11/02/2015, 04:16
Şiir ve Anlatım(5)-Kafiye ve Ses
Mustafa CEYLAN
************************
Hece Vezni ile şiir yazan kardeşlerime bir önerim var
KELİME VE HARF KONUSUNDA, O DA ŞU. İnanın TÜRKÇE çok ZENGİN bir DİL… BİR şiirde TEKERRÜR(TEKRARLAMA) SANATINI kullanmıyor ve TONLAMA-VURGU yapmayacaksanız n’olur AYNI kelimeyi kullanmamaya gayret edin. Türkçe’mizde o kelimenin yerini tutan bir çok kelime daha vardır.
Yani,
MUADİL İLAÇ VARDIR bilirsiniz; yerini tutar, aynı etkiyi yapar ya; hah aynen öyle de; KELİME’ nin de muadili vardır. Bazen öylesine mısra şekillenmesi olur, orada, muadil asıl kelimenin etkisinden daha da etkili olabilir.
Türkçe’ nin "cinas" gibi harika bir yapılanması vardır. Hiç bir dile bu kadar zenginlik nasip olmamıştır. Bazen düz-dümdüz söylemeniz gerekeni (zafere tersinden de gidilir hesabıyla)tersten, negatif yolla daha kolay anlatabilirsiniz.
Dar alanda kelimelerle muhteşem bir söz dansı yapmaktır şiir.
Az sözle sonsuzluğu anlatmaktır şiir.
Bu yüzden, şiiri KURALSIZ ve BİTEVİYE SERBESTLİĞİN girdabına atanlar da kelimelerin âhenkli salınımından, rakstan asla vaz geçemezler.
Sonra;
Hem düşünün bir ÇOCUK DOĞAR DOĞMAZ yürür mü? Çocuk beslenecek, gelişecek, zaman geçecek, büyüyecek ve ondan sonra yürüyecek değil mi? NEDEN PEKİ, ŞİİRİ DOĞAR DOĞMAZ NET ORTAMINDA YAYINLIYORSUNUZ? BEBEĞİNİZ-EVLÂDINIZDIR ŞİİR...ONU DOĞAR DOĞMAZ BU CANAVAR “İNTERNET ŞEHRİNE” NEDEN BIRAKIYOR VE “HADİ KOŞ” DİYORSUNUZ? ...
Hece ile yazmaya çalışan bir genç şaire söylemiştim :
ALFABEDE BULUNAN bütün harfleri yan yana yazın, sadece KAFİYELERİNİZİN SON HARFLERİNİ o harflerin altına işaretleyiniz. Aynı HARFİ KAÇ KERE MISRA SONUNDA KULLANMIŞSSINIZ? Bakın ve görün olmaz mı?
Düşünün,
4 kıta bir hece şiiri şöyle:
..............................um
..............................um
..............................um
..............................um
*
..............................m
.............................m
..............................n
.............................um
*
..............................n
...............................m
..............................im
..............................um
*
........um..................im
..............................em
...............................üm
...............................um
Ne olur?
Bu durumda ne olur?
Her mısra bitişinde (mmmmmmmmmmm) veya (ummmmmmm,ımmmm); kulağınızda "vuruntu" meydana getirir değil mi?
Dönüp baktım,
Geçenlerde dönüp baktım kendi yazdıklarıma. Yazdım a’dan Z’ ye kadar harfleri her şiirimi okumadan daha, sadece yoğunluklu kafiye sonundaki HARF’leri işaretledim. Şaşırıp kalmıştım. Ben de, 29 harfin en fazla 6 tanesi ile şiir yazmıştım.
Tuttum,
Yeniden her şiirimi teker teker ele alıp, şiirlerimi zenginleştirdim. Ohhh şimdi ne kadar rahatım, bir bilseniz..
