12/11/2014, 02:44
İşte “Sakarya Türküsü…” Türk şiir tarihinin unutulmaz mısraları, dev şiiri senin o güzeller güzeli, o mübârek kaleminden çıkmıştır.
SAKARYA TÜRKÜSÜ
”İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!”
Necip Fazıl KISAKÜREK **
Kutlum,muştulum, baharım, ufkum, geçmiş ve geleceğim, şiir iklimim
üstadım… Özgüveni sonsuz, en küçük zaafı bulunmayan her bir kalem hareketinde aslında Büyük Türkiye’yi, uyanmış, aydınlanmış, ışıklı yüce milletimizi ifade eden Hocam… Mensubu bulunduğu Türk Milletine “Büyük Doğu Marşı”nda “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet / Güneşten başını göklere yükselt” diyen ve “Yürü altın nesli, O tunç Oğuz’un / Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun / Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un/ Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!” diye Yüce Peygamber’imiz ile Oğuz Kağan arasında dümdüz bir çizgi çizen düşünce ve iman fırtınası önderim, liderim, gönül kalemin aşılmaz burcu…
Yüzyılı aşkın bir süredir unutulan “örgü”, “nur harmanı” ve “felsefeyi” yürek kalelerimizde bayraklaştırıp, dillerimize destan eden sen. Pısırık, korkak ve miskin, örümcek tutmuş bir tablodan genç neslin iki yakasından tutup silkeleyip çıkaran; aksiyoner, dinamik ve sonsuz enerji sahibi, sonsuz iletken haline getiren sen. Senden öncesi mi? Benim için meçhul… Senden sonrası mı? Söyledim, doldurulamayan bir boşluk. Varsa, yoksa ufuklar, öteler ve sen… Nakışladığın hakiki Müslümanlık mimarisi, dışımıza giyindirdiğin yepyeni, şahane bir Türklük imajı… Ve bu iç, bu dış arasında yolu doğru, izi doğru, sözü doğru, özü doğru bir nesil… Mücadeleden yılmayan bir nesil… Bizler yani… Bizler ve bizden sonra, daha sonra, daha daha sonra gelecek nesil… Mekânla zamanı, ezelle ebedi, idrâkle sezgiyi, akılla duyguyu, coşkuyla ritmi, biçimle ahengi hamur edip yoğuran, güncel olaylar ve dünyadaki bütün gelişmeleri takip eden, araştıran, tahlil eden, pırıl pırıl bir gençlik ve Türk insanı. Önce “Benden içeri”yi çözmüş bir aydın, düşünce insanı Müslüman… Bende benden içerde ufuk var. Dışımızdaki, yerle gök arasında “sır” mührünün vurulduğu ufuk çizgisinin bir benzeri, insanoğlunun içinde vardır. Ruhla Nefs arasında bir ince çizgi ki, inanan, kurtulan ve Sevgililer Sevgilisinin eteklerine yapışanın ruh tarafında yer aldığı, ama, her seferinde o nefsin canavarlaşıp canavarlaşıp ötelere giden yolda yolcuyu devirip perişan ettiği bir büyük mücadele ve kavganın ucu bulunmaz alanı… Önce içimizde galip gelmeliyiz. Önce bizdeki ufku yakalamalıyız. Önce bizde biz olmalıyız. İçeri önemli. İçeriye ne dolarsa, dışarıya o sızar. İçeride muzaffer olan bir bayrak, dışarıda zafer ordularının bayrağı olur. İçeri ufuk bizim, sadece iç dünyamızın, onun fethi hem çok kolay hem çok zor. Asıl ve en büyük kavga içimizdeki ufkun fethindedir.Yılmak yok, geriye dönmek yok. Bineceksin sen gibi rüyâ gören arzu, idrak, istek, erdem, düşünce, azim atına; elinde düşlerinden, ülkünden, ideal ve imanından bir kılıç, çalacaksın nefs canavarının başına. Ancak, o zaman içteki ufka erersin.
