ein Bild ein Bild
Sitemize Hoşgeldiniz, Ziyaretçi! Giriş Yap Kayıt Ol


Konuyu Değerlendir
  • 0 Oy - 0 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
ŞİİRBAZ SULTANLAR ( 4 )-SULTAN I. BAYEZID(Yıldırım)
#1
4-SULTAN I. BAYEZİD ( YILDIRIM)

Mustafa CEYLAN
****************


A Oğul!

 
Şiirbaz Sultanlardan Yıldırım Bayezid’de sıra. Rum asıllı Gülçiçek Hanım’ın ve Şiirbaz Sultanımız Murad’ın oğlu. Babası Kosova’da şehid olunca yerine tahta geçti. Fakat, yaptığı ilk iş neydi biliyor musun? Evet, yaptığı ilk iş, “ilerde padişahlığı almağa kalkar kaygusu ile” kardeşi Yakup Çelebi’yi boğdurmak olmuştur.
 
Yıldırım, Dördüncü Osmanlı padişahıdır. 1389'dan 1403 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır. Ankara Savaşı(1402)nda Timur’a yenilince esir düşmüş ve 8 ay sonra vefat etmiştir. Ey Oğul, Ankara Savaşı’nın Türkün Türkle savaşı olduğunu biliyorsun değil mi? Evet, Türkün Türkle savaşı… En üzüntü verici savaş. Biz, tarihler boyunca ne çektiysek kendi kendimizle yaptığımız savaşlardan çektik hep…
 
Yıldırım Bayezid, küçük yaştan itibaren zamanın seçkin âlimlerinden genel İslam eğitimi ve değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare dersleri aldı.
 
Osmanlı tarihlerinde kendisinden ilk olarak söz edilmesi,  1381'de Germiyanoğulları beyi Süleyman Şah'ın kızı Devlet Sultan / Hatun 'la evlenişi nedeniyledir. Bu evlilik, babası I. Murat'ın Germiyan topraklarının neredeyse tamamını "gelin çeyizi" olarak sınırlarına katma politikasının sonucuydu.
 
İşte genel Osmanlı davranışı diye dikkatlerinize sunabileceğimiz hareket bu. Şehzadeye veya Sultan’a “evdeş”-“eş” almak ve bununla birlikte ülke sınırlarını genişletmek. Devlet Hatun’un “gelin çeyizi” nde Germiyan toprakları…
 
1381 yılında evlenişinin takip eden yıllarda devlet idaresinde yetişmesi için Sultanönü, Eskişehir ve sonra Germiyan İli Kütahya sancakları beyliğine atandı. Sancaklarının askeriyle Anadolu ve Rumeli de yapılan savaşlarda babasının yanında yer aldı. Bir şehzadeden beklenileni yaptı…
 
A Oğul;
Sultan koltuğu, o süslü taht, o hükmetme duygusu, o kılıç gücü, o mühür o kadar tatlı ve o kadar baş döndürücü ki, bunun böyle olmasında, şehzadenin yetişme tarzı ve annesinin daha çocukluktan itibaren oğlunu o şatafata hazırlaması vardır, öyle değil mi?  Kökeni osmanlı olmayan, aksine Osmanlıya yabancı olan Sultan analar, evlâtlarını, çok evli Padişah kocalarından ve öteki kardeşlerinden korumuş kollamışlar ve birgün Padişah olacak umudları ile yetiştirmişlerdir.
 
1385'de kardeşi Şehzade Savcı Bey'in, Bizans veliahtı Andronikos Palaiologos ile birlikte hareket ederek ayaklanmasının bastırılışı ve Şehzade Savcı'nın gözlerine mil çekilmesi sonucu öldürülmesi olayları ile de Osmanlı tarihlerinde Yıldırım Bayezid’ ın bahsi geçmektedir.
*
1389'da Sırpların çoğunluğunu oluşturduğu Haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova Savaşı'na katıldı. Osmanlı ordusunun sağ kanadının komutanlığını yaptı; savaşta büyük kahramanlık gösterdi ve savaşın Osmanlılar tarafından kazanılmasında komutası altında bulunan Osmanlı sağ kanadının Sırplara bir karşı taarruz ile Sırp ordusunu çökertmesi çok önemli katkı sağladı. Babası Sultan Murat, bu savaş sonunda bir Sırp soylusu olan Milos Obilic tarafından şehit edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtı kendisine verildi.
 
*
1391’ de Yıldırım Bayezid, devlet aleyhine talebe ve halkı kışkırtan bazı ilim adamlarının idamını emretti. Vezir Ali Paşa’ nın emir ile, hükümdarı yumuşatmak için, huzura çıkan tuhaf bir nedim: (-“İzin verirseniz, diyâr-I küfre gideceğim”… Dedi. “Bari, idam olunacakların yerine, oradan Müderris getireyim!..) Gülümseyen Hükümdar, vazifelerini bilmek şartıyla şımarıkları affetti.”(1)
 
*
Şiire ve sanat olaylarına önem veren bir Padişahtı. Bizim Şiirbaz Sultanlarımızdan birisiydi… Şiiri sevmekle kalmamış, kendisi de sade bir dil ile şiirler kaleme almıştır. Çevik, atılgan ve devamlı hareketli olması sebebiyle almış olduğu "Yıldırım" mahlasını şiirlerinde de kullanmıştır.
 