Hecede ŞAİRİN ÇIKMAZI budur işte. KENDİNİ VE KELİMEYİ TEKRARDIR. Dün ustaların kullandığı UYAK ve AYAKlarla, benzetme(Teşbih) leri kullanmaktır. Bu şiiri SIĞ YAPAR.
Düşünün 4 kıtalık bir şiirin bütün KAFİYELERİNE R veya ı-a KULLANMIŞSSINIZ.. baştan sonra RRRRR veya AAAAA diyen bir şiir hoş mu olur? Türkülerimize, şarkılarımıza bakın. İlk kıta GİRİŞ, İKİNCİ KITA GELİŞME, ÜÇ VE SON KITALAR SONUÇ değil midir?
Türkü yada şarkıyı okuyan ikinci kıtaya geldiğinde VURGU yapar, yani BAĞIRIR-SESİNİ YÜKSELTİR değil mi? SES YÜKSELMESİ neyle olur? SESLİ HARFLERLE. Alfabemizde 8 sesli HARF var. Siz hangi sesli harfleri kullanmışsınız şiirinizde?
Geçenlerde bir genç şairimiz bir kitap getirdi. “Hocam beni acımasızca eleştir” dedi.”Peki darılma-gücenme yok” dedim. Bir kağıt çıkardım, alfabedeki 29 harfi yazdım ve “şiirleri okumadan, baştan başla kitabın sonuna kadar bütün şiirlerdeki KAFİYE SONLARINDAKİ HARFLER için bu kağıttaki her harfin altına bir çizik at, say” dedim. Ne görelim dersiniz? 112 sayfalık kitap(tıpkı benim gibi) sadece 6 harften meydana gelmiş KAFİYELERLE YAZILMIŞ. Mahcup oldu o genç kardeşim. “Anladım hatamı hocam” dedi ve “bu kitabı KEŞKE YAYINLAMADAN EVVEL SİZE BİR GÖSTERSEYDİM” dedi ve gitti. O da NET ORTAMINA değil evladlarını-şiirlerini doğar doğmaz, besleyip büyütmeden KİTAP ORTAMINA KOŞ BAKALIM diye sunuvermişti. Üzüldüm…
Gelelim Serbest Şiir yazan kardeşimize;
Evet o da aynı hataları, ZAMANLAMA HATALARINI yapıyordu. Getirmişti kitabını ve masaya koymuştu. Bir de üstelik “hocam sen hece şairisin ya, bak bakalım şuna demişti”. Hiç sesimi çıkarmadım.
Ona, önce NESİR -DÜZ YAZI ile ŞİİR arasındaki MANZUME ile ŞİİR arasındaki farkı anlatmaya çalıştım Ve ekledim HECE VEZNİNİ biliyor musun? O tam bilmediğini söyledi. Dedim: “En iyi SERBEST ŞİİRİ yazan şair, HECE’yi EN İYİ BİLENDİR.” Yüzüme sorgucu gözlerle baktı.
Şekil ve kalıp konusunda, üstadım Necip Fazıl KISAKÜREK’in :
“Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir namevcuttur”
“İnsanların güzel ve çirkinine bakarken iskeletlerini göremeyiz. Görebilseydik hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olması gerek.
Öyleyse bir şiire baktığımız zaman da onun iskeletini görmemeliyiz.
Görmemeliyiz ki, gözlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim.”
”Yine öyleyse şiirde şekil ve kalıp, görünen, tebrik ve ziyaret kabul eden bir ev sahibi değil, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış sonra mutfağa çekilip kapanmış son derece titiz ve hamarat bir hizmetçidir. Ama, öylesine bir hizmetçidir ki, o giderse efendi kalmaz.
””Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak haykırdığı, “ben buradayım” dediği nisbette o şiir KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura alçı dökülmüş ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz."
”şair, mutlaka bir şekil ve kalıba bağlı olan; fakat ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, peçelediği ve manâyı ve edayı onun verâsından devşirebildiği nisbette NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.”
