ŞİİRBAZ SULTANLAR (3)-SULTAN I.MURAD(Hüdavendigâr)
Mustafa CEYLAN
**********************
Kıymetlim, Canözüm, Oğlum!
Baş uryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran.
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan.
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar!
Gülbang-ı Muhammedî, nûr-ı Nebî, kerem-i Ali
Pirimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli
Demine devranına hu diyelim huuuuuu!…"
(2)Prof.Dr. ŞİMŞİRGİL, Ahmet; Yeniçeriler makalesi,ahmetsimsirgil.com/yeniceriler/
(3)wikipedia.org
(4)UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Murad-ı Hüd^vendigâr kızı ve Karamanoğlu Alâeddin Bey'in zevcesinin adı nedir? Belleten XXI, 178-180, Ank 1957
(5)ULUÇAY,M.Çağatay; a.g.e, 6-7
(6)KOÇU, Reşad Ekrem; Âşık Şair ve Padişahlar,Doğan Kitap, Mart,2005, 20-21
Mustafa CEYLAN
**********************
Kıymetlim, Canözüm, Oğlum!
Şiirbaz Sultanlarımızın üçüncüsünü anlatacağım sana. Umarım, bu anlatılarım hoşuna gidiyordur inşallah…
Murad Hüdavendigâr… O ki, ayyıldızlı bayrağımızın Kosova zaferinde oluşmasını sağlayan kahraman. Temsil edip, komutanlığını yaptığı Osmanlının sevdalısı. Duygulu bir yüreğin sahibi, özünden Hakk’a bağlı bir Sultan…
O muhteşem Kosova zaferinden evvel, yaptığı manzum dua ile edebiyat tarihimize de geçen bir Padişahımızdır.
Demiştir Ki:
"Âb-rûy-ı Habîb-i Ekrem içün
Kerbelâda revân olan dem içün
Şeb-i firkatde ağlayan göz içün
Reh-i aşkında sürünen yüz içün
Ehl-i derdin dil-i hazîni içün
Câna te'sîr iden ênîni içün
Eyle Yarabbi lutfını hem-râh
Hıfzını eyle bize püşt ü penâh
Ehl-i İslâma ol mu'în ü nasîr
Dest-i a'dayı eyle bizden kasîr
Bakma Yârab bizim günahımuza
Nazar it cân u dilden âhımuza
İtme Yârab mücâhidini telef
Yeter a'daya kılma bizi hedef
Çeşmimüz sakla gerd-i ma'rekeden
Cünd-i İslâmı cümle mühlikeden"
*
Biliyor musun?
Sultan I.Murad, Mevlâna'ya olan tutkusu sebebiyle “Hüdâvendigâr veya Hünkâr” adıyla anılan şair Padişahımızdır. Osmanlı Devleti’nin üçüncü padişahıdır. Babası Orhan Gazi, annesi Yarhisar Tekfurunun kızı Holofira yani Nilüfer Hatun'dur.(1)
Adına kesilmiş olan gümüş ve bakır sikkelerde ve bazı diğer kitabelerde “Murad bin Orhan el-Melik, el-Adil, es Sultanü'l Gaalib“ ad ve ünvanları kullanılmıştır. Bazı kaynaklara göre, bu olay, Osmanlıların İlhanlılara olan bağımlılığının sona erdiğini göstermektedir. “Sultan” unvanı da ilk kez I. Murad zamanında kullanılmıştır, biliyor musun?