Demiştir Ki:
 
"Yâri rind-i zamânedür sandum
Bahs-i vaslı terânedür sandum
 
Ehl-i hicrâna fitne-i agyâr
Ortada bir bahânedür sandum
 
Göz ucıyla kıya kıya bakışı
Dil alup kasdı cânadur sandum
 
Kıssayı anlamamış âhir-i kâr
Anı da bir fesânedür sandum
 
Hışm ile zahm-nâk dil-i sûzi
Yıldırım’dan nişânedür sandum"
 
*
KARDEŞ KATLİ
 
“Osmanlı’daki kardeş, oğul vb en yakınlarını öldürme hadisesi konusunda Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Hocamızın görüşlerini içeren bir makalesini aynen takdim ediyoruz :
 
Devlet-i ebed müddet idealinin ve tarihî tecrübenin Osmanlı’ya ödettiği ağır bedel…
Müslümanlar, Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta duruyorlar. Hanedan yıkılırsa din de mahvolur. Bu sebeple hanedanın, din ve devletin selâmeti ve bekâsı evlattan daha mühimdir.
Busbecq (Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın elçisi)
 
Cenab-ı Hak benden sonra senin hükümdar olmanı takdir etmişse, bunu hiç kimse tebdil ve tağyir edemez. Etmemişse, bunu da sen değiştiremezsin. Bugün din-i İslamın yegâne istinadgahı Osmanlılardır. Devletin dahilindeki bir mücadele doğu ve batıdaki düşmanlara fırsat verir. Bu ise bir cinayettir. Ve İslamiyeti temelinden yıkmakla birdir.
Kanunî  Sultan Süleyman Han
 
 
Kadimden töredir kardeşe kıymak
Atayı anayı gussalı komak
 
Aşıkpaşazâde’nin bu beyti Osmanlı tarihinin en mühim bir meselesine işaret ediyor. Bu şanlı hânedana tarihin görmediği uzun süreli saltanat hayatı sağlayan kudret kaynaklarından biri de, şüphesiz merkeziyetçi bir devlet oluşumu idi. Ancak böyle bir ideali gerçekleştirirken ortaya çıkardıkları kardeş katli meselesi her zaman tartışılageldi. Art niyetli olanı, Osmanlı düşmanlığını ilke edinen ve tarih metodundan uzak bulunan yazarlar ve kimseler arasında ise padişahlar, kardeşlerini, kardeşlerinin oğullarını, hatta kendi oğullarını hunharca katlettiren adamlar olarak değerlendirildi. Kendi saltanatları ve tahtları için görülmemiş mezalimler yaptıran insanlar olarak gösterildi.
İşte bu ve benzeri görüşler karşısında genellikle insanlar sükutu tercih ettiler ve bir ölçüde bu ifadeleri kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Zira olayın insani ve vicdani boyutu pek büyüktü ve aklı başında bir kimse için evlat katli, kabul edilmesi imkânsız bir işlemdi. Dolayısıyla konuyu geçmişi, devrinin özellikleri, anlayışı, sosyal ve siyasi şartları ile ve objektif bir biçimde ele alacağız ve tarih metodu ile okuyucularımızın bilgilerine sunmaya çalışacağız.
Kutsal kan
Gerek eski Türk ananesinde ve gerekse İslâm’dan sonraki dönemde devlet, hükümdar ailesinin ve hanedanın müşterek malı sayılırdı. Nitekim İslâmiyet’ten önce Türkler, kendilerinin dünyayı idare etmekle görevli olduklarına inanırlardı. Yaradan bu görevi onlara bahşetmişti. Kağanların yaptıkları işlerin Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle olduğu Orhun Abideleri ile de sabittir. Dolayısıyla Türkler, onların hükümdar ailesinden olan kimseleri idam ederken kanlarını akıtmıyorlar, yay kirişiyle boğuyorlardı. Zira onların kanları kutsal biliniyordu.

İşte, aynı inanışların İslâmiyet’i kabul ettikten sonra da dini bir çerçeve içerisinde ele alındığı ve yaşatıldığı görülüyor. Karahanlılar’da, Gazneliler’de, Selçuklular’da, Timur oğullarında ve Anadolu beyliklerinde devlet hep hanedanın müşterek malı kabul edildi. Yalnız uygulamaya geçildiğinde bunun devlete ve milli menfaatlere zararlı bir yönü ile hep karşı karşıya kalındı. Bu hastalık devletin birliğini, gücünü, kuvvetini kırıyor ve kısa bir süre içerisinde onu tarihe mal ediyordu.
Böl, parçala, yut
Devletlerimizin çabuk yıkılmasına sebep olan bu uygulama, devletin müşterek hakimi olmaları sebebiyle oğullar arasında pay edilme geleneği şeklinde de kendini göstermişti. Eski Türkler’de doğu-batı diye her zaman bölünmeye yol açan ve Çinliler’in ekmeğine yağ sürmekten öteye gitmeyen bu usûl, İslâmiyet’ten sonraki Türk devletlerine de aynen yansıdı. 940larda Türkistan ve Maveraünnehir’de güçlü bir hâkimiyet kuran Karahanlılar, bir asır geçtikten sonra önce ikiye sonra üçe bölündü ve yine aynı süre bittikten sonra da yıkıldılar. Gazneli Sultan Mahmud’un Azerbaycan hudutlarından Hindistan’ın Yukarı Ganj vadisine Orta Asya’da Harezm’den Hint Okyanusu sahillerine kadar çok geniş bir sahada teşekkül ettirdiği devleti (962-1030) kendisinden sonra daha çok hanedan üyelerinin saltanat mücadelelerine sahne oldu ve 1187de tamamen ortadan kalktı.

Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde çok geniş ülkeleri elinde tutan Büyük Selçuklu Devleti, yine bu inanç ve gel
enek dolayısıyla İran, Kirman, Konya, Halep ve Dımaşk Selçukileri adıyla beş parçaya ayrıldı. Bütün bu bölünmeler ne yazık ki ilk düşman ve ilk tehlike oluyordu. Özellikle komşu ülkelerde siyaseti iyi bilen idereciler, bu bölünmüş ve parçalanmış hanedanları birbirleri ile kapıştırmakta hiç zorlanmıyordu. Neticede sel gibi Türk kanları akıyor, memleketler harap oluyordu. Birinci Haçlı seferinde 600 bin kişi Anadolu’ya girmiş, ancak Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ülkedeki birlik ve beraberliğin verdiği güçle bunların sayısını Antakya kalesine ulaşıncaya kadar (1096-1097) 100 bine indirmişti. Oysa Suriye’de Büyük Selçuklu Devleti’nin bölünmüşlüğü ve parçalanmışlığı az sayıdaki bu Haçlı birliklerinin işine yaradı. Müslüman, Musevi ve Hristiyanların birlikte yaşadığı, her üç dinin mensuplarınca da mübarek bilinen Kudüs, Haçlılar’ın eline geçince büyük bir katliâma sahne oldu. Yetmiş bin Müslüman ve Yahudiyi, mabetlere sığınan çocuklar ve kadınlar dahil, acımasızca kılıçtan geçirdiler. Şehrin sokakları kan ve cesetlerden geçilmez oldu.
Diğer taraftan Anadolu’da da Sultan II. Kılıç Arslan’ın 1188de memleketini yine eski Türk hâkimiyeti telâkkisine göre, onbir oğlunun arasında pay etmesi, devletinin geleceğini gayet fena bir şekilde etkilemeye başladı. Şehzadelerin birlik ve beraberlik için verdiği mücadeleler binlerce Türk’ün ölümüyle sonuçlandı. Ve sonunda da 50 yıl geçmeden Moğollar’ın tahakkümü altına girdi. Bütün bu gelişmeler ise, düşmanların kafasına Türkler’i yok etmenin bir reçetesi olarak kazınıyordu. Ve bu reçete üç kelimeden ibaretti. Böl, parçala, yut.
     Bir ülkeye tek çoban
Anadolu Selçukluları’nın Moğol tabiiyeti altına girmesi uçlardaki Türk beylerini harekete geçirdi ve her biri bulundukları mıntıkalarda istiklallerini ilân etmeye başladılar. Karamanoğulları, Aydınoğulları, Germiyanoğulları, Candaroğulları ve Saruhanoğulları gibi güçlü beyliklerin bu taksim töresine sadıkane bağlı kaldıkları müşahede edilirken, Bizans sınırına yakın bir mevkide yer alan ve beyliklerin en zayıfı olarak telakki olunan Osmanlılar’ın ise ne yapacakları merak edilmeye başlandı.
Ertuğrul Gazi’den sonra aşiretlerin ve beylerin kararıyla oğlu Osman başa geçirilmişti. Aşireti beyliğe çeviren Osman Gazi’nin vefatından sonra Alaaddin ve Orhan isimlerinde iki oğlu kalmıştı. Osman Gazi’nin bıraktığı ülke nasıl pay edilecek ve bu konuda nasıl bir yol izlenecekti? İşte devletin en temel dinamiği bu husus olacak ve geleceğini etkileyecekti.
 
    Tek yürek
Orhan Bey’in vefatından sonra Hüdavendigar lâkabı ile anılan oğlu I.Murad babasının vasiyeti ve vezirlerinin ittifakıyla hükümdar olurken, saltanat davasına kalkışan iki kardeşi İbrahim ve Halil beyleri ortadan kaldırdı. Daha sonra Bizans İmparatorunun oğlu Andronikos ile birlikte olup kendisine isyan eden oğlu Savcı Bey’i yine devletin sıhhat ve selameti için öldürttü. Böylece saltanatta birlik prensibi Osmanlılar için olmazsa olmaz bir devlet telakkisi haline geldi.
Nitekim I.Murad Han, 1389da Kosova meydanında şehid düşünce beylerin ittifakı ile babasının yerine seçilen Yıldırım Bayezid, kaçan düşmanı takipten dönen kardeşi Yakup Çelebiyi öldürterek muhtemel bir iç savaşı önlemek istedi. Gerçekten de Anadolu beylerinin bu olayı vesile ederek Osmanlılar’a karşı ittifak kurmaları ve faaliyete geçmeleri, Yıldırım ve beylerinin yerinde bir karar aldıklarını açıkça gösterdi. Zira muhtemeldir ki Yakub Çelebi bu beyler tarafından rahat bırakılmayacak ve Yıldırım’a karşı teşvik edilecekti.

Timur hadisesinden ve Ankara bozgunundan sonra yaşanan 11 yıllık fetret devresi ve şehzade kavgaları aslında, firaset ve siyaset sahipleri için mükemmel bir dönemdi. Kardeş katli meselesinin devlete ne derece bir hayatiyet bahşettiğinin vesikası hüviyetindeydi. Tarih metoduna sahip kimseler, bu açık vesikayı okuyup değerlendirmekte hiç güçlük çekmezler.
Fetret devrinden önce ve sonra 10 yıllık dönemlerde mevcut topraklarını iki kat büyütebilen Osmanlılar, bu defa birbirlerinin hasmı ve düşmanı olmuşlardı. Sadece birbirlerini kırmakla kalmamışlar, Bizans, Eflak ve Karamanoğulları karşısında önemli ölçüde toprak kaybına da uğramışlardı.

Yaşanan bütün bu olaylar birlik prensibini daha da pekiştirdi. Çelebi Mehmed kardeşlerini ortadan kaldırarak devletin ikinci bânisi sıfatını kazandı. Onun yerine tahta oturan oğlu II.Murad da önce tarihlere “Düzmece” lâkabıyla geçen amcası Mustafa Çelebi’yi, ardından kardeşi Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırarak tek başına ülke idaresine sahip oldu.
Ekser ulemâ dahi…
İstanbul’un fethinden sonra ise, Fatih Sultan Mehmed ülkenin bölünmezliği ilkesini sistemleştirdi ve bir kanun maddesi haline getirdi. İşte meşhur kanunnâmede yer alan kardeş katli ile ilgili hüküm:
“Her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, kardeşlerini nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Ânınla amil olalar”.
Fatih Sultan Mehmed böylece ata ve dedesinin pratikte uygulaya geldiği bir usûlü böylece kanun olarak yerleştirdi, hanedanı rahatlattı ve sistemi kalıcı kıldı. Fatih’ten sonra tahta çıkanlar daha rahat hareket etme imkanını buldular. Nitekim II. Bayezid Han kardeşi Cem’in oğullarını, Yavuz Sultan Selim şehzade Ahmed, Korkud ve evlatlarını, Kanuni oğullarını, III. Mehmed, III. Murad, IV. Mehmed, IV. Murad ve diğerleri kardeşlerini hep bu kanuna istinaden ortadan kaldırdılar.
Kanunnâmede bu uygulamanın “Nizam-ı âlem” için yapıldığı belirtilirken, yine kaynaklarda meşruiyeti göstermek bakımından şu hukuki prensipler veya siyasi gerekçeler göze çarpıyor.
Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.
Umumî bir zararı def edebilmek için, hususî bir zarar tercih olunur.
Bir kafeste iki aslan, bir kında iki kılıç olmaz.
Kangren olan kolun kesilmesi bütün vücudu kurtarmak için zaruridir.
İşte bütün bu ifadeler ve hükümler, devlet bütünlüğünün parçalanmasına, binlerce Müslümanın ve askerin ölümüne, köy ve şehirlerin felaketine ve cihad hizmetinin durmasına yolaçacak olan kardeş kavgalarının önüne geçebilmek için bir veya bir kaç kişinin ortadan kaldırılmasını gerekli kılıyordu.
Kemalpaşazâde bir kıtasında bu hadiseyi şu şekilde belirtir.
 