”Ancak, ŞEKİL VE KALIBIN KOLTUK DEĞNEKLERİYLE YÜRÜYEBİLEN NAZIMCI bir tarafa, harikulâde bir (step) temposu içinde elindeki ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN BİR TARAFA…ŞAİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ...”
”Nazım tecrübesi içinde, sırtında kambur gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdiren İKİ SINIF VAR…Şirini şekil ve kalıp, öbürünü de şekil ve kalıbı ezmiştir…””
”GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİĞNEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKANI DÜŞÜNÜLEMEZ. Fakat bu, şekil ve kalıbı kaldırıp atmak, onu YOK ETMEK DEĞİLDİR. Böyle bir hareketin yeri, çürük iskelet dişleri sırıtan bir şekil ve kalıp esaretinden daha aşağıdır.” “
Ve
“Şekil ve kalıbın ana unsurları, dış ahenk, vezin, kafiye gibi kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lafı günübirlikten sonsuza devşiren ve UNUTULMAZ kılan birer VASITA hikmeti vardır. Ama sadece VASITAYLA GAYEYE ERİŞİLEMEZ.
EVVELA UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ VE SONRA ONU, İNCELER İNCESİ VASITALARLA KANATLANDIRACAKSINIZ.
Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde boş yere çırpınan kanatlar ne kadar gülünçse, o gülünçlüğe düşmemek için kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.” (N. Fazıl-Poetika” sözlerinden sonra,
N. Fazıl ile N. Hikmet arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.
Karşımdaki delikanlı şaşırmıştı. Dinledi, dinledi “ikisinin de arasında genelden bakarsak pek bir fark yok. Fark sadece şekilde” demez mi? “fark var, hem de pek çok” dedik VE onunda koyduk önüne bir kâğıt.
“Dere kenarında bir kavaklıktasın. Kuvvetli bir rüzgâr esiyor. O andaki duygularını öyle anlat ki, hem rüzgârın sesini, musikisini duyayım ve okudukça sen de üşü bende” dedim. Aldı kâğıdı yazdı. Ve “hocam rüzgârı hissettiremiyorum, derenin akışının sesini de istersin benden” dedi. “Elbette” dedim.
Ardından ekledim, “o dere kenarında sen değil bir başkası var, onu anlat bana. Yahut, o dere yok şu an, ama yıllar önce varmış, o zaman yaşayan Hamza dayının başından geçenleri bugün sen anlat bakalım” dedim.
Genç kardeşim, anlamıştı.
ZAMANLAMA HATALARI ve olayları-şiirlerinde ELE ALDIĞI KONULARI DİZİŞTE-SERGİLEYİŞTE HATA YAPTIĞINI.
İç AHENK ve RİTM BOZUKLUKLARINI SÖYLEDİK ARDINDAN.
VE TABİİ NESİRLE ŞİİR ARASINDAKİ FARKI…
Şiir, kelimelerin duygusal dansıdır dedik. Üzüldü… Ahenkli bir dans sergilemiyordu dizeleri. O üzüldü, ben üzüldüm…
Serbest şiir demek DELİ TAY demek değildir. Tamam, deli tay olsun, ama, tay’ da KELİME BATAKLIĞINDA BOĞULMASIN…ÇÖPLÜKTE DÜŞÜP DEBELENMESİN. SANAT YAPIYORUM DİYE “O KURAL TANIMAZ ATI” SANATSIZLIK KURALINA HAPSETMEYİN…Evet, sanatsızlık da bir kuraldır. Taya su yerine zehir içirmek gafletten öte bir şeydir. Bir kulvarda koşan taylar arasında NEFESİNİ AYARLAYABİLEN kazanır.
Yani,
Eskilerin deyimiyle TAHKİYE, batılıların deyimiyle NARRATİON, şiirde ANLATIM DÜZENİ, SERBEST ŞİİRİN DE EN ÖNEMLİ KONUSUDUR. Genç şairlerimiz serbest şiirde de maalesef bu DÜZENİ KURAMADIKLARINDAN hata yapmaktalar.
