11/02/2015, 16:33
ŞÜKRAN GÜNAY ‘IN "SANMA Kİ YÂR" ŞİİRİ ÜSTÜNE
Mustafa CEYLAN
*******************
SANMA Kİ YÂR ( Yeni Edebiyat Akımı G Ü L C E-Yunusca)
Dağları aşmadan görülmez duman
Yabanın halleri yamandır yaman
Çekiyorsam kahrı tek sebep îman
Sanma ki yâr, başım hoştur!
Gencecik yıllarım geride kaldı
Ezansız sabahlar dertlere saldı
Özümden bu eller balımı çaldı
Sanma ki yâr, aşım hoştur!
Ayağımın biri çukura bakar
Hasretten döşümde şimşekler çakar
Bayraksız mekânlar yüreğim yakar
Sanma ki yâr, işim hoştur!
Yunus'un sevdası yaşatır beni
Mevlâna kapısı koşturur beni
Vatana vuslatım coşturur beni
Sanma ki yâr, döşüm hoştur!
Şükran Günay
Şiir Tekniği ve Geometrisi :
Şükran Günay Hoca' mızın "Sanma ki Yâr" başlıklı bu şiiri, yeni çağın yeni edebiyat akımı GÜLCE' nin YUNUSCA şiir türü ile kaleme alınmış.
Hatırlayalım Yunusca nasıldı?
YUNUSCA' da, Orhan Veli' nin deyimiyle "dört bacaklı masa" şiirinden, gene dört bacaklı ama, son bacağı toprağa daha yakın, masa dengede ancak, bir ayağının altında şiirin ana fikri-uyak-ayak mısraı var ki "kaya" bir zemin olarak orada durmaktadır.
yani,
Yunusca' da doku HECE, kafiye ve durak hece kurallarına göre, fakat DÖRDÜNCÜ MISRA - uyak-ayak mısraı FARKLI olacaktı.
Diyelim ki
-----------------6+5
-----------------6+5
-----------------6+5
---------------4+4
şeklinde kıtalarımız oluşmaktaydı. Şükran Günay bu şiirinde bu geometriyi aynen uygulamış, dolayısıyla şiir GÜLCE' nin önerdiği şiir türlerinden YUNUSCA' ya uygun bir şiirdir.
*
Şair Şükran Günay, kelimelerden resim yapan şairlerimizden. Bu şiirde, "ana vatan" a, "memleket"e olan hasretini dile getirmiş. Zaten şairimiz, senelerden beri Almanya'da yaşamaktadır ve yurt özlemiyle yanıp tutuşan yüreğinin sesini mısralarına yansıtmaktadır. Çoğu şiirleri (Bayrağı dalgalanan, Ezanı susmayan, Yunus'u Mevlâna'sı olan bir vatan) coğrafyasını resmeder.
Şükran öğretmenimiz, bu şiirinin daha ilk mısraında " Dağları aşmadan görülmez duman" diyerek, ufkunda bir engel, bir mânia gibi duran mesafeyi, kilometreleri, DAĞ ve DUMAN ikilemiyle vermeye çalışmakta. Kendi deyimiyle "bir ayağı çukurda" olan , yaşı ilerlemiş olan insanın memleket özleminin içinde elbette hep dağ ve duman olagelmiş ve bizim şairlerimiz dağları aşmak, dumanı-sisi gün ışığıyla, aydınlık, vuslat vakitleriyle silip süpürmek istemişlerdir. Bu şiirde bizim geleneksel "Aşık Edebiyatı"mızın temalarına ve söylemlerine tıpa tıp bir uyum vardır. Ülkesini seven ve ona hasret yaşayan Anadolu insanı, ayrılığı, gurbeti, mesafeyi dağı aşmak, sisi yok etmekle bitireceğini sanır. Bazen kuş olur, turna olur, kanatlanır aşar dağların üstünden ve gelir yayla çiçeği kokulu memleketine. Turna kanadına yükler türkü türkü içinin seslerini. Mektup mektup, ulam ulam gönderir gurbetten sılaya...
*
Ah be Şükran öğretmenim ah!!!
Sizler, gurbet kuşları kanat seslerinizi duyar, hissederim hep. Hasretinizi Anadolu'ya....
Ama Hocam, maalesef bu güzelim vatan bugün sıkıntılar içinde. Biliyorsun ki, bölmeye çalışıyorlar, her gün bir şehit tabutu geliyor ülkemin bir tarafından bir tarafına...
Yanarız, buna yanarız Hocam...