Çü şah baştır memleket ona ten
Yaramaz iki başlı olmak beden
Bir iklime sığmaz iki padişâh.
 
Taksim tehlikesi
İşte bu özellikleri dolayısıyladır ki, her şehzade babasının bıraktığı mülke vâris olmanın yanısıra, kendisini devlet idaresine namzet görüyor, bu uğurda mücadele yoluna atılmakta tereddüt göstermiyordu. Bu mücadeleler sırasında eski Türk geleneği üzere zaman zaman devletin bölünmesi ve müşterek idare olunması teklifleri de gündeme gelmeye başladı.

Nitekim fetret devrinin ortaya çıkardığı karışık devrede kardeş kanlarının akıtılmasını istemeyen Çelebi Mehmed ağabeyi İsa Çelebi’ye Anadolu’nun ikisi arasında pay edilmesini isteyerek şöyle demişti:
“Ey canım kardeşim, ey sevincimizin neşemizin kaynağı, boşa giden dünya malı için İslamın yiğitlerini savaşa salmak, sonu mutsuzluk ve pişmanlık olan bir iştir. Cihan sultanlığı hem bir anlık, hem de sonu gelmeyen bir dilektir. Bilgili, ileri görüşlü ve akıllı kişiler bu değersiz mala istekli olmaz.
Yer yüzünün Müslüman kanıyla sulanması ne din için gereklidir, ne de aklın görüşüne uygun düşer. Gazilerin ok ve kılıçları din düşmanlarının kanı ile boyanmalı. Bu ortada iken müminlerin kanına girmek yerinde midir? İki günlük devlet için güzel adımızı boşa salmak uygun mudur? Kardeşçe ilişkiler kurmak ve birbirimizi desteklemek varken sonu kötü düşmanları sevindirmek, doğruyu araştıran aklın gereği değildir. Güçlü kişilere uygun düşecek olan budur ki Anadolu diyarına yarı yarıya hükmederiz, kardeşlik ve hoşnutluk yolunu tutarız…”
İsa Çelebi ise küçük kardeşinin kendisine yol göstermesi karşısında hiddetlenerek sert ve ağır ifadelerle cevap verdi ve atının dizginlerini mücadele meydanına çevirdi.
İki padişah fazla
Neticede Mehmed, Süleyman, İsa ve Musa Çelebiler arasında onbir yıl devam edecek büyük mücadele başladı. Mehmed Çelebi Osmanlı devletini yeniden bir idare altında toplamayı başarırken bu durumdan memnun olmayan devletler de vardı. Batıda güçlü bir devletin bulunmasını istemeyen ve dağınık mevcut statünün devamında kendisi için faydalar gören Timur’un oğlu Şahruh, Çelebi Mehmed’e bir name göndererek dikkatini çekmişti. Şahruh mektubunda; onun Osmanlı töresi üzerine kardeşlerini öldürtmesinin İlhanlı töresine uymadığını söylüyor ve yaptıklarından dolayı Çelebi Mehmed’i şiddetle tenkit ediyor, aksi halde üzerine geleceğinden dem vuruyordu.
Osmanlı sultanı ise bu sözlere karşı; Osmanlı padişahları başlangıçtan beri tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanatta ortaklığı kabul etmemişlerdir. On derviş bir kilim üzerinde uyur, lakin iki padişah bir iklime sığmaz. Zira etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir. Nitekim malumunuzdur ki pederinizin arkasından (Ankara Savaşından sonra) kafirler fırsat buldu. Selanik ve başka beldeler elden çıktı” diyerek cevab vermişti.
Cem Sultan’ın teklifi
Osmanlı devleti fetret devrinden sonra en ciddi bölünme tehlikesini Fatih Sultan Mehmed’in oğulları Bayezid-Cem mücadelesi sırasında yaşadı. II.Bayezid’in saltanatı elde etmesine karşılık Bursa’yı zapteden Cem, kendisini Anadolu’ya hakim olmuş sayarak bir elçilik heyetini ağabeyine gönderdi ve bu durumun kabul edilmesini istedi.
Elçilik heyetinde, Çelebi Mehmed’in kızı ve şehzadelerin halaları ihtiyar Selçuk Hatun da bulunuyordu. Bayezid Han, huzuruna gelen halasına büyük izzet ve itibar gösterdi. Selçuk Hatun ona:
“Padişahım olmaz mı ki can beraber olan kardeş kanını dökmeğe kalkışmayasın. İslam arasında cenk ateşini yakıp tutuşturmayasın. Rumeli topraklarıyla yetinip Anadolu ülkesini kardeşine bağışlayasın. Böyle yaparsan o da eğdiği boynunu bir daha boyunduruğundan çıkarmaz. Çekişme bir ağaç için dahi olsa üzüntüden başka meyve vermez. İki şanlı padişah döğüşmeye niyet etseler bundan halk büyük zarar görür. Ülke kavgası yüzünden ortalığı harabeye çevirmek yüce gönüllü olmaya ve yiğitlik şanına uygun değildir” dedi.
 