Mustafa CEYLAN
************************
Hece Vezni ile şiir yazan kardeşlerime bir önerim var
KELİME VE HARF KONUSUNDA, O DA ŞU. İnanın TÜRKÇE çok ZENGİN bir DİL… BİR şiirde TEKERRÜR(TEKRARLAMA) SANATINI kullanmıyor ve TONLAMA-VURGU yapmayacaksanız n’olur AYNI kelimeyi kullanmamaya gayret edin. Türkçe’mizde o kelimenin yerini tutan bir çok kelime daha vardır.
Yani,
MUADİL İLAÇ VARDIR bilirsiniz; yerini tutar, aynı etkiyi yapar ya; hah aynen öyle de; KELİME’ nin de muadili vardır. Bazen öylesine mısra şekillenmesi olur, orada, muadil asıl kelimenin etkisinden daha da etkili olabilir.
Türkçe’ nin "cinas" gibi harika bir yapılanması vardır. Hiç bir dile bu kadar zenginlik nasip olmamıştır. Bazen düz-dümdüz söylemeniz gerekeni (zafere tersinden de gidilir hesabıyla)tersten, negatif yolla daha kolay anlatabilirsiniz.
Dar alanda kelimelerle muhteşem bir söz dansı yapmaktır şiir.
Az sözle sonsuzluğu anlatmaktır şiir.
Bu yüzden, şiiri KURALSIZ ve BİTEVİYE SERBESTLİĞİN girdabına atanlar da kelimelerin âhenkli salınımından, rakstan asla vaz geçemezler.
Sonra;
Hem düşünün bir ÇOCUK DOĞAR DOĞMAZ yürür mü? Çocuk beslenecek, gelişecek, zaman geçecek, büyüyecek ve ondan sonra yürüyecek değil mi? NEDEN PEKİ, ŞİİRİ DOĞAR DOĞMAZ NET ORTAMINDA YAYINLIYORSUNUZ? BEBEĞİNİZ-EVLÂDINIZDIR ŞİİR...ONU DOĞAR DOĞMAZ BU CANAVAR “İNTERNET ŞEHRİNE” NEDEN BIRAKIYOR VE “HADİ KOŞ” DİYORSUNUZ? ...
Hece ile yazmaya çalışan bir genç şaire söylemiştim :
ALFABEDE BULUNAN bütün harfleri yan yana yazın, sadece KAFİYELERİNİZİN SON HARFLERİNİ o harflerin altına işaretleyiniz. Aynı HARFİ KAÇ KERE MISRA SONUNDA KULLANMIŞSSINIZ? Bakın ve görün olmaz mı?
Düşünün,
4 kıta bir hece şiiri şöyle:
..............................um
..............................um
..............................um
..............................um
*
..............................m
.............................m
..............................n
.............................um
*
..............................n
...............................m
..............................im
..............................um
*
........um..................im
..............................em
...............................üm
...............................um
Ne olur?
Bu durumda ne olur?
Her mısra bitişinde (mmmmmmmmmmm) veya (ummmmmmm,ımmmm); kulağınızda "vuruntu" meydana getirir değil mi?
Dönüp baktım,
Geçenlerde dönüp baktım kendi yazdıklarıma. Yazdım a’dan Z’ ye kadar harfleri her şiirimi okumadan daha, sadece yoğunluklu kafiye sonundaki HARF’leri işaretledim. Şaşırıp kalmıştım. Ben de, 29 harfin en fazla 6 tanesi ile şiir yazmıştım.
Tuttum,
Yeniden her şiirimi teker teker ele alıp, şiirlerimi zenginleştirdim. Ohhh şimdi ne kadar rahatım, bir bilseniz..
Hecede ŞAİRİN ÇIKMAZI budur işte. KENDİNİ VE KELİMEYİ TEKRARDIR. Dün ustaların kullandığı UYAK ve AYAKlarla, benzetme(Teşbih) leri kullanmaktır. Bu şiiri SIĞ YAPAR.