*
Yunusca nakışlanmış bu hece şiirinde şairimiz "gencecik yıllarım geride kaldı-balımı eller çaldı" diyerek, içinde bulunduğu zaman ve konumu tanımlamaktadır. Yad-yabana emek-ömür-(bal)harcamak, Yunusca "kovanı yağma ettirmek", alan değil, veren el olmak, ÖĞRETMENCE bir duruştur ve Şükran Günay' da böyledir. Elin memleketinde vererek, kendinden, bilgi, beceri, tecrübesinden oradaki nesillere aktararak bal'ını sunmaktadır.
Bana göre bu şiirin şah damarı şu dörtlükte saklıdır :
"yağımın biri çukura bakar
Hasretten döşümde şimşekler çakar
Bayraksız mekânlar yüreğim yakar
Sanma ki yâr, işim hoştur! "
Evet;
Döşünde hasret şimşekleri çakan bir eğitimcinin ruh hâlidir bu. Yüreğinin resmidir.
Buralarda, yaban kültür emperyalizminin etkisiyle Aapça koyar olduk çocuklarımızın isimlerini Hocam! Cadde ve sokaklarımızda bütün esnafların tabelaları batı'nın İngilizce'siyle dolu. Önce dilimizi bozdular ki Ezanı susturabilsinler. Önce insanlarımız arasındaki, dede-torun arasındaki DİL BAĞI' nı koparttılar ki ayyıldızın yerine bir "paçavra" asalar.
Ah be Hocam ah!!!
Deştin kanayan yaramı...
*
Edebiyatın temeli, şiir gökdeleninin ana maddesi dildir. Bugün hepimiz Türk Edebiyatı diyoruz. Bu Türk edebiyatı'nın öyle dönemleri vardır ki, mesela Osmanlı dönemi. Osmanlı'da Anadolu köy ve yaylalarında halkın dili ile saraydaki yüksek zümrenin dili arasında çok büyük ayrılıklar vardır. Sadece sarayın sütunları arasında kalan ve konuşulan bu Arapça ve Farsça terkiplerle dolu bir dilin, "padişahım sen çok yaşa" diye "övgünameleri" ni söyleyen ve bugün kütüphanelerde kalıp tozlanan, kimsenin okuyup anlayamadığı şairlerin dili ve eserleri olmak yerine YUNUSCA olmak ne güzeldir. Yunusca arı-duru Türkçe. Yunusca bizi biz yapan bir değerdir. Yunusca aşağıdan yukarıya, tabandan tavana hareketin, halkın hareketinin dilidir.
Yunusca yazasın hep Şükran öğretmenim,
Yunusca düşünüp söyleyesin e mi?!
Mustafa CEYLAN
*******************
SANMA Kİ YÂR ( Yeni Edebiyat Akımı G Ü L C E-Yunusca)
Dağları aşmadan görülmez duman
Yabanın halleri yamandır yaman
Çekiyorsam kahrı tek sebep îman
Sanma ki yâr, başım hoştur!
Gencecik yıllarım geride kaldı
Ezansız sabahlar dertlere saldı
Özümden bu eller balımı çaldı
Sanma ki yâr, aşım hoştur!
Ayağımın biri çukura bakar
Hasretten döşümde şimşekler çakar
Bayraksız mekânlar yüreğim yakar
Sanma ki yâr, işim hoştur!
Yunus'un sevdası yaşatır beni
Mevlâna kapısı koşturur beni
Vatana vuslatım coşturur beni
Sanma ki yâr, döşüm hoştur!
Şükran Günay
Şiir Tekniği ve Geometrisi :
Şükran Günay Hoca' mızın "Sanma ki Yâr" başlıklı bu şiiri, yeni çağın yeni edebiyat akımı GÜLCE' nin YUNUSCA şiir türü ile kaleme alınmış.
Hatırlayalım Yunusca nasıldı?
YUNUSCA' da, Orhan Veli' nin deyimiyle "dört bacaklı masa" şiirinden, gene dört bacaklı ama, son bacağı toprağa daha yakın, masa dengede ancak, bir ayağının altında şiirin ana fikri-uyak-ayak mısraı var ki "kaya" bir zemin olarak orada durmaktadır.
yani,
Yunusca' da doku HECE, kafiye ve durak hece kurallarına göre, fakat DÖRDÜNCÜ MISRA - uyak-ayak mısraı FARKLI olacaktı.
Diyelim ki
-----------------6+5
-----------------6+5
-----------------6+5
---------------4+4
şeklinde kıtalarımız oluşmaktaydı. Şükran Günay bu şiirinde bu geometriyi aynen uygulamış, dolayısıyla şiir GÜLCE' nin önerdiği şiir türlerinden YUNUSCA' ya uygun bir şiirdir.