Evlâttan daha mühim
Sultan II. Bayezid hissiyatla dile getirilen duygu yüklü bu konuşmaya aldanmadı.
Lâ erheme beyne’l-müluk (Hükümdarlar arasında merhamet olmaz) ve
Bu kişver-i Rûm bir ser-i pûşîde-i arus-ı pür namustur ki iki damad hutbesine tâb götürmez. (Osmanlı Devleti öyle başı örtülü namuslu bir gelindir ki iki damadın talebine tahammül edemez) ifadeleriyle saltanatın taksim edilemeyeceğine dair namus ve kudsiyet duygularını belirtir.
Mücadelenin sonunda Cem’in Rodos’a geçmesinin, Osmanlı devletine nelere malolduğu meselesi ise tarih uzmanlarınca çok iyi biliniyor. İşte Osmanlı padişahları bu tarihî geçmişi, vuku bulan kavgaları ve neticelerini görerek kat’i tedbirlere başvurmaktan geri durmadılar. Nizam-ı âlem mefkuresini, din ve devlet, mülk ve millet duygusu ile ele alarak her fedakârlığa katlanmaktan çekinmediler.
Kanuni devrinde Türkiye’ye gelen İmparator Ferdinand’ın elçisi Busbecq bu anlayışı şu sözleriyle ifade etmektedir: Müslümanlar, Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta duruyorlar. Hanedan yıkılırsa din de mahvolur. Bu sebeple hanedanın, din ve devletin selâmeti ve bekâsı evlattan daha mühimdir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın feda etmek istemediği oğlu Bayezid’e gönderdiği namesinde aynı duygu ve inancı görmek mümkündür:
Cenab-ı Hak benden sonra senin hükümdar olmanı takdir etmişse, bunu hiç kimse tebdil ve tağyir edemez. Etmemişse, bunu da sen değiştiremezsin. Bugün din-i İslamın yegane istinadgahı Osmanlılardır. Devletin dahilindeki bir mücadele doğu ve batıdaki düşmanlara fırsat verir. Bu ise bir cinayettir. Ve İslamiyeti temelinden yıkmakla birdir.
İşte Kanuni’nin oğlunu ve padişahların kardeşlerini ortadan kaldırırlarken düşündükleri yüksek devlet şuuru bu anlayıştır.
 
Tevbe kıl canım oğul
Osmanlı padişahlarının bu yüce duygularını ve hareket tarzlarını anlamak, onları taht için kardeşlerini öldürten hunhar ve zalim kimseler şeklinde göstermek, yanlıştır. Oysa İslam ülkelerinin harap olmaması ve Müslüman halkın huzuru için canlarından çok sevdikleri kardeşlerini ve çocuklarını bir emirleriyle öldürtmek acaba cihad hizmetini yürütmek ve adaletten çıkmak korkusuyla yıpranan ruh ve bedenlerine daha ne şekilde etkilerde bulunmuştu. Genç denilebilecek yaşlarda, üzüntü ve kederlerin yol açtığı hastalıklarla ölümlerinde, ne gibi etkenlerin rolü vardı. Bunlar, öncelikli olarak incelemeye değer mevzulardır.
Padişahların kardeşlerini ortadan kaldırdıkları sıra yaşadıkları halet-i ruhiyeden bazı örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
“Çelebi Mehmed ağabeyi Musa’nın vücut donanımını yitirdiği cihetten üzülmüş, onun gençlik deminde yokluk diyarına gidişine yanmış, üzüntüsünü belli edercesine huzursuz olmuştu. Kirpiklerinin ucundan dökülen yaş taneleri göz bebeklerini nar gibi kan içinde bırakmış, akan yaşlar yanaklarını kızartmış, oturduğu yeri nemlendirmişti”.
Yavuz Sultan Selim de kardeşleri Korkud ve Ahmed’in ölümlerinden büyük üzüntü duydu ve ruhları için sadakalar dağıttı. Kanuni Sultan Süleyman nasihatçileri de dinlemeyerek isyan eden oğluna “Bî-günahım deme bari tevbe kıl canım oğul” derken ne iç buhranları geçirmişti acaba?

Yavuz devri tarihçilerinden Celalzâde Mustafa bu hususu:
 
Cihana verme gönül bî-vefadır
Mülûkun menzili taht-ı fenadır
Huzur-ı saltanat bir bâda benzer
Karındaşı kişinin yâda benzer
Cihan için karındaşa kıyarlar
Bıçak ile ciğer çeşmin kıyarlar
 
diyerek ifade ederken belki de meliklerde bu sebeple huzur ve sükûnun bulunmayacağını idafe etmektedir.
 
Meşhur tarihçi Kemalpaşazâde ise:
 
Akıbet şirzâde şîr olur.
Zirzâde büyür emir olur

beytiyle arslan yavrusu büyüyünce aslan olacağı gibi, küçük de olsalar saltanat üyelerinin büyüdüklerinde padişah olacaklarını belirtip ortadan kaldırılmalarının, cihan görmüş, tecrübe sahibi yaşlıların tedbiri ve tavsiyeleri neticesinde devam ettiğini belirtir.
Bir veliye bende olmak…
Öte yandan Osmanlı padişahlarının zevk için, mevki ve makam için insan katledecek kadar aşağı ve bayağı kimseler olmadıkları, onların ruhi yönlerini yansıtan ifadelerinden daha açık bir şekilde anlaşılır. Reayayı koruma yönünde gayretleri, dini yaşantıları, İslamiyetin emirlerine bağlılıkları, adaletle hükmetmelerinin yanısıra şahsiyetlerini yansıtan en mühim yönleri onların ilmi ve edebi cihetleridir.
Hemen her biri mükemmel bir eğitimden geçen Osmanlı sultanlarının veya hanedan mensuplarının tamamı şiirle meşgul olmuş, belki de med-cezir hareketleri gibi üzütülü-coşkulu iç dünyalarını bu şekilde ifade etmişlerdir. Onların bu yönleri dikkatle ve tarafsız bir şekilde incelenirse sanatçı özellikleri, içli ve duygulu yapıları, saltanatın ağır yükünden bunalışları, ahiret hesabı içerisinde bunaldıkları açık bir biçimde görülür.
     Yavuz Sultan Selim:
Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş
 
Kanuni Sultan Süleyman:
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht-ü saadet dünyada vahdet gibi
 
II.Selim Han:
Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın
Kâm alırsan adl ile ol dem be-câdır saltanat
 