Düşünün 4 kıtalık bir şiirin bütün KAFİYELERİNE R veya ı-a KULLANMIŞSSINIZ.. baştan sonra RRRRR veya AAAAA diyen bir şiir hoş mu olur? Türkülerimize, şarkılarımıza bakın. İlk kıta GİRİŞ, İKİNCİ KITA GELİŞME, ÜÇ VE SON KITALAR SONUÇ değil midir?
Türkü yada şarkıyı okuyan ikinci kıtaya geldiğinde VURGU yapar, yani BAĞIRIR-SESİNİ YÜKSELTİR değil mi? SES YÜKSELMESİ neyle olur? SESLİ HARFLERLE. Alfabemizde 8 sesli HARF var. Siz hangi sesli harfleri kullanmışsınız şiirinizde?
Geçenlerde bir genç şairimiz bir kitap getirdi. “Hocam beni acımasızca eleştir” dedi.”Peki darılma-gücenme yok” dedim. Bir kağıt çıkardım, alfabedeki 29 harfi yazdım ve “şiirleri okumadan, baştan başla kitabın sonuna kadar bütün şiirlerdeki KAFİYE SONLARINDAKİ HARFLER için bu kağıttaki her harfin altına bir çizik at, say” dedim. Ne görelim dersiniz? 112 sayfalık kitap(tıpkı benim gibi) sadece 6 harften meydana gelmiş KAFİYELERLE YAZILMIŞ. Mahcup oldu o genç kardeşim. “Anladım hatamı hocam” dedi ve “bu kitabı KEŞKE YAYINLAMADAN EVVEL SİZE BİR GÖSTERSEYDİM” dedi ve gitti. O da NET ORTAMINA değil evladlarını-şiirlerini doğar doğmaz, besleyip büyütmeden KİTAP ORTAMINA KOŞ BAKALIM diye sunuvermişti. Üzüldüm…
Gelelim Serbest Şiir yazan kardeşimize;
Evet o da aynı hataları, ZAMANLAMA HATALARINI yapıyordu. Getirmişti kitabını ve masaya koymuştu. Bir de üstelik “hocam sen hece şairisin ya, bak bakalım şuna demişti”. Hiç sesimi çıkarmadım.
Ona, önce NESİR -DÜZ YAZI ile ŞİİR arasındaki MANZUME ile ŞİİR arasındaki farkı anlatmaya çalıştım Ve ekledim HECE VEZNİNİ biliyor musun? O tam bilmediğini söyledi. Dedim: “En iyi SERBEST ŞİİRİ yazan şair, HECE’yi EN İYİ BİLENDİR.” Yüzüme sorgucu gözlerle baktı.
Şekil ve kalıp konusunda, üstadım Necip Fazıl KISAKÜREK’in :
“Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir namevcuttur”
“İnsanların güzel ve çirkinine bakarken iskeletlerini göremeyiz. Görebilseydik hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olması gerek.
Öyleyse bir şiire baktığımız zaman da onun iskeletini görmemeliyiz.
Görmemeliyiz ki, gözlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim.”
”Yine öyleyse şiirde şekil ve kalıp, görünen, tebrik ve ziyaret kabul eden bir ev sahibi değil, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış sonra mutfağa çekilip kapanmış son derece titiz ve hamarat bir hizmetçidir. Ama, öylesine bir hizmetçidir ki, o giderse efendi kalmaz.
””Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak haykırdığı, “ben buradayım” dediği nisbette o şiir KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura alçı dökülmüş ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz."
”şair, mutlaka bir şekil ve kalıba bağlı olan; fakat ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, peçelediği ve manâyı ve edayı onun verâsından devşirebildiği nisbette NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.”