*
Ve tarihin en önemli hadiselerinden birisi de, Osmanlının
Edirne'yi alarak Balkanlara geçmiş olması ve Balkanlar'da fetihler yapmaya başlayarak sınırlarını genişletmesidir. Bu Padişah zamanında, Anadolu Beylerbeyliği yanında Rumeli Beylerbeyliği kurulmuştur. Böylece, bu olay, Osmanlı devletinin aynı zamanda Balkanlar ve Avrupa devleti olduğu gerçeğini vurgulamıştır. Murad Hüdavendigâr, 40'ın üzerinde savaşı yönetmiş ve hiç yenilmemiştir. Şiirbaz Sultanımız, I. Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken yaralı bir Sırp askeri olan Milos Obilic tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. (20.6.1389) ve cenazesi Bursa’ya nakledilerek kendi adına yaptırılan Cami haziresine gömüldü. Kosova Zaferi, 500 yıl kadar sürecek olan Osmanlı Balkan Hakimiyetini de başlatmış oldu…
*
“Allah Allah İllallahBaş uryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran.
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan.
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar!
Gülbang-ı Muhammedî, nûr-ı Nebî, kerem-i Ali
Pirimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli
Demine devranına hu diyelim huuuuuu!…"
Kolay değil, tam üç yüz altmış yıl. Üç kıtaya meydan okudu bu sözler. Cihat alanları önce bu sözlerle yankılandı, sarsıldı. Düşmanın yüreğine ateş yakıldı. Padişah harp meydanında ise etrafında dokuz saf, padişahın yerineserdar-ı ekrem görev yapıyorsa üç saf halinde dizilirdi yeniçeriler. Birinci saf ok veya tüfeklerini atınca ikinci saf ayağa kalkarak oklarını boşaltır, sonra sırayla üç, dört, beş, altı giderdi. Saflar dalga dalga kabarırdı. Hücuma kalktıkları zaman ise Hu çekerek ileri atılırlardı. Şayet düşman kuvvetleri padişah otağına doğru yaklaşırsa, saşar hilal gibi açılır, açılır ve sonra kapanırdı. Artık o kıskaçtan sağ çıkabilecek bir güç dünyada bulunmazdı.
Yeniçeri kıtalarının iştirak ettiği ilk büyük meydan muharebesi Murad-ı Hüdavendigar’ın Birinci Kosova Savaşı’dır (1389). Türkler yüz bin kişilik müttefik ordusunun karşısına kırk bin kişi ile çıkmıştı. Yeniçeri birlikleri on bin kişi kadardı. Savaş yeniçeri kuvvetlerinin düşman ordusunun merkezini teşkil eden ve Sırp kralı Lazar’ın kumandasında bulunan düşman kıtalarını bir çember içerisine alıp imha etmesiyle neticelendi.
Kosova savaşından yedi yıl sonra bu kez Macar kralı Sigismund’un kumandası altına yeni bir haçlı ordusu toplanmıştı. Macarların yanı sıra Fransızlar, İngilizler, İskoçlar, Almanlar, Polonya, Bohemya, Avusturya ve İtalyanlar, hepsi gömgök zırhlara bürünmüş yüz otuz bin şövalye. Büyük bir gurur ve azametle ilerliyorlar ve “gök çökse mızrakları mızla tutarız”, diyerek haykırıyorlardı. Vidin ve Rahova’da tarihin en meşhur katliamlarından birini gerçekleştirerek ilerlediler. İhtiyar, kadın, çocuk demeden on bin kadar Türkü akıl almaz işkencelerle öldürerek Niğbolu önlerine ulaştılar (8 Eylül 1396). Kale önlerinde zafer sarhoşluğu ile yaklaşık on altı gün oyalandılar.
Onlar Yıldırım Bayezid’in korkudan Anadolu’yu da terk ederek kaçacağını düşünüyorlardı. İşi bu sebeple gayet ağırdan almışlardı. Ancak 24 Eylül günü Osmanlı ordusunu ansızın karşılarında görünce büyük bir şok yaşadılar. Buna rağmen Osmanlı ordusunu mahvetmek ve Yıldırım’ı yakalamak şerefine erişebilmek için Macar ve Fransız komutanları birbiriyle şiddetli tartışmalar yaptılar. Neticede bu şeref (!) Fransızlara kaldı. Zırhlı Fransız şövalyeleri Osmanlı ordusunun içerisine yıldırım gibi daldıklarında önce zafer naraları ile ilerlediler. Zaferi elde ettiklerini sandıkları anda yeniçeriler tarafından kuşatıldıklarının da farkına varmışlardı. Şimdi yeniçeriler amansız palalarını indirirken Rahova-Vidin!… Rahova-Vidin… diye haykırıyorlardı. Böylece masum Müslümanları katletmenin ne demek olduğunu da onlara hatırlatıyorlardı. Yeniçeriler böylece yarım saat içerisinde Avrupa’nın bu gururlu şövalyeler topluluğunu ateş gören yağ gibi eritiverdiler. Korkusuz Jan ve bir kaç arkadaşı esir edilirken Macar kralı kendini Tuna nehrine atarak kurtulabildi.