Hiç unutmuyorum. Unutmam da mümkün değil. Ankara’ da Kızılay’da Gökdelen’in arka taraflarında bir yerde “Komünizmle Mücadele derneği” vardı galiba… Orada mükemmel, muhteşem üstü muhteşem bir konferansını dinlemiş, akşam banliyö treniyle ilçemiz Elmadağ’a dönmüştük. Ertesi gün sabahın çok erken saatinde, Ankara-Kırıkkale arasındaki Samsun Asvaltı- ki-bizim evimizin hemen önünden-yakınından geçerdi,asvaltın kenarında yaklaşık bir kilometre boyunca Hristiyan Misyonerlerinin yol kenarına serptiği İncil ve Hristiyanlık propagandası yapan dergi, bülten, sayfalar toplamıştık. Arkadaşlarımızla bu manzara karşısında isyan etmiş, kaymakamlık, savcılık dahil her yere dilekçeler vermiş ve müftülük makamına bile çıkmıştık. Baktık olacak gibi değil, ilçemiz merkezinde çoğunluğun gittiği Özcanların Kahvehanesinin hemen girişindeki duvara, kendi ellerimizle, kalemlerimizle yazarak hazırladığımız bir duvar gazetesi yayınlamış ve bu misyonerlik olayını protesto etmiş, ilçemiz halkını bir sabah namazında toplu namaza davet etmiştik. Yaklaşık bir yıl sürdü duvar gazetemiz aynı duvarda, hem her hafta yeni-yepyeni sayısıyla… Bugün benim yaşımda olanlar veya benden biraz yaşlıca olan Elmadağlılar bu duvar gazetesi olayımızı hatırlarlar ve hep bizimle karşılaşmamızda bahsederler.
Basın yayın hayatına adım atmamın, gazete ve dergilerde köşe yazıları, şiirler yayınlamamın ilk kıvılcımı olan o duvar gazetesini, hâla yumsam gözümü, büyük bir iştiyakla arkadaşlarımla birlikte satır satır yazmaktayım üstadım. Aradan seneler seneler rüzgâr gibi geçti de, matbaa, hurufat, rotatif, klişe, bobin öğrendik; yazdık köşelerde, konuştuk makale makale de o ilk duvar gazetemizin tadını bulamadık üstadım…
İşte, bu tepki… Bu hristiyan misyonerliği propagandasına karşı duruş ve halkımızı uyanmaya davet edici çalışmalarımızda ışık, motor enerjisi, ilham ve hız hep senden, senin konferanslardaki bizi seven, öven, özlenen gençlik diyerek gönüllerimize nakışladığın aşktan ilhamlar vardı.
Asra imzasını atabilme heyecanıyla kesif bir muhasebe, murakabe tahlil ve bilgi bombardımanı etkisinde kalan “özlenen nesli” ve onun özelliklerini anlatmıştın bir konferansında.
-----------------------DEVAM EDECEK-------------------
SAKARYA TÜRKÜSÜ
”İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!”
Necip Fazıl KISAKÜREK **
Kutlum,muştulum, baharım, ufkum, geçmiş ve geleceğim, şiir iklimim
üstadım… Özgüveni sonsuz, en küçük zaafı bulunmayan her bir kalem hareketinde aslında Büyük Türkiye’yi, uyanmış, aydınlanmış, ışıklı yüce milletimizi ifade eden Hocam… Mensubu bulunduğu Türk Milletine “Büyük Doğu Marşı”nda “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet / Güneşten başını göklere yükselt” diyen ve “Yürü altın nesli, O tunç Oğuz’un / Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun / Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un/ Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!” diye Yüce Peygamber’imiz ile Oğuz Kağan arasında dümdüz bir çizgi çizen düşünce ve iman fırtınası önderim, liderim, gönül kalemin aşılmaz burcu…
Yüzyılı aşkın bir süredir unutulan “örgü”, “nur harmanı” ve “felsefeyi” yürek kalelerimizde bayraklaştırıp, dillerimize destan eden sen. Pısırık, korkak ve miskin, örümcek tutmuş bir tablodan genç neslin iki yakasından tutup silkeleyip çıkaran; aksiyoner, dinamik ve sonsuz enerji sahibi, sonsuz iletken haline getiren sen. Senden öncesi mi? Benim için meçhul… Senden sonrası mı? Söyledim, doldurulamayan bir boşluk. Varsa, yoksa ufuklar, öteler ve sen… Nakışladığın hakiki Müslümanlık mimarisi, dışımıza giyindirdiğin yepyeni, şahane bir Türklük imajı… Ve bu iç, bu dış arasında yolu doğru, izi doğru, sözü doğru, özü