Fatih Sultan Mehmed ise:
Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamdülillah var gazâya sad hezârân rağbetüm
ifadeleriyle hangi duyguların hasretliğini çektiklerini açık bir tarzda ortaya koymuşlardır.
      Ekber evlât
Sultan III. Mehmed’e halef olan oğlu I. Ahmed’den itibaren şehzadelerin sancağa çıkarılmaları usulü kaldırılıyordu. İşte bu uygulamanın sona erdirilmesi ile kardeş katli problemine de çözümler aranmaya başlandı. Zira III. Murad ve III. Mehmed devrinde sayıları artan şehzadelerin öldürülmeleri sarayda derin akisler doğurmuş, büyük üzüntülere yol açmıştı. I.Ahmed devrinde ilk defa olmak üzere, oğlu Osman dünyaya geldiğinde kardeşi Mustafa’ya dokunulmadı. Yine ilk defa olmak üzere I.Ahmed Han vefat ettiğinde oğlu Osman küçük olduğundan amcası Mustafa tahta çıkarıldı. Buna rağmen şartların getirdiği sıkıntılar sebebiyle II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yine Fatih kanunnâmesine dayanılarak şehzade idamları vuku buldu. Ancak bütün bu idamlar padişahın sefere çıkması sırasında sarayda saltanata geçebilecek namzet bırakmak istememelerinden kaynaklanıyordu. Zira IV. Murad defalarca zorbalar tarafından ayak divanına çağırıldığında hep kardeşlerinden birinin tahta çıkarılmasıyla tehdit olunmuştu.
Nihayet I. Ahmed döneminde tavsayan kardeş katli meselesi, Sultan IV. Mehmed zamanında sona erdi. Bu devirde Osman oğulları içinden yaşça en büyüğünün tahta geçmesi kabul edilerek kardeş katlinin önüne geçildi. Hemen hemen Osmanlı hanedanının nihayete ermesine kadar devam eden bu usulün öncesi ile mukayesesi ise her zaman yapılageldi.
 
Güçlü nefeslerden göç şarkılarına
Yetenekli, kabiliyetli, ilim ve siyaset bakımından üstün nice şehzadeler kenarda beklerken idarede başarısız olanlar uzun yıllar icranın başında bulundular.
Diğer taraftan gerek bazı haris devlet adamları, gerekse askerler beğenmedikleri veya menfaatlerine uygun gelmeyen padişahları her zaman tahttan indirme imkanına sahip bulundular. Artık ayak başa hükmetmektedir. Bu durum karşısında Osmanlı sarayı eskiyi aratmayacak acılara sahne oldu. Genç Osman’ın, III. Selim’in ve Abdülaziz Han’ın şehadetleri bunun e n bariz misalleridir. Bu uygulamalar padişahların rahat hareket etme imkanlarını ortadan kaldırdı, onların pek çok dengeleri gözetmesine yol açtı; böylece güçlü devirler yerini çekingen ve korkak uygulamalara bıraktı.
 Kanuni Sultan Süleyman’ın:
Allah Allah diyelim sancak-ı şâhi çekelim
Yürüyüp her yanadan Şarka sipahi çekelim
İki yerden kuşanalım yine gayret kuşağın
Bulanıp toz ile toprağa bu râhı çekelim
Pay-ı mâl eyleyelim mülkünü düşmen-i dinin
Gözüne sürme deyu dûd-ı siyahi çekelim
şeklindeki güçlü kudretli sedaları yerini,
 
III. Mustafa Han’da:
 
Yıkılubdur bu cihan sanmaki bizde düzele
Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvâb-ı Saadet’te gezen hep hâzele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e

mısralarıyla iç sıkıntılarına ve çaresizliğe terkediyordu.
Dolayısıyla kardeş katli meselesi ve sonraki uygulamalara dair mukayesenin pek çok bakımdan ve sıhhatli bir şekilde yapılması; hissi, yanlı, düşmanca tavır ve değerlendirmelerden uzak kalınması gerekiyor.(2)
 
*
Timur'un fetihnamesine göre Ankara Savaşı'nın bitiminde Bayezit bir gürz darbesiyle atından düşürülüp yakalanmış ve "Ben sultan Beyazid'ım. Beni sağ olarak hükümdarınıza götürünüz" demesi üzerine elleri bağlı olarak Timur'un çadırına götürülmüştür. Timur, yenik Padişahı gayet iyi karşılamıştır. Can Oğul, Yıldırım'ın oğulları Mustafa Çelebi ve Musa Çelebi de aynı savaşta tutsak düşmüşlerdir. Timur ve tümenleri Bursa ve İznik'i ele geçirmişler; talan edip yakıp yıkmışlardır. 
 
Timur bu seferlerinde ve Anadolu'da bulunduğu sıralarda, esiri olan Bayezid'ı devamlı olarak yakınında tutup ayrılmasına izin vermemiştir.
 
Bazı tarihçiler,
Bayezid'ı kaçırmak için birkaç girişim ortaya çıkartılınca Bayezid ve eşi Sırp Prensesi Olivera (veya Maria Despina) ile birlikte tutsak alınarak demir kafesde tutulduklarını da belirtmişlerdir.
 
Yıldırım Bayezid 8 Mart 1403' de 43 yaşındayken Akşehir'de, neden olduğu halâ bilinmeyen gizemli bir şekilde Hakk’a yürümüştür.
 
Bazı kaynaklara göre Beyazid, Timur tarafından Orta Asya'ya doğru Hazar Denizi kıyılarından geçerek götürülmek isteniyordu. Oysa, yakınlarından uğradığı ihanete dayanamayan I. Bayezid hastalanmıştı. Tedavisi için geriye gönderildiyse de, esaret acısına dayanamamış, ölmüştür. Diğer bazı kaynaklarda hastalığının ilerleyen romatizma ve bronşit olduğu kaydedilirken, Behiştî "humma-i muhrika (ateşli bir hastalık)" olduğunu işaret eder. Bizanslı tarihçi Dukas ise, kendini zehirlendiğini, diğerleri ise esaret altında intihar ettiğini de yazar.
 
Yıldırım’ın naaşı geçici olarak Akşehir'de Seyyid Mahmud Hayrani'nin türbesine defnedilmiştir. Ancak Semerkand'a dönerken Timur'a kendisini beğendirmiş olan Musa Çelebi'ye babası Yıldırım'ın naaşını alıp Bursa'ya birlikte götürmesi buyruğu verilmiştir. Bazı kaynaklara göre cenaze Musa Çelebi tarafından Bursa'ya getirilmiş ve Yıldırım Camii yanındaki türbesine gömülmüştür.
 
Diğer bazı kaynaklar, Musa Çelebi'nin babasının naaşını mumyalanmış olarak Germiyanoğlu Yakup Bey'e Kütahya'ya getirdiğini; burada naaşın saklandığını ve 1404’ de Çelebi Mehmed tarafından Bursa'ya getirilerek türbesine gömüldüğünü yazarlar.
 
*
 Eşleri
********
Devlet Şah (Devlet) Hâtûn :
“Germiyanoğlu Süleymanşah’ın, Celâleddin Rumî’nin oğlu Veled Çelebi’ nin kızı Mutahhare Hatun’dan doğan kızıdır. Tarihimizde Osmanlı padişahlarının zevceleriyle diğer bir hükümdarla evlendirilen kızları, çok zaman asıl adlarıyla zikredilmeyerek Devlet Hatun veya Sultan Hatun gibi hükümdar ailelerine mahsus lakaplar ile zikrolunduklarından asıl adlarının ne olduğu bazen bilinmemektedir.
1378 yılında Murad Bey, oğlu Yıldırım Bayezid ile Devletşah için çok mutantan bir düğün tertip etti. Etraftaki beyleri de bu düğüne çağırdı. Germiyanoğlu Süleymanşah, çeyiz olarak Osmanlılar’a Kütahya, Tavşanlı, Eğrigöz (Emed) ve Simav şehir ve kasabalarını verdi. (3) Yıldırım Bayezid’in oğullarından İsa ve Musa Çelebiler, Devletşah Hatun’dan doğmuşlardır. Bazı tarihçiler, Devletşah’ın Çelebi Mehmet’in de annesi olduğunu yazıyorlarsa da doğru değildir. Çünkü Devlet Hatun’un, Çelebi Mehmet’in annesi olduğuna dair hiçbir kayıt yoktur. Tersine 1414 de ölen Çelebi Mehmed’in annesnin dönme olduğuna dair kayıtlar vardır. (4) Devletşah Hatun, Bursa’da 1414 yılında öldü. Yeşil Cami civarına gömüldü.”
 
Mileva Olivera Despina Hatun :
Sırp Kralı Lazar'ın kızıdır. Yıldırım Bayezid, Kosova Meydan Savaşını kazanınca, Lazar’ın yerine geçen oğlu Lazaroviç ile bir anlaşma yaptı. Dostluğu kuvvvetlendirmek için de kızkardeşi Despina ile evlendi (1390).(5) Despina’nın adını Gibbos bu şekilde yazdığı halde Yorga, Maria yahut  Mileva (Olivera) şeklinde tespit etmiştir. (Uzunçarşılı, a.g.e) Osmanlı tarihçileri Despina’nın Yıldırım Bayezid’i, içkiye, zevk ü safaya alıştırdığını, bunda vezir-i âzam Çandarlı Ali Paşa’ nın da büyük rolü oluğunu yazarlar. (6). Despina, 1402 Ankara Meydan savaşından sonra Bursa yenişehir’inde iki kızı ile beraber yakalanarak Kütahya’da bulunan Timur’a gönderildi. Timur’un bu kadını bir âki gibi kullandığı, bu yüzden Osmanlı padişahlarının bundan sonra nikâh ile evlenmeyi bıraktıkları söylentileri vardır.  Despina’nın akıbeti hakkında bilgi yoktur. O devir kaynakarına gore : Maria’ nın Yıldırım’dan iki kızı olmuştur. Birisinin adı Paşa Melek’tir. Timur, bunları evlendirmiştir.
 
Hafsa Hatun :
Aydınoğlu İsa Bey'in kızıdır.Yıldırım Bayezid, Kosova zaferinden sonra kendisine karşı ayaklanan Anadolu Beyleri üzerine yürüdü. Birçoklarını ortadan kaldırdı. Aydınoğlu İsa Bey, Yıldırım’a karşı durmadı. Yıldırım Bayezid, İsa Bey’in Hafsa Hatun adındaki kızı ile evlendi.(1390). Kayınbabasına bir miktar yer bıraktı, diğerlerini elinden alarak Osmanlı topraklarına kattı. Hafsa Hatun’un hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Tire’de bir çeşme ile Bademiye’de bir zaviye yaptırmış, bunlara bir hayli vakıflar yapmıştır. (7)
 
Sultan Hatun - Dulkadiroğlu Süleyman Şah'ın kızı.
Maria Hâtûn - İkinci kocası Payo Gómez de Sotomayor olan Macar Kontu János’un kızı
Angelina Hâtûn - Şehzade Musa’nın annesi
 
Erkek çocukları
************
Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Çelebi Sultan, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi, Şehzade Musa
 
Kız çocukları (8)
************
“Hundi Hatun :
Yıldırım Bayezid’in kızıdır. 1396 Niğbolu zaferinden sonra devrin büyük bilgini ve şeyhi “Emir Buharî, Emir Sultan ve Şemseddin Mehmed” adlarıyla anılan zatla evlenmiştir. Rivayetlere gore Hundi Hatun, Emir Sultan’ı rüyasında görmüş, evlenmek istemiş, bu arzusunu Rumeli’de seferde olan babasına bildirmiş. Yıldırım Bayezid, buna çok kızmış, Emir Buharî ile kızını öldürtmek üzere Süleyman Paşa emrinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş; fakat bu kırk kişi, Emir Sultan’ın gösterdiği keramet sonunda kadit olmuşlar. Emir Buharî’ nin bu kerameti Mevlâna tarafından Yıldırım Beyazid’e bildirilmiş. Bunun üzerine Yıldırım, kızı Hundi’ yi Emir buharî’ye vermiş. Bu evlenmeden Emir Ai ile kızları doğmuş. Hundi Hatun ölnce kocasının Bursa’daki Emir Sultan Türbesine gömülmüştür. Çocukları kendisinden evvel ölmüştür.(9)
 
Bey Oğul!
Sözümüzün burasına Şiirbaz Sultan Yıldırım’ın âşık damadı Emir Sultan’a dair söylenegelen bir efsaneyi sunayım, olur mu?
Şöyle :
   Yıldırım Beyazıd savaşa gider. Emir Sultan, Yıldırım Beyazıd’ın damadı olduğu için Bursa’dan ayrılmaz. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenir. Emir Sultan’a  “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın.”  Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zamanda gelecek.” der.
 
Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan karısına savaş meydanını gösterir. Bakarlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü alır ve ortadan kaybolur.
 
Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirir. Beyaz atlı savaşçı önüne çıkan düşmanı perişan eder. Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanır. Evden çıkarken karısının başından aldığı başörtüsünü de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarar ve ortadan kaybolur.
 
Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultanı huzuruna çağırır. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum, Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” der. Emir Sultan “Affedersiniz Sultanım” diyerek beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamaz. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanır. “Hayır baba” der. “Bacağınızdaki çevreye bir bakar mısınız, o benim çevrem” der. Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu görünce kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlar. Hemen yerinden fırlayarak Emir Sultanın elini öpmeye çalışır. Emir Sultan “Siz benim büyüğümsünüz, ben sizin elinizi öpeyim” der. Ve zaferlerin daim olmasını diler”.(10)
Derler ki:
“Düşüncemize gore, Buharalı Bey’in ne maksatla Bursa’ya gelip yerleştiği belli değildir. Yıldırım’ın büyük rakibi olan Timur tarafından siyasi bir vazife ile gönderilmiş olması çok muhtemeldir. Timur’un Anadolu’ya gelişi sırasında Emir’in ne vaziyet aldığı da belli değildir. Yıldırım esir olduktan sonra, bazı kimseler Timur’a karşı koymak için harekete geçmişlerdir; bunların arasında Emir’in oğlu Ali Çelebi (Emir Ali) de vardı. Fakat, babası buna şiddetle mâni olmak istemiş ve eğer böyle bir teşebbüste bulunursa Allah’tan ölmesini dilediğini bildirmiştir. Bir gün onun adını taşıyan İmralı adasında teşkilât yapmakta olan Ali Çelebi’ye bu haberi götürdükleri zaman onu yatakta hasta budular ve biraz sonra öldüğünü gördüler.
Emir Sultan’ın felsefi eserlerinden başka şiirleri de vardır. Şu satırlar onundur :
 
Gerçi âşıklara sıla değildir,
Derdi olan gelsin, dermanı buldum.
Ah ile, vah ile cevlan ederken
Canım içinde efendim cananı buldum.
 
Açılmış dükkânlar, kurulmuş pazarlar
Canlar  mezad olmuş dellalda…
Oturup ümmetim beratın yazar
Cevahir bahşeden dükkânı buldum.,
 
Erenler meydana doğru varırlar
Anda cem’oluben verir alırlar…
………………………………………………….
………………………………………………….
Emir Sultan ne hoş yazar imiş
Âşıklar seyredip gezerler imiş;
Cümlenin maksudu ol didar imiş
Hakk’a karşı duran divanı  buldum.” (11)
 
 
Orûz Hatun :
Yıdırım Bayezid’in kızıdır. Ayşe Hatun adında bir de kızı vardır. Doğumu, ölüm, evlenmesi, kocası ve çocukları hakkında başka bilgi yoktur.(12)
 
Fatma Hatun :
Yıldırım Bayezid’in kızıdır. Doğum tarihi belli değildir. 1402 Ankara bozgunundan sonra ağabeyi Emir Süleyman tarafından  Bursa’dan Kasım’la beraber Edrne’ye gönderildi. Süleyman Çelebi, Bizans İmparatoru ile bir andlaşma yaptı. Bu andlaşmaya sadık kalacağını götermek için de kardeşleri Fatma Hatun’la Kasım’I İstanbul’a gönderdi. Fatma Hatun, Çelebi Sultan Mehmed zamanına kadar İstanbul’da kaldı. Daha sonra Çelebi Mehmed, Fatma Hatun’u yanına getirtti, bir sancakbeyi ile evlendirdi.Fatma Hatun ölünce Orhan Bey türbesine gömüldü.
 
Erhondu Hatun:
Yıldırım Bayezid’in kızıdır. Ümeradan Pars Bey oğlu Yakup Bey ile vlenmiştir. Oğulları Umur Bey ile Mehmet Çelebi’dir.(13)(14)
 
 -------------------------------------------------------------------------------------
(1)YÜCEBAŞ, Hilmi, a.g.e, 100

(2) Prof.Dr. ŞİMŞİRGİL,Ahmet; ahmetsimsirgil.com/kardes-katli/

(3)Aşık Paşa,Osmanlı Tarihleri I, Türkiye Yayınevi Yyn, Tevarih-I âl-I Osman 129-130.

(4)UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı;a.g.e, Belleten XXI, Ank 1957, 185-188

(5)UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi 1, 2. Baskı, 200.

(6)Ahmet Refik, Kadınlar Saltanatı I, İst 1332, 22-25

(7)UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi 1, 2. Baskı, 70; Dr.Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi, 61,74,138,143,155,160,178.

(8)Alderson, a.g.e- Şemsettin Mehmet ile evlenen Paşa Melek isimli bir kızının olduğunu da yazar. Ayrıca Osmanlı tarihi, İskit yayınevi I, 144. Paşa Melek’in Karamanoğlunun eşi Melek Hatun’la ismi karıştırılmış olabilir.

(9)M.Cavit Baysun, Emir Sultan’ın hayatı ve şahsiyeti, Tarih Dergisi, İst, 1949, 77-94.

(10)Kulturturizm,internet-bursakulturturizm.gov.tr/TR,70260/ emir-sultan-efsanesi.html

(11)YÜCEBAŞ, Hilmi, a.g.e, 26

(12)GÖKBİLGİN,Tayyip, XV ve XVI.asırlarda Edirne Paşa Livası, İst, 1952, 321.

(13)Bursa Kütüğü,IV,19, 54

(14)ULUÇAY, M.Çağatay, a.g.e,7-10
 
 
Cevapla
  


Foruma Git:


Konuyu Görüntüleyenler: 1 Ziyaretçi

Android Haberler | Ansansanat | Borsa Yorumla | Gülce Edebiyat | Türkçe Dersi