Niğbolu savaşı ile artık bütün Avrupa milletleri, Osmanlı devletinin kısa sürede demir bir balyoz gibi yetiştirdiği bu çekirdek ordusunun gücünü görmüş ve acısını tatmış bulunuyordu.
Varna, II. Kosova, İstanbul’un fethi, Otlukbeli, Mercidabık, Ridaniye, Belgrad, Mohaç ve daha nice zaferlerde yeniçeri kılıcı pek şanlı bir şekilde parladı, gözleri kamaştırdı.
Böylece yüzlerce savaşa girip çıktı Osmanlı hükümdarları. Onları korumakla görevli yeniçeriler en küçük bir ihmal göstermediler. Bir Yıldırım Bayezid Han esir düştü. Ankara savaşında Timur Han’a…
Onda da yeniçerilerin bir suçu olmadı. Anadolu askeri beylerinin yanına geçip Yıldırım’a ihanet ederken, şehzâdeler savaşın kaybedildiğini anlayıp çekilirken, yeniçeriler akşama kadar vuruştular. Timur’un seksen bine ulaşan ezici kuvveti saatlerce çarpışmasına rağmen sekiz-on bin kişilik bu efsanevi birliği dağıtamıyordu.
Bir yeniçerinin ifadesiyle akıbetin sebebi:
“Biz: Padişahım sakın aramızdan çıkma dedik. Ancak cesur ve gayur hanımıza dinletemedik. Bizim aramızdan çıktı. Bir zaman sonra gördük ki Timur’un askeri Hünkarımızı ele geçirmiş. Timur’a götürdüler. Biz de teslim olduk. Eğer Yıldırım Han sözümüzü dinleyip aramızdan çıkmasaydı, gece karanlığında biz onu alıp giderdik. Timur’un askeri ise bizi asla bulamazdı…”
Yeniçeriler her zaman askerdiler. Savaşlardan sonra memleketlerine dönmezlerdi. Bir kısmı merkezde padişahın sarayında görev yaparken diğerleri divan-ı hümayun muhafızlığı, şehir ve kasabaların inzibatı ve serhat kalelerinde muhafızlık görevlerinde bulunurlardı. Onlar Osmanlının yaya yürüyen neferleri idiler. Bir ülkenin üzerine yürüyüşe geçtiklerinde zelzele olurcasına korku salarlardı.
Batıda Belgrat’a, Budin’e, Tımeşvar’a, Uyvar’a, Viyana’ya; doğuda Bağdat’a, Revan’a Tebriz’e, Karabağ’a; kuzeyde Bender’e Hotin’e, Polonya ovalarına; sonra Sina çöllerine, Rusya bozkırlarına, fiam’a, Halep’e, Kahire’ye yürüdüler. Bazan beş ay, bazan bir buçuk yıl süren bu yürüyüşler Türk tarihine altın haleler gibi asılan zaferler kazandırdı. Ta ki ocak disiplini bozuluncaya kadar…
Yahya Kemal Beyatlı “İstanbul’u fetheden Yeniçeri’ye” asırlar ötesinden şöyle sesleniyordu:
Vur pençe-î Âli’deki şemşîr aşkına,
Gülbangi âsmânı tutan pîr aşkına.