doğru bir nesil… Mücadeleden yılmayan bir nesil… Bizler yani… Bizler ve bizden sonra, daha sonra, daha daha sonra gelecek nesil… Mekânla zamanı, ezelle ebedi, idrâkle sezgiyi, akılla duyguyu, coşkuyla ritmi, biçimle ahengi hamur edip yoğuran, güncel olaylar ve dünyadaki bütün gelişmeleri takip eden, araştıran, tahlil eden, pırıl pırıl bir gençlik ve Türk insanı. Önce “Benden içeri”yi çözmüş bir aydın, düşünce insanı Müslüman… Bende benden içerde ufuk var. Dışımızdaki, yerle gök arasında “sır” mührünün vurulduğu ufuk çizgisinin bir benzeri, insanoğlunun içinde vardır. Ruhla Nefs arasında bir ince çizgi ki, inanan, kurtulan ve Sevgililer Sevgilisinin eteklerine yapışanın ruh tarafında yer aldığı, ama, her seferinde o nefsin canavarlaşıp canavarlaşıp ötelere giden yolda yolcuyu devirip perişan ettiği bir büyük mücadele ve kavganın ucu bulunmaz alanı… Önce içimizde galip gelmeliyiz. Önce bizdeki ufku yakalamalıyız. Önce bizde biz olmalıyız. İçeri önemli. İçeriye ne dolarsa, dışarıya o sızar. İçeride muzaffer olan bir bayrak, dışarıda zafer ordularının bayrağı olur. İçeri ufuk bizim, sadece iç dünyamızın, onun fethi hem çok kolay hem çok zor. Asıl ve en büyük kavga içimizdeki ufkun fethindedir.Yılmak yok, geriye dönmek yok. Bineceksin sen gibi rüyâ gören arzu, idrak, istek, erdem, düşünce, azim atına; elinde düşlerinden, ülkünden, ideal ve imanından bir kılıç, çalacaksın nefs canavarının başına. Ancak, o zaman içteki ufka erersin.
Hiç unutmuyorum. Unutmam da mümkün değil. Ankara’ da Kızılay’da Gökdelen’in arka taraflarında bir yerde “Komünizmle Mücadele derneği” vardı galiba… Orada mükemmel, muhteşem üstü muhteşem bir konferansını dinlemiş, akşam banliyö treniyle ilçemiz Elmadağ’a dönmüştük. Ertesi gün sabahın çok erken saatinde, Ankara-Kırıkkale arasındaki Samsun Asvaltı- ki-bizim evimizin hemen önünden-yakınından geçerdi,asvaltın kenarında yaklaşık bir kilometre boyunca Hristiyan Misyonerlerinin yol kenarına serptiği İncil ve Hristiyanlık propagandası yapan dergi, bülten, sayfalar toplamıştık. Arkadaşlarımızla bu manzara karşısında isyan etmiş, kaymakamlık, savcılık dahil her yere dilekçeler vermiş ve müftülük makamına bile çıkmıştık. Baktık olacak gibi değil, ilçemiz merkezinde çoğunluğun gittiği Özcanların Kahvehanesinin hemen girişindeki duvara, kendi ellerimizle, kalemlerimizle yazarak hazırladığımız bir duvar gazetesi yayınlamış ve bu misyonerlik olayını protesto etmiş, ilçemiz halkını bir sabah namazında toplu namaza davet etmiştik. Yaklaşık bir yıl sürdü duvar gazetemiz aynı duvarda, hem her hafta yeni-yepyeni sayısıyla… Bugün benim yaşımda olanlar veya benden biraz yaşlıca olan Elmadağlılar bu duvar gazetesi olayımızı hatırlarlar ve hep bizimle karşılaşmamızda bahsederler.
Basın yayın hayatına adım atmamın, gazete ve dergilerde köşe yazıları, şiirler yayınlamamın ilk kıvılcımı olan o duvar gazetesini, hâla yumsam gözümü, büyük bir iştiyakla arkadaşlarımla birlikte satır satır yazmaktayım üstadım. Aradan seneler seneler rüzgâr gibi geçti de, matbaa, hurufat, rotatif, klişe, bobin öğrendik; yazdık köşelerde, konuştuk makale makale de o ilk duvar gazetemizin tadını bulamadık üstadım…
İşte, bu tepki… Bu hristiyan misyonerliği propagandasına karşı duruş ve halkımızı uyanmaya davet edici çalışmalarımızda ışık, motor enerjisi, ilham ve hız hep senden, senin konferanslardaki bizi seven, öven, özlenen gençlik diyerek gönüllerimize nakışladığın aşktan ilhamlar vardı.
Asra imzasını atabilme heyecanıyla kesif bir muhasebe, murakabe tahlil ve bilgi bombardımanı etkisinde kalan “özlenen nesli” ve onun özelliklerini anlatmıştın bir konferansında.
-----------------------DEVAM EDECEK-------------------