*
Şair Şükran Günay, kelimelerden resim yapan şairlerimizden. Bu şiirde, "ana vatan" a, "memleket"e olan hasretini dile getirmiş. Zaten şairimiz, senelerden beri Almanya'da yaşamaktadır ve yurt özlemiyle yanıp tutuşan yüreğinin sesini mısralarına yansıtmaktadır. Çoğu şiirleri (Bayrağı dalgalanan, Ezanı susmayan, Yunus'u Mevlâna'sı olan bir vatan) coğrafyasını resmeder.
Şükran öğretmenimiz, bu şiirinin daha ilk mısraında " Dağları aşmadan görülmez duman" diyerek, ufkunda bir engel, bir mânia gibi duran mesafeyi, kilometreleri, DAĞ ve DUMAN ikilemiyle vermeye çalışmakta. Kendi deyimiyle "bir ayağı çukurda" olan , yaşı ilerlemiş olan insanın memleket özleminin içinde elbette hep dağ ve duman olagelmiş ve bizim şairlerimiz dağları aşmak, dumanı-sisi gün ışığıyla, aydınlık, vuslat vakitleriyle silip süpürmek istemişlerdir. Bu şiirde bizim geleneksel "Aşık Edebiyatı"mızın temalarına ve söylemlerine tıpa tıp bir uyum vardır. Ülkesini seven ve ona hasret yaşayan Anadolu insanı, ayrılığı, gurbeti, mesafeyi dağı aşmak, sisi yok etmekle bitireceğini sanır. Bazen kuş olur, turna olur, kanatlanır aşar dağların üstünden ve gelir yayla çiçeği kokulu memleketine. Turna kanadına yükler türkü türkü içinin seslerini. Mektup mektup, ulam ulam gönderir gurbetten sılaya...
*
Ah be Şükran öğretmenim ah!!!
Sizler, gurbet kuşları kanat seslerinizi duyar, hissederim hep. Hasretinizi Anadolu'ya....
Ama Hocam, maalesef bu güzelim vatan bugün sıkıntılar içinde. Biliyorsun ki, bölmeye çalışıyorlar, her gün bir şehit tabutu geliyor ülkemin bir tarafından bir tarafına...
Yanarız, buna yanarız Hocam...
*
Yunusca nakışlanmış bu hece şiirinde şairimiz "gencecik yıllarım geride kaldı-balımı eller çaldı" diyerek, içinde bulunduğu zaman ve konumu tanımlamaktadır. Yad-yabana emek-ömür-(bal)harcamak, Yunusca "kovanı yağma ettirmek", alan değil, veren el olmak, ÖĞRETMENCE bir duruştur ve Şükran Günay' da böyledir. Elin memleketinde vererek, kendinden, bilgi, beceri, tecrübesinden oradaki nesillere aktararak bal'ını sunmaktadır.
Bana göre bu şiirin şah damarı şu dörtlükte saklıdır :
"yağımın biri çukura bakar
Hasretten döşümde şimşekler çakar
Bayraksız mekânlar yüreğim yakar
Sanma ki yâr, işim hoştur! "
Evet;
Döşünde hasret şimşekleri çakan bir eğitimcinin ruh hâlidir bu. Yüreğinin resmidir.
Buralarda, yaban kültür emperyalizminin etkisiyle Aapça koyar olduk çocuklarımızın isimlerini Hocam! Cadde ve sokaklarımızda bütün esnafların tabelaları batı'nın İngilizce'siyle dolu. Önce dilimizi bozdular ki Ezanı susturabilsinler. Önce insanlarımız arasındaki, dede-torun arasındaki DİL BAĞI' nı koparttılar ki ayyıldızın yerine bir "paçavra" asalar.
Ah be Hocam ah!!!
Deştin kanayan yaramı...
*
Edebiyatın temeli, şiir gökdeleninin ana maddesi dildir. Bugün hepimiz Türk Edebiyatı diyoruz. Bu Türk edebiyatı'nın öyle dönemleri vardır ki, mesela Osmanlı dönemi. Osmanlı'da Anadolu köy ve yaylalarında halkın dili ile saraydaki yüksek zümrenin dili arasında çok büyük ayrılıklar vardır. Sadece sarayın sütunları arasında kalan ve konuşulan bu Arapça ve Farsça terkiplerle dolu bir dilin, "padişahım sen çok yaşa" diye "övgünameleri" ni söyleyen ve bugün kütüphanelerde kalıp tozlanan, kimsenin okuyup anlayamadığı şairlerin dili ve eserleri olmak yerine YUNUSCA olmak ne güzeldir. Yunusca arı-duru Türkçe. Yunusca bizi biz yapan bir değerdir. Yunusca aşağıdan yukarıya, tabandan tavana hareketin, halkın hareketinin dilidir.
Yunusca yazasın hep Şükran öğretmenim,
Yunusca düşünüp söyleyesin e mi?!