Ey leşker-î müfettihü’l-ebvâb vur bugün,
Feth-i mübini zamin o tebşîr aşkına.
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-î hilâl içün,
Gelmiş bu şehsüvâr-ı cihangîr aşkına.
Düşsün çelengi Rûm’un eğilsün ser-i Firenk,
Vur Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına.
Son savletinle vur ki açılsın bu surlar,
Fecr-î hücûm içindeki Tekbîr aşkına. (2)
*
A Oğul!
27 yıllık saltanatı sırasında 40’dan fazla muharebe yapmış bir Padişahtır bahsettiğim. Onu tarif edenler demişler ki:
"Orta boylu, uzun boyunlu, değirmi çehreli, seyrek dişli, koç burunlu, şahin bakışlı" olarak çizmişlerdir resmini… Az ve güzel konuşması, cengâverliği ve ava düşkünlüğünden söz edilmiş hep. Katıldığı savaşlarda çarpışmalar başlamadan önce orduya yaptığı ateşli-moral verici söylevleri pek meşhurdur.
Neşrî Tarihinde "Atası gibi hayır sahibi idi. Cemi ömrünü gazaya sarfetmiştir. Osmanoğullarında bunun ettiği gazayı hiçbir padişah etmemiştir. Dahi avı gayet sever idi ve nice bin altın ve gümüş halkalı itleri vardı. Doğanları yine öyle idi" denilmektedir.
Yabancı kaynaklar ondan "kibar şövalye" olarak bahsederler. Müneccimbaşı Tarihi ise “adaletinden, iyilikseverliğinden ve merhametinden” söz eder.
Öldükten sonra sanki kutsallık mertebesine yükseltilmiştir. Ancak zamanında pek dindar olmadığı hakkında bazı ipuçları bulunmaktadır. Şöyle ki : Dimitri Kantemir tarihi “Bursa kadısının bir özel davada I. Murad'ın şahitliğini cemaatle birlikte namaz kılmaması nedeniyle kabul etmediğini” hikâye eder.
Ancak Ahiler arasında en yüksek mertebeye ulaştığı, yaptırdığı bir vakfiyenin kitabesinde "Ahilerden kuşandığım kuşağı Ahi Musa'ya kendi elimle kuşattım" cümlesinden çıkartılabilmektedir.
Can Oğul, biliyorsun ki :
Bursa'nın Çekirge semtinde “Hüdavendigar Camii ve imaret, medrese, misafirhane, türbe ve kaplıcayı kapsayan külliyesi” vardır. Ayrıca “Bursa Hisarı'nda Hisar Camii, Bilecik ve Yenişehir'de camiiler ve zaviye ve annesi adına İznik'te bir imaret” yaptırmıştır.
Osmanlı devlet idaresi I. Murad döneminde küçük bir beylik idaresinden bir Sultanlık idaresi şekline dönüştürülmüştür. Onun döneminde 'Devlet hükümdar ve sülalesinin ortak malıdır.' anlayışı kalkmış yerine 'Devlet hükümdar ve oğullarının ortak malıdır.' anlayışı gelmiştir.
Vezirlerin ve Divan üyelerinin sayısı artırılmıştır. Devletin malî bünyesi ortaya çıkartılmış ve Defterdarlık makamı oluşturulmuştur. Çağının en ileri profesyonel askerî organizasyonu olan “Yeniçeri ocağı” kurulmuştur.
*
Seferlerine Ankara’nın yeniden fethiyle başlayan Sultan Murad Hüdavendigâr, 1362 Temmuz’unda Edirne’yi zabtetti ve kendisine Edirne’yi yeni başşehir yaptı. Bunu Balkanların önemli bir merkezi olan Filibe’nin fethi takip etti (1363). Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında bu şekilde ilerleyişi Hıristiyanları korkuttu ve Papa V. Urbanus’un tahrikiyle Osmanlı Devleti “ilk haçlı seferine” maruz kaldı. Ancak 60.000 kişilik haçlı ordusu 10.000 kişilik Hacı İlbeğ komutasındaki Osmanlı ordusunun yaptığı bir baskın sonucunda yenildi ve tarihe Sırpsındığı zaferi olarak geçti (1363).
Bunu Sırbistan’ın bir kısmı ile Bulgaristan’ın Osmanlı’ya ilhakı takip etti ve 1365 yılında da Dubrovnik (Raguza) ile ilk milletlerarası mukavele imzalandı. Evet, Bulgarlar ile yapılan anlaşmada bir de askeri-stratejik evlilik de gerçekleşiyordu. Tıpkı babası Sultan Orhan Gazi’nin yaptığı gibi… Bulgar Kralının kızı Bulgar-Yahudi meleziydi ve adı da Marya Thamara Hatun’du. Şiirbaz Padişahımız bu evliliği, bu mukavele ile yapıyor ve Balkanların en ücra noktalarına kadar nüfuz edebileceğini ortaya koyuyordu.. 1375’de ise, Hamidoğulları sembolik bir bedelle topraklarının yarısını Osmanlıya terk etti ve böylece Germiyanoğlu ile Karamanoğlu arasına Osmanlı girmiş oldu.
*
Osmanlı Devleti Balkanlara hakim olmuş, Bulgaristan tamamen Osmanlı’nın eline geçerken Sırbistan’ın da önemli bir kısmı feth edilmiştir.
27 yıl içinde babasından aldığı mirası 5 kat artırarak 500.000 km2’lik bir büyük devlet haline getirmiştir.(3)
*
Batılı tarihçilerin de itirafıyla, fethettiği topraklarda Ortodokslara, Katoliklere ve diğer din mensuplarına kendi dindaşlarından daha iyi davrandı.
Verdiği sözde durması hasebiyle dost düşman herkes tarafından sevilir hale geldi.
Devlet teşkilâtçılığında da zirvedeydi.
Her ne kadar yeniçeri teşkilâtı babası zamanında kurulmaya başlansa da, asıl yeniçeri ve acemi oğlanları teşkilâtlarını kuran ve geliştiren kendisi oldu.
İstanbul'u ilk kuşatan Osmanlı Padişahı da kendisiydi.
*
Murad Hüdâvendigâr’ı muvaffak eden sebeplerin başında onunla birlikte çalışan ehliyetli devlet adamlarını zikretmek gerekiyor. Bunların başında, bir görüşe göre Sultan Murad zamanında ihdas edilen kazaskerliğe ilk defa getirilen Çandarlı Halil Efendi’yi zikretmek gerekiyor. Bu vazifeye gelir gelmez, Karamanlı Kara Rüstem’in de yardımıyla Maliye teşkilâtı tanzim edildi ve Sultan Orhan zamanında başlatılan Yeniçeri ve Acemioğlanları Teşkilâtını bütün ayrıntılarıyla kurmaya muvaffak oldu. 1372 yılında da Vezir oldu ve artık Halil Hayreddin Paşa diye anılmaya başlandı.
Diğer devlet adamları arasında ise, Halil Hayreddin Paşa’nın oğlu Ali Paşa’yı, yeniçeri ve acemi oğlan teşkilâtında büyük payı bulunan Timurtaş Paşa ve Lala Şahin Paşa’yı, kahramanlıkları ile meşhur Sarıca Paşa, Evrenos Beğ, İne Beğ, Paşa Yiğit, Müstecap Subaşı ve Hacı İlbeğ’i zikretmek gerekmektedir.
*
Dönemindeki âlimlerden ise Aksaray’lı Cemâlüddin Muhammed bin Muhammed, Bursa kadılarından ve Kadızade-i Rumî’nin babası Mahmud Bedreddin ve de Azerbaycan Kadısı ünvanıyla meşhur Mevlânâ Burhânüddin’i zikretmek gerekmektedir.