”Ancak, ŞEKİL VE KALIBIN KOLTUK DEĞNEKLERİYLE YÜRÜYEBİLEN NAZIMCI bir tarafa, harikulâde bir (step) temposu içinde elindeki ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN BİR TARAFA…ŞAİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ...”
”Nazım tecrübesi içinde, sırtında kambur gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdiren İKİ SINIF VAR…Şirini şekil ve kalıp, öbürünü de şekil ve kalıbı ezmiştir…””
”GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİĞNEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKANI DÜŞÜNÜLEMEZ. Fakat bu, şekil ve kalıbı kaldırıp atmak, onu YOK ETMEK DEĞİLDİR. Böyle bir hareketin yeri, çürük iskelet dişleri sırıtan bir şekil ve kalıp esaretinden daha aşağıdır.” “
Ve
“Şekil ve kalıbın ana unsurları, dış ahenk, vezin, kafiye gibi kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lafı günübirlikten sonsuza devşiren ve UNUTULMAZ kılan birer VASITA hikmeti vardır. Ama sadece VASITAYLA GAYEYE ERİŞİLEMEZ.
EVVELA UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ VE SONRA ONU, İNCELER İNCESİ VASITALARLA KANATLANDIRACAKSINIZ.
Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde boş yere çırpınan kanatlar ne kadar gülünçse, o gülünçlüğe düşmemek için kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.” (N. Fazıl-Poetika” sözlerinden sonra,
N. Fazıl ile N. Hikmet arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.
Karşımdaki delikanlı şaşırmıştı. Dinledi, dinledi “ikisinin de arasında genelden bakarsak pek bir fark yok. Fark sadece şekilde” demez mi? “fark var, hem de pek çok” dedik VE onunda koyduk önüne bir kâğıt.
“Dere kenarında bir kavaklıktasın. Kuvvetli bir rüzgâr esiyor. O andaki duygularını öyle anlat ki, hem rüzgârın sesini, musikisini duyayım ve okudukça sen de üşü bende” dedim. Aldı kâğıdı yazdı. Ve “hocam rüzgârı hissettiremiyorum, derenin akışının sesini de istersin benden” dedi. “Elbette” dedim.
Ardından ekledim, “o dere kenarında sen değil bir başkası var, onu anlat bana. Yahut, o dere yok şu an, ama yıllar önce varmış, o zaman yaşayan Hamza dayının başından geçenleri bugün sen anlat bakalım” dedim.
Genç kardeşim, anlamıştı.
ZAMANLAMA HATALARI ve olayları-şiirlerinde ELE ALDIĞI KONULARI DİZİŞTE-SERGİLEYİŞTE HATA YAPTIĞINI.
İç AHENK ve RİTM BOZUKLUKLARINI SÖYLEDİK ARDINDAN.
VE TABİİ NESİRLE ŞİİR ARASINDAKİ FARKI…
Şiir, kelimelerin duygusal dansıdır dedik. Üzüldü… Ahenkli bir dans sergilemiyordu dizeleri. O üzüldü, ben üzüldüm…
Serbest şiir demek DELİ TAY demek değildir. Tamam, deli tay olsun, ama, tay’ da KELİME BATAKLIĞINDA BOĞULMASIN…ÇÖPLÜKTE DÜŞÜP DEBELENMESİN. SANAT YAPIYORUM DİYE “O KURAL TANIMAZ ATI” SANATSIZLIK KURALINA HAPSETMEYİN…Evet, sanatsızlık da bir kuraldır. Taya su yerine zehir içirmek gafletten öte bir şeydir. Bir kulvarda koşan taylar arasında NEFESİNİ AYARLAYABİLEN kazanır.
Yani,
Eskilerin deyimiyle TAHKİYE, batılıların deyimiyle NARRATİON, şiirde ANLATIM DÜZENİ, SERBEST ŞİİRİN DE EN ÖNEMLİ KONUSUDUR. Genç şairlerimiz serbest şiirde de maalesef bu DÜZENİ KURAMADIKLARINDAN hata yapmaktalar.