaşa kaldığımda başından sonuna kadar çığırırım da; elime bir bağlama vb enstrüman verseler, o çok sevdiğim türküyü çalmayı bırakın, çıkaracağım uyumsuz seslerle türkü katili olur çıkarım. En iyisi mi, elimle-dilim, dilimle yüreğim, yüreğimle aklım arasında gidip gelen şiirime sahip çıkmak.
Bunu niye söylüyorum?
Şiirde tarz konusunu gündeminize sunmak, dünden kalan soruya cevap aramak için.
Şimdi, Neşet Ertaş’ın çaldığı bağlama ile rahmetli Özay Gönlüm’ün bağlamasını düşünelim.
Birisi İÇ ANADOLU BÖLGE’mizin "bozlak"larını havalandırırken, ötekisi EGE YÖREMİZİN hoş nağmelerini sunmuyor mu? Hele ki, bir Karadenizli kemençe ustasına kulak verelim, onun bize-yüreğimize verdiği -estirdiği hava daha bir başkadır. Öyle değil mi?
İşte şiirde tarz da buna benzer.
Şu halde nedir tarz?
Özgünlüktür, üsluptur, söylemdir, sunum-anlatım biçimidir.
O halde, gene geliyoruz 3 temele.
Hece’ye, Aruz’a, Serbest’e...
Bu üç temeli yalnız başlarına veya birbirleriyle ve kendileriyle harmanlayarak üzerinde duygu kervanlarımızı yürütebilmeliyiz. Yürütebilmeliyiz de, hani bizim köylü Osman’ın düğünde oynaması başkadır, Hacer Abla’nın kızı Dudu’nun sakız çiğnemesi daha başkadır.
Yani, ne kadar şair varsa, o kadar "tarz" vardır. Olmalıdır!
Başkasına, usta’ya, ünlü şaire ve daha önce yazılanlara BENZEMEK, bir bakıma aynilik, GÖLGEDE KALMAKTIR ki bunu hiç bir şair istemez.
Evet, eskiden-mâziden-ustalardan faydalanmalı, onları okumalı, bilmeliyiz ve onlardan ders de almalıyız. Ancak, onu TAKLİD ETMEMELİYİZ!
Etkilenebiliriz ama onun yolunda gideyim derken, onun gölgesinde yok olmak da vardır. Biz olmalıyız! Taklidçi değil, teknikten faydalanan ama, o tekniğe kendi tarzımızı giydiren, nakışlayan olmalıyız...
*
Önde gidenleri geçme heyecan ve telaşıdır şiirde tarz.
Ustalık, kendi tarzını yaratmış, ortaya koymuş olmaktır.
Getirin bana Nazım Hikmet-Necip Fazıl-Yahya Kemal-Ahmet Arif şiirerinden herhangi birisini, altından şairinin adını silin, okuduğum anda o şiirin HANGİ ŞAİRE AİT OLDUĞUNU SÖYLERİM. İşte bu bilme işi, o şairin TARZ’ındandır.
Nazım Hikmet’in serbest - ses oyunlarıyla dokunmuş- "memleketimden insan manzaraları" ve öteki şiirleri ile Yahya Kemal’in "Yeniçeriye Gazel", "Akıncılar" şiirlerini düşünün. şiirlerinin yapı teknikleri, şiirlerinde kullandıkları kelimeler farklı farklıdır, öyle değil mi? İşte bu farklılık "tarz"ın taa kendisidir.
Şiirde tarz, şiirin tekniği ile, şairin hayat tecrübesi, duygu yoğunluğu, kelime haznesi ve bilgi birikimiyle de doğrudan alâkalıdır. Zira şiire, kelimelerle dar alanda dans etme sanatıdır dedik. Kelimelere ruh katma ve kendinize ait orjinal söylem - sunum geliştirmek zorundasınız. O zaman bilirim ben sizin şiire olan saygınızı. O zaman daha çok severim sizi.
*
Biraz da zamanla oluşacak bir olaydır "tarz"... Demir dövüle dövüle, yana yana şekil alır. Zaman şakaklarımızdan geçip giderken, en çok da şiir yazan kalemimizi etkiler. Ve çoğumuz, seneler önce yazdığımız şiirleri gördükçe "beğenmez", hattâ aceleden "kitap çıkardı" isek, o acemilik, o toyluk dönemine ait kitabımızı pek ortalarda dolaşsın da istemeyiz. Çünkü, zamanla olgunlaşan "dil" ve "söylem" yeteneğimiz kendi "tarz"ımızı ortaya koymaya başlamıştır da ondan...
Dil’in kullanımının öteki adıdır "tarz"...
Anlıyacağınız, şairin dilidir....
*
Şiirin ana yapısına, konusuna şairin bakışıdır.
Dilini "kırbaç" olarak kullananan bir dostum, aşk ve gurbet şiirinde bile "kahramanlık şiirlerindeki savaşı" yaşıyor gibiydi. Dinî-tasavvufî esaslı bir şiirle müziğini, yayla çeşmesinin oyun havasına benzeterek çalamazsınız. Gülerler adama...
Bir adam tanıyordum, dev cüsseli, iri kıyım, kalın bıyıklı... Parmakları benim iki parmağım kalınlığında, bakışları keskin, bıyıkları bir kamyon yükündeydi dudaklarının üstünde. Çoğu arkadaşımız o’na "mafia babası" diyordu. Günlerden bir gün karşılaştık onunla. Biraz ürktüm ve korktum da.
-"Meraba Mustafa abi!" diye çocukça bir ses duymam mı?
Önce inanamadım kulaklarıma. Tıpkı bir çocuk sesi idi. Oysa, o dev adamdan gök gürlemesini andıran bir ses duyacağımı sanıyordum. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Her dağın ayrı sesi, ayrı çiçeği, ayrı bulutu vardır. Çiçek, bulut, ses kelime olarak aynı olsalar da, Torosların balı farklıdır, anzer balı da çok farklıdır, değil mi? Dağın otuna göre kuzuların kokusu bile...
Şairin yetiştiği ortama, aile yapısına, eğitimine ve yaşadığı olaylara, hayat tecrübesine bağlıdır tarzı da... Bir çeşit şair kimliğidir...
Kimliksiz bir şair olarak dolaşmak yerine, tarzınızı ortaya koymuş bir şair olarak bilinmeniz dileğiyle...