*
Murad Hüdavendigâr ile Osmanlı sarayında, taht kavgaları ve idamlar alenen ve resmen başlamıştır. Kardeşleri Rum İsporça'dan doğma Şehzade İbrahim ve Bizans İmparatoru Kantaköz'ün kızı Teodora'dan doğma Şehzade Halil'i Eskişehir'de idam ettirdiğini tarihler naklederler hep…
Öz oğlu Savcı Bey'in önce gözlerini kör ettirdiği sonra boğdurduğu belirtilir. Resmi tarihe göre babasına isyan ettiği için boğdurulduğu iddia edilen Savcı Bey, son nefesini veririken sadece 10 yaşlarındaydı, biliyor musun?
Daha sonra yeğeni Melik Nasır'ı öldürttüğünü yazar tarihler.
*
Eşleri
********
Gülçiçek Hatun - Yıldırım Bayezid'ın ve Yahşi Bey'in annesi.
Marya Thamara Hatun - Bulgar Kralı'nın kızı. Bulgar-Yahudi Melezi.
Paşa Melek Hatun - Kızıl Murad Bey'in kızı.
Fûl-Dâne Hâtûn - Candaroğulları'ndan bir beyin kızı.
Erkek çocukları
*************
Yıldırım Bayezid, Yahşi Bey,Yakup Çelebi,Savcı Bey, Şehzade İbrahim
Kız çocukları
***********
Nilüfer Hatun :
“I.Murad’ın kızıdır. Annesi Nilüfer Kadın’ın adına gore bu adı almıştır. Bursa’da bir mescid yaptrmıştır.”
Melek Hatun:
I.Murad’ın ikinci adını bildiğimiz kızı Melek Hatun’dur. Eski kaynalar Melek Hatun’un ismini Nefise ve Sultan Hatun şeklinde yazdıklarından çok yakın zamanlara kadar bu yanlışlık böylece devam etmiştir. Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey, I.Murad’a elçi ve hediyeler göndererek Melek Hatun’u istemiş, Padişah da vermiştir. Bu brleşmenin tarihi 780(1378) ile 783 (1381)yılları arasında değişmektedir.(4)
Melek Hatun, kocası ile babası ve kardeşi Yıldırım Bayezid arasında adeta bir aracı vazifesi görmüştür. Kocası Alâeddin Ali Bey, birkaç defa Melek Hatun sayesinde ölümden kurtulmuştur. Fakat Alâeddin Ali Bey’in düşmanca hareketleri Yıldırım Bayezid’I kızdırdı, yakaladığı eniştesini öldürttü. Kızkardeşi Melek Hatun’la oğullarını Bursa’ya gönderdi(1397).
1402’de Timur olayından sonra Melek Hatun tekrar Karaman’a döndü ve burada öldü. Melek Hatun Karaman’da 783 ( 1381) yılında Sultan Hatun Medresesi ile türbesini yaptırmıştır. Bu türbede gömülüdür. Alâeddin Bey’den Alâeddin Ali Bey, Mehmet Bey ve Oğuz adında çocukları olmuştur.(5)
*
“O zamanlar; bilhassa kış geceleri, sazendeler, hanendeler ve rakkaslarla, kebapla ve şerbetle Bursa’nın kaplıca âlemleri meşhurdur. Sabahlara kadar devam eder Sultan Murad böyle bir kaplıca âleminde, belinde kırmızı ibrişim peştemallı bir nevcivanı şu nefis beyitle tasvir ediyor, muhayyilenizde, yüzlerce mumun ve kandilin kaplıca havuzundaki akisleriyle okuyunuz :
“Nagehan kadre irdim dün gice ben kaplucada
Bir gümüşden yapulu servi hıraman gördüm.”
Başka bir eğlence âleminde de başka bir sahneyi bir beyitle canlandırıyor:
“Çalınır renkler, ayaklar karsılur
Raks urur rakkase, çardak sarsılur”
Şu kıtası da çok meşhurdur:
“Saki getür getür yine dünkü şarabımı
Söyle, dile getür yine çenk ü rebabımı
Ben var iken gerek bana bu zevk u bu sefa
Bir gün gele ki görmiye kimse türabımı”
Devlet kapısında hacet sahiplerine “Bugün git, yarın gel”denilmesini istemezdi, işte bir emir :
“Yarına salmayın fakirin kârın
Ne bilirsin nice olur yarın…”(6)
*
“ HÜDAVENDİGÂRCA TAHMİS-İ DUA ”
Kalksın gayri bu ikilik aradan,
Alevi sünni bir olsunlar can, can
Bölünmekten koru bizi Yaradan;
"Âb-ı rûy-ı Habîb-i Ekrem içün
Kerbelâda revân olan dem içün"
İki dilde neymiş, varken Türkçemiz
Bulaşmasın teröre gençlerimiz
Kürt-Türk diye bölünmesin ülkemiz;
"Şeb-i firkatde ağlayan göz içün
Reh-i aşkında sürünen yüz içün"
Sensin zât-ı mutlak, Evel, Âhir, Hak
Kara gökte nurun etsin infilâk
Yoksula, yetime muştular bırak;
"Ehl-i derdin dil-i hazîni içün
Câna tesîr iden enîni içün"
Muzaffer et, kahraman ordumuzu
Bayraklaşsın yakalasın sonsuzu
Uyandır sehere şom uykumuzu;
"Eyle Yârabbi lutfunı hem-râh
Hıfzını eyle bize püşt ü penâh"
Milletimin sancağını eğdirme
Hilâlime namahrem el değdirme
Güç, kuvvet ver;ümitsizlik verdirme
"Ehl-i İslâma ol mu'în ü nasîr
Dest-i a'dayı eyle bizden kasîr"
Ocağımız yansın, bacamız tütsün
Kara zindan gece defolup gitsin
Anadolu yeniden bayram etsin;
"Bakma Yârab bizim günâhımuza
Nazar it cân u dilden âhımuza"
Türk illeri omuz omza versinler
Barış, dostluk çiçeğini dersinler
Düşman hilesini yere sersinler;
"İtme Yârab mücâhidîni telef
Yeter a'daya kılma bizi hedef"
Minareler susmasın, göğü sarsın
Bu ceylânın gülceyle yâre varsın
Tutup saatleri vuslata kursun;
"Çeşmimüz sakla gerd-i ma'rekeden
Cünd-i İslâmı cümle mühlikeden"
Mustafa CEYLAN
---------------------------------------------
TAHMİS(Beşleme) :
Tahmis başkasının yazdığı bir gazelin her beytinin üstüne üçer mısra eklemek suretiyle yapılan bir nazım şeklidir. Buna beşleme (yani beşe çıkarma) de diyebiliriz.
Bu şiirde,
Beşliğin son iki mısraı, Sultan I. Murad'ın Kosova sahrasında savaştan evvel yaptığı duadır ve edebiyat tarihimize mâl olmuştur.
Burada,
Sultan I. Murad'ın gazel tarzı duası aruz vezni ile kaleme alınırken, biz her beytin üstüne eklediğimiz üçer mısrada hece veznini tercih ettik. Bu şekliyle, hece ve aruzun bir şiirde bir araya gelmesine GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, "Gülistan" adını vermişti, biz de GÜLİSTAN-TAHMİS ortaya koymuş bulunmaktayız...
-----------------------------------------------
(1)AK, Coşkun; a.g.e, 23(2)Prof.Dr. ŞİMŞİRGİL, Ahmet; Yeniçeriler makalesi,ahmetsimsirgil.com/yeniceriler/
(3)wikipedia.org
(4)UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Murad-ı Hüd^vendigâr kızı ve Karamanoğlu Alâeddin Bey'in zevcesinin adı nedir? Belleten XXI, 178-180, Ank 1957
(5)ULUÇAY,M.Çağatay; a.g.e, 6-7
(6)KOÇU, Reşad Ekrem; Âşık Şair ve Padişahlar,Doğan Kitap, Mart,2005, 20-21