ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
SEN
#1
SEN

Mustafa CEYLAN


[Resim: dlmfyf.jpg]
Sen, çağla renkli giysin ile aynalardasın her vakit. Gözlerinin karası üstüne ışığın ve suyun gölgesi düştüğünde nasıl baktıysan gönül evimin duvarındaki aynaya, hep o bakış alıp götürmekte beni. Aynalar, senli olduğunda tebessüm ediyorlar. Sensiz aynalar da kör biliyor musun? Kör aynaları nideyim ben? Kör aynalar, gerçeğin bahar kuyusuna atılan ölüm çığlığı. Sabahları göz kapaklarımı zor açıyorum; korkum, şekerimle aynı yüksek yerde el ele vermiş, firari saatlerin paslı musluklarından sensizlik akanda gülüm.Sensizken mavi havlunun maviliği eskimekte, kum kristal zımpara kesilmekte havlu...
Oysa sen varken öyle mi? Aynalar, havlu; ne varsa ne, hepsinde cümbüş, hepsi türkülü ve cümlesi güleryüzlü.
Günaydınım, nar çiçeğim, portakal nefeslim; sen olduğunda renklerin ne olduğunu anlıyorum. Sen, sadece bir "günaydın" de o yeter. Bir seherin, bin bahara büngüldemesini, suyun müzikli sesini duyuveririm. Evet, sadece "günaydın" demen 
yeter bana.

Geçen sabah, gene sen vardın yanımda. Teninin kokusu vardı. Nefesin, sesin ve elbette ellerin vardı.
Bir de Arif Nihat Asya hocam gelmiş, evin baş minderine bağdaş kurup oturmuştu. Dedi "oğul, şu an hangi duygular içindesin, biliyor musun? Benden duymak ister misin?" dedi. Hiç şaşırmadım. Sabah, akşam, öğlen; hiç farketmez Arif Hocam, dilimin sustuğu, kelime hazinemin iflas ettiği noktada imdadıma yetişirdi. O sabah da öyle oldu."Olur Hocam. Dinleyelim bakalım, hangi duygular içindeymişim?" dedim.
Ustam, öğretmenim, pirim; "Dinle o zaman dedi:

SEN 

I

Yaprağın kendinden
Ve kendinden çiçeğin
Sen, daima böyle süslen
Böyle giyin !

Belli, seviyorsun yeri;
Güzel buluyorsun gökleri...
Söyle:Kuşlar neyin olur,
Dallar neyin?

Bir gönül var mı, kendini
Sevdiremiyeceğin?

Neden değişiyor geçtiğin
Yolun havası,
Niçin var başka mânası
Elini sürdüğün şeyin?"

diyorsun. İşte tam bu duygular içindesin oğul!" demez mi? Gene Hocam haklı çıkmıştı. İçimi ve sabah kuşlarımın, dallarımın, sevdalandığım sana koşusunu keşfetmişti.

Bu güzel dizelerden sonra, ruh kökümdeki gül açımı bahar havasıyla uzandı ellerim musluğa. Musluk, havlu ve ayna gülümsüyordu...

Bu kez, aynanın ışık salkımı yüzünü öpüyordu gözbebeklerim. İçimin çağıltısından musluğun senfonisini duyamadım bile. Yüzüme al bir alevin yakıcı sesi konmuş, ellerime acemi bir kuytuya saklanmış kar mavisi sıcaklık sinmişti. Kendimde kendimi, bende seni kaybetmiştim. 
Aynada gördüm Arif Hocamın gülen yüzünü bu kez. Gülümsüyordu bana, ayna da gülümsüyordu. Utanır gibi oldum. Hocam, şöyle demez mi?

"SEN

II

Ak ak,pembe pembe, al al;
Gül gül, yumuk yumuk, tel tel
Sana adadığıma el
Sürmesin senden başkası.

Çocuk da, ufak da olsam;
Kadeh de, budak da olsam
Ve kırılacak da olsam
Kırmasın senden başkası !"

Off!.. Çıldıracağım galiba! Arkama döndüğümde Arif Hocam ortalarda yoktu. Oysa gördüm, vallahi gördüm aynada yüzünü. Yüzünü gördüm yüzümün yanında. Duydum okuduğu bu iki kıta şiiri. Senden ve sensizlikten olsa gerek. Senden gelen hasrete gökler dolusu şiir mısrası yağdıran bir iklim var başımda. O iklim benim varlığım. O iklim yokluğumun taa kendisi. O iklim, alışkanlığım, tiryakiliğim. Nikotin gibi girmiş kanıma o iklim...
Baharı sevdim, sen seviyorsun diye. Giydiğin her şeyde, her renkte yeşilin binbir tonu yok mu? Saçlarını, gözlerini, sulardan aldığın  sesini sevmişim.

Dağınıklığımı toparlayıp köpüğe, dalgaya, kıyıya ve çocuk yüzüne dolduran sensin ya, sabahları böyle darmaduman  oluşlarımı ah bir bilsen, ah bilsen!
Karacaoğlan'ın "karacakızı"nın karaca saçları arasından koparılmış bir zaman dilimi zeytin karası saçların. Bazı sabahlar, aynaların kara saçlarını başka türlü sarı yaptığını görüyorum. Gözlerinin karasını da başka türlü yeşil. İşte o anda kopuyorum kendimden. İçimde depremlerin gürültüsünü ve çerçevemin parçalanışı hissediyorum. Elim kanıyor, hele burnum... Kan kızılı gözlerle delirip bakıyorum aynalara. Tam boynumu büküp, o kahrolası aynalara yalvarmaya başladığımda, uçurum kenarından beni tutup çıkarmaya geliyor Arif Nihat Asya hocam...En deli sabahlardan birisiydi yaşadığım, "dur oğul, dur"dedi Arif Hocam.

Ekledi, "Fırtına nefeslen hele! Neler duyduğunu deyivereyim sana" demez mi. Sustum ve bir heykel kesilip kulak verdim üstadıma. Diyordu ki:


"SEN

III

Sana vermiş veren, sulardan ses;
Sana vermiş veren; şiirden dil...
Yaratılmışsın ayrı topraktan
Hamurun, toprağın bizimki değil!
........Saçların var, ki başka türlü sarı
........Gözlerin var, ki başka türlü yeşil !

Yarı olmuş vücûdun üstünde
Ne güzel şey çocuk yüzün, çil çil !
Bu köpükler, bu dalgalar, bu güneş...
Hepsi birden diyor:"Geliş, serpil !"
.........Nefesin var, ki başka türlü sıcak;
.........Gözlerin var, ki başka türlü yeşil !"

Sonra, evet sonra; nefessiz kaldığımı farketmiş olmalı ki üstadım, beklemeden :

"SEN

IV

Tad tad kabarıp taşardı sanki
Ey sevgi, hayât, her yerinden!

Bir yüzdün, minyatürden ince
Heykeldin Asya mermerinden !

Göğsünde büyüttüğün değerler,
Baksam, utanırdı birbirinden !

Arif Nihat ASYA"

Dedi... okudu... Hızla döndüm çevremde, yok! Bir daha döndüm. Bir daha, bir daha! Yok olmuştu hocam.
Kapının zilinin durmaksızın çalındığını işittim. Hayâl meyâl, göz kapaklarımı tam açamamış bir kardelen öksüzlemesine sersem sersem çıktım koridora.

Açtım usulca kapımı..
Açtım...
Ohhh...
Sendin gelen...
"Günaydın" diyordun...
Sarılıp boynuna çocuklar gibi ağlamak istedim...
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi